Mehmet Özay 24.10.2017
Birleşmiş Milletler’in Cenevre ofisince dün yayınlanan haber, Arakanlı
Müslümanların karşı karşıya kaldıkları sorunun ne denli derin ve denli
çözümsüzlüğe doğru itildiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Cenevre’de BM, Avrupa
Birliği ve Kuveyt’in ev sahipliğinde gerçekleştirilen üst düzey konferans
sonrasında Bangladeş’e sığınan Arakanlı müslümanlara 340 milyon dolarlık yardım
kararı alındı. Ancak, BM’nin benzer hadiselerdeki tecrübelerinden hareketle
söylemek gerekirse alınan bu karar, söz konusu meblağın toplandığı anlamı
taşımıyor. Zaten BM insani yardım bölümü müdürü Mark Lowcock da birkaç ülkenin ‘keş’
yardımına rağmen, bu hususu açıkça dile getirerek bir anlamda kaygısını ortaya
koyuyor.
Arakan eyaletinden sınırı geçerek Bangladeş’e sığınan ve sayısı 900 yüz bin
olarak verilen bu kitlenin -ve de bu insanlara ‘kucak açtığı belirtilen 300 bin
Bangladeşlinin- Şubat ayına kadarki temel insani ihtiyaçlarına gidermeye
yönelik olarak talep ettiği 434 milyon dolardan düşük olması da pek o kadar
önemli değil. Aksine burada üzerinde durulması gereken husus, bir başarı olarak
ilân edilen bu gelişmenin, hem bizzat BM hem de medya aracılığıyla Myanmar’ın
Arakan eyaletindeki Müslüman nüfusun eritilmesine imza atmak anlamı taşıdığıdır.
Toplanacağı ‘müjdesi’ verilen bu meblağ ile Bangladeş’ın Myanmar ile sınır
bölgesinde ayakta kalmaya çalışan yüzbinlerce -hatta daha önceki sığınmacılar
da dikkate alınacak olursa milyonu aştığı tahmin etmek zor değil- Arakanlı
Müslümana bir umut bahşedilmiş olabilir. Bahsi geçen yardım meblağının tamamı
toplanabilse bile, sadece ve sadece Şubat ayına kadarki temel giderleri
karşımaya matuf bir sınırlılığa sahip olacak.
Bu nedenle, hiç şüphe yok ki, BM mültecilerden sorumlu biriminde çalışan
iyi niyetli bireyler, şimdiden Şubat sonrasını kara kara düşünmeye
başlamışlardır bile. Çünkü Lowcock, bunun ipucunu da dün yaptığı basın
açıklamasında gündeme getirdi. Yani anlaşılacağı üzere BM’de işler tahmin
edilebileceği üzere ‘yolunda’ gidiyor...
Ancak BM gibi küresel bir kuruluşun, diğer benzer kuruluşları da yanına
alarak, Arakanlı Müslümanların ana vatanlarına dönmeleri konusunda çalışmalar
yapması gayet doğal ve beklenen bir durum olsa gerek. Arakan’da 25 Ağustos ve
sonrasında yaşanan gelişmeden bu yana geçen zaman zarfında, BM gibi
uluslararası kurumların veya küresel güç olduğu iddiasındaki ülkelerin veya siyasi
blokların Myanmar hükümeti nezdinde ne gibi adımlar attıklarıysa
bilinmemektedir. Bu durum, açıkçası Arakan Müslümanlarının Myanmar hükümeti,
ordusu ve radikalleş/tiril/miş Budist halkdan gördüğü zulüm ve baskıyla görünür
bir benzerliği olmamakla birlikte, nihai noktada Arakanlıların içinde bulunduğu
durumu manipüle etmeye, siyasi ve toplumsal varlıklarını parçalamaya yönelik
bir teşebbüsün izleri olarak değerlendirilme ihtimalini içinde taşımaktadır.
Sorun şu... Arakanlı Müslümanlar ne bu yıl, ne 2015 Mayıs ayı, ne 2012
Haziran ayında ilk kez şiddet ve kimi gözlemcilerin ifadesiyle etnik soykırıma
maruz kaldı. Geçmişte 1980’li ve 1990’lı yılların ikinci yarıları da benzer
süreçlere konu olmuştu. Öyle ki, birkaç ay önceki gelişme dışarda tutularak
ifade etmek gerekirse 1980’lerde yine yüzbinlerle ifade edilen zorunlu göç bir
gerçeği açık seçik ortaya koymaktadır. O da, Myanmar devletinin elli yıla varan
askeri cunta rejimleri döneminde, 2010’dan sonra ise ‘demokratikleştirilmiş’
Myanmar hükümetleri eliyle Arakanlı Müslümanlara yönelik yok edici teşebbüslerde
neredeyse ‘normalleştirilen’ bir süreklilik olduğudur.
Arakan eyaletinde uzunca zamandır bir buçuk milyon civarında olduğu belirtilen
Müslüman nüfusun şu an ne kadar olduğu meselesi, sadece istatistiki bir veri
olarak önem taşımıyor. Bundan daha da önemlisi, Arakanlıların vatan bildikleri
topraklara bir daha dönüp dönemeyecekleri ve bir millet olarak var olup
olamayacakları meselesidir bugün konuşulması gereken.
Sorunun diğer bir can alıcı yanı ise, tüm bu olan biten zorunlu göçler ve
mültecilik koşulları karşısında Arakanlı Müslümanları temsil kabiliyetinde bir
siyasi hareketin varlık ortaya koyamamış olmasıdır. Malaya Üniversitesi öğretim
görevlisi Doç. Dr. Jatswan Singh’in de ileri sürdüğü üzere, Myanmar devleti ve
aşırı milliyetçi Budist toplum elinden çokça çekmiş olan Arakanlı Müslümanlar
normal bir ülke vatandaşının hak edebileceği ve normal bir ülkenin
vatandaşlarından esirgemeyeceği hakların tümü gibi eğitim hakkından da
mahrumdur. Bu mahrumiyet, medyacıların sıklıkla ‘expose’ ettikleri yarı aç ve
sefil vaziyetteki kadınlı erkekli, yaşlı çocuk Arakanlıların bu duruşlarının
gizli-açık ortaya koyduğu ‘cehalet’ kapanına kısılmış olmaları durumudur.
Ancak burada şunu da hatırlatmakta fayda var. Belki de 1980’li yıllar
öncesinden başlatılabilecek bir süreç boyunca sürekli vatan topraklarından
çıkartılan veya kaçmak zorunda bırakılan bu kitlenin Bangladeş’ten Suudi
Arabistan’a, İngiltere’den Amerika’ya, Malezya’dan Avustralya’ya kadar çok
farklı bölge ve ülkede var olan diasporasının da yaşanan gelişmeler karşısında
sessizliğe gömüldüğü meselesidir. Bununla, diasporadaki Arakanlıların hiçbir
şey yapmadıklarını söylemek istemiyorum.
Bizatihi tanık olduğum üzere, elbette küçük gruplar, komüniteler halinde
gittikleri ülkede var olmaya çalışırken, aralarından aklı eren, eğitimli,
dirayetli bireylerin içlerinden çıktıkları topluma liderlik yapma vasıfları taşıdıkları
ve bunu pratiğe geçiriyorlar. Bunun manipülasyonlara kapı aralayan yönleri
olduğu gibi, çözümü geniş bir toplum veya millet olarak birlikte hareket
edebilmede görememe gibi bir basiretsizliğe de düçar olduklarını göz ardı
etmemek gerekiyor.
Arakan Müslümanları konusu 2. Dünya Savaşı sonrasında Güney ve Güneydoğu
Asya topraklarında ulus devlet kuruluşları sürecinde yaşanan sorunlardan asla bağımsız
değildir. Bu nedenle, Arakan sorununu hemen bugün ortaya çıkmış bir insanlık
dramı yerine, kökeni geçmişe dayanan vatan, kimlik ve aidiyet üzerinden ele
almak ve değerlendirmek gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder