MEHMET ÖZAY 24.12.2016
Geçen Eylül ayından bu yana Endonezya’da başkent Cakarta valisini konu alan
gündem canlılığını koruyor. Her ne kadar, vali etrafında dönen bir gelişme olsa
da, verilen tepkiler, tepki verenlerin siyasi ve toplumsal arka plânı, müslüman
olup olmama yönündeki kimlikleri ile azınlık çoğunluk tartışmaları gibi
hususlar bu konunun sadece başkent valilik seçimleri dolayımında değil, geniş
Endonezya ulusal bağlamının yanı sıra, bölgesel ve bir ölçüde de küresel
gelişmeler bağlamında değerlendirilmeyi gerektiriyor.
Farklı bir Vali
Cakarta Valisini
gündeme taşınmasında önümüzdeki Şubat ayında yapılacak olan genel seçimler
bulunuyor. Resmi kampanya dönemi başlamadan önce valinin etnik ve dini
kökeninden hareketle bazı gruplar, vali Basuki Tjahaja Purnama'nın vali
seçilmemesi için İslami referanslarla gündem oluşturma girişimine tanık olundu.
Aslında böylesi bir teşebbüs ilk değildi. Çünkü, 2012 yılı seçimlerinde vali
adayı Joko Widodo’nun yardımcısı olarak seçimlere giren ve kazanan Purnama’ya
yönelik eleştiriler ve karşı çıkışlar yaşanmıştı. Ancak Joko Widodo’nun
popülaritesi ve ‘yardımcılık’ görevi gibi faktörler bu eleştirilerin gündemde
pek de fazla etkin bir yer edinmesine neden olmamıştı. Joko Widodo’nun 2014
yılı devlet başkanlığı seçimlerini kazanmasının ardından valilik de yardımcısı
Purnama’ya geçmiş oldu. Bu durum, 1964-65 yıllarında dönemin devlet başkanı
Sukarno tarafından atanan Çin etnik kökenli ve Hıristiyan Henk Ngantung’un
valiliğinden sonra bir ilk olma özelliği taşıyor.
Purnama’nın 2017 Şubat
ayında yapılacak yerel seçimlerde yeniden aday olacağını açıklaması karşısında
kendisine yönelik eleştirilere verdiği bir tepki, bugüne kadar olduğu gibi ve
seçim gününe kadar ki gündemi de belirlemeye aday. Vali Purnama Ağustos ayında,
Jakarta açıklarındaki Bin Adalar adıyla bilinen adalar grubundan birinde küçük
bir gruba yaptığı konuşmada, bazı grupların kendisinin Hıristiyan olduğunu
gerekçesiyle Kur’an-ı Kerim’den Maide suresi 51. ayeti kanıt göstererek
Müslüman seçmenlere kendisini seçmemeleri yönünde yaptığı eleştiriyi gündeme
getirmişti. Vali bu konuşmasında İslam’a hakaretinin söz konusu olmadığını,
aksine ayetleri kullanan bazı çevreleri eleştirdiğini söyleyerek özür
dilemişti.
Ancak bazı çevreler,
Valinin bu ifadelerle İslam’a hakaret ettiği iddiasını gündeme taşıyarak tutuklanması
talebiyle gösteriler düzenlediler. Niceliksel olarak bakıldığında bu
gösterilerin oldukça başarılı da olduğu söylenebilir. Bu gösterilerden amaç,
valinin konuşmasının “Ceza Kanunu'nun 156 maddesi a fıkrası uyarınca herhangi
bir dini kötüleyici, dinler arasında ötekileştirme oluşturacak söylemler suç
sayılır” maddesini işletmeye matuftu. Nihayetinde valinin bu konuşmasında yer
verdiği bazı ifadeler üzerine önce polis soruşturması açıldı ardından da yargı
yolu. Şu ana kadar iki kez mahkeme önüne çıkan Purnama suçlamaları reddettiğini
yine dile getirirken, yargı süreci de devam ediyor.
Cakarta valiliği bir atlama taşı
Bu vak’a çerçevesinde
binlerce kişinin meydanları doldurmasından mütevellik niceliksel bir durum kadar,
bundan çok daha önemlisi sivil, ‘dini’, siyasi ve polis ve güvenlik güçleri
gibi aktörlerin değişik boyutlarda süreçteki varlığı bize Endonezya modern
siyasetindeki işbirliklerinin, çatışmaların, çözülme ve yeniden yapılanmaların
bir yansıması olduğunu ortaya koyuyor. Cakarta gibi ülke siyasetinin odağında
bulunan bir şehri kimin, hangi partinin yöneteceği meselesi son derece önemli.
Kaldı ki, 2012 yılında başkent valisi seçilen Joko Widodo, daha beş yıllık
görev süresi dolmadan 2014 yılında yapılan başkanlık seçimlerine aday olması
bile sembolik olarak valilik makamından devlet başkanlığı makamına nasıl
çıkılacağının da bir göstergesi oluyordu.
Seküler devlet ve yönetim tartışmaları
Öncelikle söylenmesi
gereken husus, vali Purnama’ya yönelik eleştirilerin başında “bir başka dine ve
etnisiteye mensubiyeti” yaklaşımının ülkenin anayasal gerçekliğiyle tenakuz
içeriyor oluşudur. Kahir ekseriyeti müslüman olsa da Endonezya Cumhuriyeti
seküler bir devlet ve bu yapısını da Beş İlke (Panca Sila) ile 1945’den bu yana
sergilemekle kalmıyor, aralarında son derece önemli dini kurumların da olduğu
pek çok oluşum bu Beş İlke’yi ülkenin ve de kendi kurumlarının temel dinamiği
kabul ettiğini beyan ediyor. Kaldı ki, vali Purnama ülke siyasetine ilk defa
2012 seçimleriyle girmiş değil. Aksine 2003 yılından bu yana siyasetin içinde
ve 2005-2009 yılları arasında Doğu Belitung’da belediye başkanlığı, akabinde de
2009-2014 döneminde ulusal mecliste millekvekilliği hakkı elde etmiş bir isim.
Purnama, 2017 Şubat’ında yapılacak valilik seçimi içinse, devlet başkanının
yanı sıra, Cakarta Genel Meclisi’nde 28 üyeyle çoğunluğu elinde bulunduran
Endonezya Mücadeleci Demokrasi Partisi’nin (PDI-P) adayı olarak yarışacak.
Valiyi hedef alan
gösterilerin başlatıcısı konumundaki bir dini organizasyonun kısa bir süre
öncesine kadar devletin resmi kurumlarınca ‘radikal’ kanatta gösterilmesine
karşılık bugün devleti temsil makamındaki çeşitli kurumların yöneticileriyle
yan yana poz vermesine dikkat çekilmeli. Bu grupla normal şartlarda yan yana
gelmesi pek de muhtemel gözükmeyen diğer ‘ana akım’ sosyo-dini kuruluşların bu
süreçte şu veya bu şekilde sahada ve medyada yer almaları ise yukarıda kısaca
değindiğim, ülkenin modern siyasal hayatındaki girift ilişkilerin bir sonucu.
Öyle ki, ana akım gruplardan bazıları öne çıkıp, Müslüman olmayan bir kişinin
de valilik yapabileceği yönünde açıklamalar tanık olundu. Aslında bu açıklama,
gene yukarıda değindiğim ülkenin ‘temelleri’ noktasını dile getirmekten başka
bir yanı bulunmuyor.
İstiklâl Deklarasyonu ve koalisyon süreçleri
Endonezya
müslümanlarının başkent Cakarta gibi ülke siyasetinin odağındaki bir şehri
kimin yöneteceği konusunda kaygılar taşımaları doğal. Bu noktada, Vali
Purnama’nın Bin Adalar’daki konuşmasından sonra meşhur İstiklâl Camii’nde bir
araya gelen bazı ‘İslamcı liderler’in ‘İstiklâl Deklarasyonu’ olarak ilân
ettikleri valilik seçimine bir Müslüman adayla girme düşüncesi son derece
olumluydu ve de kayda değer bir heyecana yol açmıştı. Ancak sorun, adına
İslamcı partiler denilen siyasi yapıların kendi aralarında birlik sağlayabilme
konusunda irade gösterememiş olmalarıdır. Bunun en açık göstergesi ise İslamcı
denilebilecek veya Müslümanların hassasiyetlerine uygun siyaset yapma biçimini
benimsediği varsayılabilecek siyasi partilerin 23 Eylül’de tamamlanan adaylık
gösterme sürecinde farklı siyasi koalisyon gruplarına ayrışmış olmalarıdır.
2000’li yılların
başında büyük bir ümit olarak doğan Kalkınma ve Adalet Partisi (PKS), ordu eski
komutanlarından Prabowo Subianto’nun başında bulunduğu Büyük Endonezya Partisi
(Gerindra) ile koalisyona gitti. Ulusal Emanet Partisi (PAN) ise, 2004-2014
yılları arasında devlet başkanlığı yapan ordu eski komutanlarından Susilo
Bambang Yudhoyono’nun (SBY) kurucusu olduğu Demokrat Parti ile koalisyon
kurarak SBY’ın gene bir ordu komutanı olan oğlu Agus Harimurti’yi destekliyor.
SBY’nin başını çektiği bu koalisyon grubunun diğer İslamcı kabul edilebilecek
partileri ise Ulusal Uyanış Partisi (PKB) ile Birleşik Kalkınma Partisi (PPP)
oluşturuyor. Bu koalisyon oluşumundaki parti sayıları yanlış bir algıya sebep
olmamalı. Koalisyon sürecini kuran ve geliştiren bizzat SBY’dir. Öte yandan, SBY’nin
2009 yılında bir konuşmada askerlerin görevlerini terk edip sivil siyasete
atılmamaları gerektiği yönündeki yaklaşımı hatırlandığında bugün bizzat
kendisinin orduda görev yapan oğlunu istifa ettirip Cakarta valiliğine aday
yaptırması arasındaki çelişki de dikkate alınması gereken bir husus. Kaldı ki,
SBY’nin oğlunu valilik makamıyla sınırlı bir siyasi maceraya itmediği de aşikâr.
Bu fotoğraf
içerisinde siyasi partiler üç blok koalisyonuna ayrılırken, kolasiyon oluşum
süreçlerini ve de adayları domine eden yapıların ise Demokrat Parti kurucusu ve
başkanı Susilo Bambang Yudhoyono ve Büyük Endonezya Hareketi Partisi (Gerindra)
Prabowe Subianto gibi eski ordu komutanları ile milliyetçi sağın halen güçlü
bir ismi olmayı sürdüren Megawati Sukarnoputri olduğu görülüyor. İlginç olan
husus, bu süreçte İslamcı partilerin koalisyon süreçlerini yönetmekten ziyade
ikincil rol alıp, eski ordu komutanlarının kurucusu ve başkanı oldukları siyasi
partilerin vizyonlarına uygun bir yapılaşma içinde yer almalarıdır. Bu
yapılaşma, İstiklâl Deklarasyonu’nun daha kurulmadan çöktüğü anlamı taşıyor.
Ulusal siyaset içinde Küresel gelişmelere tepkiler
Aslında İslamcı
partilerin bu durumunun yeni bir sorun değil. Aksine, 1950’li yılların
başlarında Nahdat’ul Ulama’ya bağlı kesimlerin, dönemin önemli İslamcı partisi Masjumi’den
kopmalarla başlayan; 1998 yılında Suharto’nun iktidardan indirilmesinin
ardından kurulan yüz elliye yakın parti arasından kırk ikisinin İslami
hassasiyetler güden yapılar olmasına karşın birlik sağlamamış olmasını
hatırlamak gerekir. Endonezya’da İslamiyetin diğer beş din gibi toplumsal
yapıda bir yeri var. Ancak modern siyasal hareketler içerisinde İslamcı
ideolojileri güden yapılaşmalara imkân verilmemesi de bir diğer gerçek. Cakarta
valilik süreci bağlamında yukarıda dile getirilen koalisyon süreçlerinde,
İslamcı olduğu veya böyle bir hassasiyetle hareket ettiği belirtilen siyasi
kurumların temel aktör olamama ve birlikte hareket edememelerinin arkasında
böylesi bir tarihi geçmiş bulunuyor.
İslamcı partiler ve
lider tabakalarının birlik ve koalisyon kurma yönündeki zaafiyetlerine
karşılık, geçtiğimiz birkaç aylık süre zarfında binlerce Müslümanı meydanlara
toplayan bir hassasiyet ve inisiyatifin sadece Hıristiyan vali Purnama’ya
tepkiden başka nedenleri olamaz mı sorusu akla geliyor. Bu hassasiyetin, Güneydoğu
Asya bölgesinde Arakan Müslümanları gibi grupların maruz kaldıkları şiddet ve
zulme; Malezya’daki gibi Çin azınlığın ülke ekonomisindeki etkinliklerine ilâve
olarak, örneğin Penang gibi bazı eyaletler düzeyinde ki siyasi yapılaşmaları ve
nüfuzları ile bu süreci Federal siyasete taşımadaki kararlılıkları; Batı’daki
İslamifobi’ya ve Çin’in bölge üzerindeki siyasi nüfuz kalkışmasına karşı geliştirilen
yerel/ulusal düzeydeki tepkiler şeklinde algılamak mümkün. Böylesine önemli
bölgesel ve küresel sorunlar ile Endonezya ulusal siyasetinin kendine özgü
dinamikleri arasındaki bir tür girift ilişkilerin nasıl ortaya çıktığı ve
kimler ve hangi kurumlarca yönlendirildiği üzerinde daha derinlikli durmak
gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder