Mehmet Özay 27.07.2018
Düz bir coğrafya
üzerinde kurulmuş Leiden şehri, kanallar şehri olmak kadar, bir başka açıdan
bakıldığında bir bilim merkezi olmasıyla da öne çıkıyor. Bununla birlikte, bu coğrafi
ve entelektüel özelliğinin ötesinde tarihin belli bir döneminde reform hareketi
gibi dini, kapitalizm gibi ekonomik bir gelişme dönemine imza atan bölgelerin
başında gelmesiyle de dikkat çekiyor.
Ren Nehri’nin kolları
olan ve şehrin kurulmasına ve gelişmesine de vesile olan iki nehrin buluştuğu
noktanın, Ortaçağlarda göç ve ticari faaliyetin tedrici olarak ilerlemesine yol
açtığını söylemek mümkün. Bugünse bu bölge, hem şehir halkının hem turistlerin güneşin
ufukta kızıla bürünüşünü temaşa ettikleri çeşitli yeme içme mekânlarına sahip
bir merkez hüviyetinde.
Şehrin, Avrupa kıtasının
Kuzeybatı’sında bulunmasının verdiği bazı avantajlar taşıdığına ve bu durumun, yukarıda
dikkat çekilen iki önemli toplumsal değişimde önemine dikkat çekilebilir. Bir yandan
kuzey Avrupa ile öte yandan güneyde Akdeniz coğrafyasıyla kara ve özellikle de deniz
yoluyla gerçekleştirilen ticaret, Avrupa’nın iç bölgelerine doğru nehir ve kara
ticaretiyle desteklenen bir özelliği içinde barındırıyordu. Felemenklilerin denizle
ve ticaretle meşguliyetleri, İber Yarımadası’ndan neşet eden denizci tüccar
yapılaşmasından yaklaşık bir yüzyıl sonra uzak denizlere ve coğrafyalara açılmalarına
olanak tanıdı.
Tüm ülkenin, yani
Hollanda’nın olduğu gibi Leiden şehrinin de simgesi konumundaki yel değirmenleri,
yine Ortaçağların sonlarına, modern dönemin başlarına doğru tekstil üretimde
önemli işlev görmüş araçlar hüviyetindeydi. Tekstil demişken, yetimleri
unutmamak gerekir…
Gelişen ticari
yaşam, sadece emtia üretimini geliştirmekle kalmıyor, bu emtiayı üretecek iş
gücüne de ihtiyaç duyuyordu. Bu süreçte, iş gücü açığını sadece şehirde yaşam
sürmekte olan yetimler değil, başka bölgelerden getirilen yetimlerle
tamamlanmaya çalışıldığı dikkat çekici bir husus. Bugün adına ‘çocuk işçi’
sınıflaması yapılan yetimler o dönem belki erken yaşta başladıkları çalışma
hayatında meslek sahibi olmak suretiyle hiç kuşku yok ki, farklı bir yönelime
de sahip oluyorlardı. Tabii bu durum, şehrin geçmişinde yetimlere yönelik
kurumların olmadığı anlamına gelmiyor.
Geçmişten günümüze
uzanan, ‘Kutsal Ruh Yetimhanesi’ adı verilen yapı, 16. yüzyıl sonlarına doğru
inşa edilirken, 17 ve 18. yüzyıllarda genişletilerek hizmet vermeye devam etmiş.
Tabii, tekstil sektöründe çalışan yetimlerle bu yetimhanede yaşayan yetimler
aynı gruba mensup olup olmadığını bilmesek de iyimser bir yaklaşımda bulunmak
mümkün. Çünkü yetimhanenin bulunduğu mekân öyle şehrin kıyısında köşesinde
değil, tam da ortasında yani dönemin tekstil üretim merkezlerine yakınlığı ile
dikkat çekiyor.
Kız ve erkek yetimler
arasında da bir ayrım yapılmış: erkekler daha çok tekstil sektörü içinde
nitelikler kazanırken, kızlar ev işleri öğrenme gibi yönelimlere tabi olmuşlar.
Bu birkaç yüzyıllık kurum, 1961 yılına kadar yetimlere hizmet vermeye devam
etmiş. Bugünse, yetimhanenin bulunduğu bina, Leiden belediyesine bağlı çocuk
hakları ve arkeoloji merkezi olarak hizmet veriyor.
Yukarıda dikkat
çektiğim iki ulaşım ağı yani, bir yandan kuzey ve güneyle olan ticari etkileşim,
öte yandan Atlantik Okyanusu’na ve Kuzey Denizi’ne komşu olmasıyla denizlerle
olan irtibat bölgede faaliyet gösteren tüccar kesiminin ve denizci kesimin
dinamik bir birlikteliğine konu oluyordu. Sermayenin, iş gücü ile buluşması toplumun
vazgeçilmez kurumlarından ekonomik yaşamın gelişmesine de olanak tanıyordu.
Öte yandan, Hıristiyanlığın
Katolik yapılaşmasına karşı geliştirilen eleştirel düşünce, ağırlıklı olarak
Kuzey ülkelerinde neşet etmesi nedeniyle, Hollanda da bu gelişmede şu veya bu
şekilde yerini aldı. Genel bir ifadeyle söylemek gerekirse, 16. yüzyıl başlarında
yaşanan değişim, sadece bir düşünce ve pratik değişimine yol açmadı, aynı
zamanda toplumsal çatışma ve savaşlarla belirlenen önemli kırılmalara konu oldu.
Dini inanç ve pratiklerdeki bu değişim komşu ülkelerde Lutherci etkisine
karşılık Hollanda’da Kalvincilikle kendini ortaya koyuyor. Tıpkı İngiltere’de
olduğu gibi…
Bu mücadele insan
kıyımları kadar, mekânların da ortadan kalkmasına neden olduğu anlaşılıyor. Katolik
kiliseleri ve bu yapıların kendine özgü mimarisine rastlamak zor olsa da, yıkıcı
mücadeleden kalan küçük bir ‘şapel’ o döneme tanıklık ediyor. Bir önceki yazıda
mihmandarımın gösterdiğine değindiğim, kuruluşu 1492 yılına tarihlenen Aziz Ann Düşkünler Yurdu ‘şapel’… Proteztantizm
kaynağında bireyselciliğe, insan aklına verdiği önemle dikkat çekedursun, ‘özgürlükler’
kadar kısıtlamaları da getirmiş şehir yaşamında.
Yaşam değişim
sürecinde Katolik kiliselerinin varlığına tahammül edemeyecek kadar da itici ve
dışlayıcı olmuş. Bir dönem ki, Kalvinci kilise otoritesi şehrin ana
meydanlarına ve yollarına bakan yerlere başka inanç mensuplarının mabedlerini
inşa etmelerine izin vermemiş. Tarih boyunca şehre ve şehrin entelektüel,
kültürel ve akademik gelişimine hizmet etmiş kişilerinin mezarlarının bulunduğu
mezarlıkta haç sembolünün bulunması da bu tür bir anlayışın uzantısı olsa
gerek. Ya da artık, bu tür ‘öncü’ isimlerin Katoliklikle bağlarının
buluşmadığını düşünmek de mümkün.
Şayet bu iki
hususu temel değişim olarak kabul edersek, bir yandan ticari yaşam, öte yandan dini
inanç ve pratiklerin oluşturduğu değerlerin bugün bile Leiden’da kendini şu
veya bu şekilde sergilemekte olduğunu söyleyebiliriz. Yani, bu tarihi süreç, yaşanan
savaşlara rağmen halen fiziki olarak şehirde canlı olarak dini ve seküler yapılarda
izlenebiliyor. Yeldeğirmenleri, en azından bazıları yerli yerinde durmaya devam
ediyor. Bazılarının yanı başlarındaki tekstil üretim merkezleri de artık başka
mekanlara dönüşmüş durumda.
Şehir, her ne kadar
sekülerleşme olgusuyla tanınır ve tanınmakta ise de, şehrin merkezinde mekâna
ve topluma anlam katan devasa dini mabedleri bugün dahi kendi serüvenini içten
içe yaşamaya devam ediyor. Şehrin bu anlamlılık buluşmasında önemli olgulardan
biri şehrin simgesi olan anahtar. Cennetin anahtarlarını elinde tuttuğuna
inanılan, şehirde anısına bir kilisenin de bulunduğu Aziz Paul’a nisbetle
şehrin böylesi önemli bir kutsal göndergeye sahip olması her gün kanallarla
veya köprülerden merkeze yönelen halka ‘hâlâ ben buradayım’ mesajını veriyor.
Reform dönemine ve
oradan uzun bir gelişme süreci sonunda sekülerleşmeye doğru evrilen düşünce
yapısı ve pratiğin ardındaki unsur kabul edilebilecek Leiden Üniversitesi, şehrin
tam ortasında yer alırken, kökleri en azından erken modern döneme kadar uzanan bir
geçmişe sahip olduğuna dikkat çekmek gerekir. Katolik İspanyol sultasından
kurtulan ilk yerlerden olan Leiden’da, üniversite Protestan Felemenklerin ilk
bilim yuvası olarak kuruluyor. Ve serüveni bugüne kadar devam ediyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder