Mehmet Özay 10.10.2017
Keşmir sorununun çözümü konusunda görüşmelerin yeniden başlatılması hususu
yine gündemde. Geçen hafta Londra’da bir kurumun düzenlediği toplantıda
biraraya gelen Hindistan ve Pakistan’ın istihbarat birimleri eski başkanlarının
yaptıkları açıklamalarla bu anlamda önemli bir gelişme olarak değerlendirilmeli.
Sadece geçmişte önemli görevler üstlenmiş iki istihbaratçının değil biraraya
gelmesi değil, Keşmir sorunuyla ilgili gündeme taşıdıkları görüşler de dikkat
çekici.
Keşmir sorununu ‘terör’le birlikte anan Hindistan’la, Keşmir’i Hindistan’ın
ordu varlığına karşı koruduğunu ileri süren Pakistan’ın bu iki üst düzey eski
yöneticisinin açıklamaları dikkate alınmalı. Özellikle geçen yıl Burhan Wani
adlı Keşmirli önde gelen bir savaşçının Hindistan birliklerince yapılan
saldırıda hayatını kaybetmesinden bu yana, Keşmirlilerin toplumsal olarak
verdikleri tepkiler ve bunun Hindistan açısından bölgede ‘güvenliği sağlama’
konusundaki girişimleri, Keşmir’i yeniden bir şiddet dalgası içine sürüklendi. Şiddetin
ve huzursuzluğun gün be gün tekrarlandığı Keşmir’de işlerin nasıl hal yoluna
koyulacağı konusu, tarafları yeniden barış masasına nasıl oturulacağı konusunda
düşünceye sevk etmiş görünüyor.
Bu anlamda, Hindistin istihbaratçı Dulat, geçen yıldan bu yana Keşmir’de
giderek artan ve devamlılık mahiyeti kazanan şiddet ortamının müsebbibi olarak
Hindistan makamlarına işaret etmesi önemli. Sadece son dönemde ordu gücünü
harekete geçirmesi bağlamında değil elbette. Uygulanan politikaların
yanlışlığına bizzat işaret etmesi, Hindistan çevrelerinde yankı bulunması
beklenen talepler olduğuna kuşku yok. Dulat’ın bir başka önemli çıkışı,
çatışmanın bir çözüm olmadığı ve tarafların masa başına oturması yönündeki düşüncesine
dayanıyor. Dulat’ın bu iki görüşü büyük bir önem taşıdığı gibi, açıkçası
Hindistan hükümetine yönelik doğrudan bir mesaj niteliğinde.
Bununla birlikte, Hindistan hükümetinin Keşmir sorununda şiddetin arka plânında
‘yapıcı’ bir unsur olarak Pakistan’ı görüyor. Bu nedenle, Hindistan tarafı,
Pakistan’la masaya oturulabilmesi ve görüşmelerin somut bir sürece
yayılabilmesinin şartı olarak adına ‘terör’ dedikleri desteğin Pakistan tarafından
sonlandırılmasını istiyor. Ancak Dulat yukarıdaki görüşlerine ilâve olarak
Hindistan’ın bugüne kadar ki bu belki de olmayacak belkentisine bir anlamda
meydan okuyarak Hindistan’ın ‘terör’ adı verilen yapıyla masaya oturulması
görüşünü gündeme taşıyor. Buradan Dulat’ın Hindistan yönetimini, hem Pakistan
hem de Keşmir halkının temsilcisi grup/lar/la biraraya gelmeye davet etmesi
yeni bir açılım olarak değerlendirilebilir. Zaten Hindistan yönetiminin böylesi
bir girişimi kabul etmesinin de istisnai olacağını kendisi belirtiyor.
Bununla birlikte, sorununun odağında yer alan Keşmir’i ve Keşmir halkını
siyasi temsil gücüne sahip bir yapının
temsilen kimsenin olmaması ise yine başlı başına bir durum. Keşmir
sorununun çözümünde daha 1948 döneminde gündeme gelen referandum bir çözüm
olarak halen ortada duruyor. Bu süreçte,
Keşmir sorununda koruyucu kollayıcı vasfını taşıyan Pakistan’ın Hindistan ile
masaya oturması anlamlı olacağına kuşku yok. Ancak geçmişte bağımsız, özerk bir
yönetim bölgesi olarak varlık sürmüş, bugünse yirmi milyonu bulan Keşmir’in
kendini siyasi olarak ifade edebileceği olgunlukta olduğu da dikkate alınmalı.
Şayet Keşmir’in böylesi bir olgunluğa sahip olmadığı söylenirse, bunda herhalde
bugüne kadar Pakistan’ın bölgede yürüttüğü politikaların da bir payı olsa
gerek.
Dulat’ın Londra’ki demecine dikkatle bakıldığında, ‘demokratikleşme’den
bahsetmesi önemli. Ancak bu demokratikleşmenin Keşmir’den beklenmesi kadar,
Keşmir’e korumacılık vasfıyla yaklaşan Pakistan’ın demokrasiyle ilintisi ve geçirdiği
süreçleri yabana atmamak gerekir. 1948’den bu yana sorunlu bir ‘demokrasi’
sürecine konu olan Pakistan’ın, bugüne kadar korumacılık vasfıyla yaklaştığı
Keşmir’de böylesi bir süreci tetikleyebilecek, destekleyebilecek birikim ve
donanımda olup olmadığı da üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Üstüne üstlük
Pakistan, ‘demokratik’ siyasal yaşamına doğrudan bir müdahale olduğuna kuşku
olmayan komşu ülke Afganistan’daki yapılanmaların da ciddiyetle ele alınması
gerekiyor.
Unutulmamalı ki, 2000’li yılların başında dönemin başbakanı Pervez
Müşerref, ülke istihbaratının üst düzey isimlerini, Afganistan’daki silahlı
gruplara ‘sempatiyle’ yaklaşmaları nedeniyle görevden aldı. Ülke gündemini
böylesine meşgul eden şiddet ile siyasal ve de toplumsal istikrarsızlık kaynağı
yapılara mesafe kadar, bunlarla ciddi bir mücadelenin verilmesi Pakistan için
olduğu kadar, Keşmir üzerinde de olumlu etkileri olacaktır. Pakistan
istihbaratının eski ismi Ehsan-ul Haq, Londra’daki konuşmasında Keşmir’de
askeri müdahaleden ziyade, giderek daha çok demokratikleşme, iyi yönetim, hesap
verilebilirlik gibi olguların hayata geçirilmesi konusunda bir iradeden bahsediyor.
Ancak, hiç kuşku yok ki, bu hususların öncelikle Pakistan’da hayat bulması ve
Keşmir’e bir model olması gerekiyor.
Bu anlamda, Hindistan’la masaya oturmadan önce Keşmir’deki siyasi temsil
kabiliyetindeki grupların biraraya gelmesi ve ortak bir barış görüşmeleri
sürecine nasıl katkı yapabileceklerini deklare etmeleri gerekir. Tabii bu sürece
Pakistan yönetiminin nasıl yaklaşacağı ise, Keşmirli siyasetçiler önündeki bir
başka konu olarak ortaya çıkıyor. Hele hele Keşmirli siyasetçiler Pakistan’dan
bağımsız bir çözüm sürecine yanaşmamaları ise, tastamam Keşmir’in siyasi
varlığının devam ettirilip ettirilmeyeceğiyle ilgili olduğunu da söylemek
gerekiyor.
Öte yandan, ‘demokratikleşmeyi’ bir çözüm olarak gündeme taşıyan Hindistan
tarafının ise bugün iktidardaki Hindu milliyetçisi siyasi yapılanma ve bunun
toplumsal yansımasının bu süreçte bir güven unsuru olup olmadığı da üzerinde
düşünülmesi gereken bir diğer alanı oluşturuyor. Ülke içerisinde bile Hindu
milliyetçiliği ideolojisi üzerine temellenen Bharatiya Janata Party’nın (BJP)
varlığı toplumsal barış için bir sorun olarak dile getirilirken, böylesi bir
yönetimle Keşmir sorununun nasıl çözüme kavuşturulabileceği de en azından
şimdilik rasyonel bir duruşa işaret etmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder