Adil Yurtkuran 24 Şubat 2016
Günümüzde
Malay dünyasının bir bölümünü oluşturan “Malezya Federasyonu” adıyla anılan
ülkede on üç eyaletten dokuzunda ‘sultanlar’ varlığını sürdürüyor. Malay
Yarımadası’ndaki bu sultanlıklar güneyde Singapur Adası’na komşu Cohor ile
Malaka Boğazı’nın kuzey sahili boyunca uzanan Negeri Sembilan, Selangor, Perak,
Kedah ve Perlis; Doğu Çin Denizi’ne bakan doğu tarafında ise Pahang, Terengganu
ve Kelantan’dan oluşur.
Bu
sultanlıkların, bölge tarihinde kayda değer bir yeri olan Malaka Sultanlığı’nın
varisleri olduğu söylenegelir. Portekizlilerin, Hindistan üzerinden Doğu
Adaları’na açılma sürecinde 1511 yılında Malaka şehir devletini ele
geçirmelerinin ardından, önce Cohor adıyla kurulan siyasi yapı, zamanla bölge
Müslümanlarının çeşitli alt etnik oluşumlar bağlamında zamanla sayısı dokuzu
bulan sultanlıklar şeklinde organize olmalarına neden oldu.
Bu
dokuz sultanlığın varlığının neye tekabül ettiğine dair kapsamlı bir bilgi
sahibi olmak bir yana, bizdeki varlıklarının ‘uzaktan bir seda mahiyetinde’ dahi
olduğu şüphelidir dersek yanılmış olmayız. Öyle ki, bu ‘Sultanlıkların’ 16.
yüzyıl başlarından 20. yüzyıl ortalarına kadar gündemde olan uzun sömürgecilik
döneminde farklı ‘sömürgeci güçlerle’ ne türden ilişkiler geliştirdiklerine ve nasıl
olup da uzun sömürgecilik süreci sonrasında ‘yeniden’ modern dünya içerisinde
rol alabildiklerine dair bilgimiz de yok denecek kadar sınırlıdır. Bu dokuz
sultanlıktan adı sıkça duyulan da Cohor’dur ve bu Sultanlık bağlamında
ortalıkta dolaşan hususlar da, bazı çevrelerce kolaylıkla manipülasyona
indirgendiğinden, ‘Cohor ve çevresinde’ olup biten önemli gelişmeleri anlama
çabasına girişildiğini söylemek de güçtür. Bu bağlamda dikkat çekilmesi
gereken, “Peki bu sultanlıkların siyasi varlıkları neye tekabül ediyordu, farklı
sömürgeci güçlerle ne türden ilişkiler geliştirmişlerdi, bağımsızlık öncesinde
verilen mücadelelerde nerede konuşlanıyorlardı ve bağımsızlık sonrasında da
modern ‘ulus devlet’ içerisinde ne şekilde yer aldılar ve almaya devam
ediyorlar?” sorularıdır.
İşte
bu çerçevede, kısa bir süre önce yayınlanan bir esere dikkat çekmek istiyorum. Donna
J. Amoroso’nun, başlığını “Gelenekselcilik ve Sömürge Malayasında Malay
Yönetici Sınıfının Ortaya Çıkışı” şeklinde çevirebileceğimiz eseri, ABD’de, Güneydoğu
Asya çalışmalarının öncü akademi merkezlerinden Cornell Üniversitesi’nde 90’ların
ortalarında tamamlanmış doktora tezinin gözden geçirilmiş baskısından bahsediyorum.
Yukarıda dile getirdiğim hususlara ve sorulara, arşiv belgeleri başta olmak
üzere birinci el kaynaklara dayanarak açıklık getirmeye çalışıyor.
‘Amoroso’
ismi Malay sömürgecilik tarihi konusunda çalışanların pek de duydukları bir
isim değil. Ancak ‘merhumenin’ doktora çalışmasının yayınlanmasıyla, bu alanda
önemli bir boşluğu doldurduğuna ve isminin literatürde şu veya bu şekilde yer
alacağına kuşku yok. Amoroso’nun bu eser yayınlanana kadar ilgili akademi
çevrelerinde yer almamasının önemli bir nedeni, mesaisini araştırma ve
yayıncılık konusundaki eğitimlere ayırmış olması.
2014
yılında basımı gerçekleştirilen Donna’nın bu çalışması, Singapur Ulusal Üniversitesi
ve Malezya Stratejik Enformasyon ve Araştırma Geliştirme Merkezi’nin ortak
yayını. Toplam yedi bölüm ve 276 sayfadan oluşan bu çalışma siyaset bilimi,
antropoloji, din sosyolojisi, tarih, sömürge sosyolojisi, siyaset sosyolojisi,
uluslararası ilişkiler gibi sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında Malay dünyası
okumalarında yer alacak mahiyette.
Eserin
başlığında geleneksel Malay yönetiminin ‘ortaya çıkışı’ denilmekle birlikte,
tarihin bir döneminde kalan bir siyasi ilişkinin ötesinde, bugüne kadar uzanan
bir yapılaşma gündeme taşınıyor. Bu bağlamda, yazarın temel araştırma sorununun,
bugünkü Malezya Federasyonu’ndaki dokuz sultanlığın siyasi ve toplumsal
karşılığını anlama çabasıyla hareket ettiği görülüyor. Bu araştırma, sadece
adına ‘Malezya Federasyonu’ denilen ülkenin tanınırlılığıyla sınırlı değil.
Aksine, erken dönem Malay sultanlıkları idaresi, siyasi elit ile halk kesimleri
arasındaki ilişki kadar, İslam dünyasında sömürgecilik ve ‘Müslüman yönetimler’
arasındaki bağın anlamlandırılmasına katkı yapması bakımından da dikkat
çekicidir. Tam da burada, İslam dünyası/tarihi/medeniyeti gibi kavramlar
gündeme taşındığında İslamlaşma süreçlerini değişik bölgelerinde erken
dönemlerden itibaren tanıklık ve tecrübe etmiş olan Malay dünyasının ‘es
geçildiğini’ bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Eserin
başlığıyla ilgili bir hususa değinmek istiyorum. Bu eserle gündeme taşınan ve
varlığı bugün devam eden ‘siyasi gelenekselcilik’ olgusunun, modern bir ulus
devlet yapılaşmasına konu olan Malezya Federasyonu için bir tezat teşkil ettiği
iddia edilebilir. Öte yandan, ‘uzaktan bir bakışla’, modern bir ‘ulus devlet’
içerisinde ‘sultanlık’ gibi dini/geleneksel bir yapının varlığının Müslümanlar
için kulağa hoş gelen bir yanı da yok değil. Ancak bu ‘hoşluğun’, neye tekabül
ettiği veya bir ‘boşluğu’ doldurup doldurmadığı da pek üzerinde durulan bir
husus değil.
Bu
çerçevede, 1786 yılında başlayan uzun erimli İngiliz sömürgeciliğinin Malay
Sultanlarının varlığını koruma kadar, bu dini/siyasi yapılara yön ve biçim
vermede sergilediği ‘müdahalecilik’, eserde soluk kesici bir mahiyette ele
alınıyor. Adına ‘dolaylı’ denilen bu müdahalecilik, Malay toplumlarına
‘sınırlı’ alanda tanınan bir tür otonom yapıdan müteşekkildir. Dini bir içeriğe
denk gelen veya İngilizlerce öyle anlaşılan veya anlamlandırılan ‘Sultan’,
yerli topraklarda bir kontrol mekanizması hükmünde karşılık bulmuştur. Bu
kontrol, Malay toplumlarının dinle bağdaşıklıklarını ‘yönetmeye’ matuf, bir tür
idari mekanizmadan ibarettir. Öte yandan, mülkiyet hakları, ticari serbestiyet,
sermaye akışı gibi idarenin diğer alanları ise, İngilizlerce ‘gönüllü olarak’
üstlenilmiştir (s. xxiii). Sömürge yönetiminin ‘geleneksel eliti’ koruma ve
kollama vazifesi, temelde Malay toplumunu yönetebilmenin bir aracı kılınmıştır.
Bu noktada, Malay toplumunun ‘liderlerine’ yönelik İslam öncesi dönemden
getirilen ve ‘yarı uluhiyete’ tekabül eden ‘sıkı bağlılık’ (s. xxv), kuşku yok
ki İngiliz yönetiminin gözden kaçırmadığı bir gerçekliktir. Tabii idarenin bu
şekilde paylaştırılması, Malay toplumundaki bir başka siyasi gerçeklikten, yani
Malay yöneticiler için siyasi meşruiyetin zeminini ‘toprak’ değil, kontrol
altında tutulan insan gücü oluşturmasından besleniyordu (s. 45).
Şimdi
böylesi bir yapıyı güncelleme gereği duyan İngilizlerin, tüm toplumsal ve
siyasal devrimlere rağmen, kendi Adaları’nda korumayı yeğledikleri monarşinin,
Malay dünyasındaki sultanlıkların formelleştirilmesinde rolü olduğu
söylenebilir. Öte yandan, ana monarşi hanedanlığından vazgeçebileceği -ki bunu ‘Cohor
ve Perak özelinde’ görmek mümkün-, İngiliz sömürge yönetimi yeni hanedanlıklar
üretmekte de zorlanmamış, monarşi kurumunun yeniden yapılaşmasında bizatihi aktif
rol almıştır (s. 34, 53). Öte yandan, neredeyse belli başlı tüm
sultanlıklardaki hanedanlık kavgalarında ‘aracı’ rolü oynayan İngilizler,
belirleyicilik hususunda ellerinden geleni yapmaktan da geri kalmamışlardır.
Ancak bu ‘dış müdahaleye’ rağmen, Malay toplumlarında ‘lidere’ bağlılık
olgusunda değişme rastlanmaz. Bu anlamda, İngilizlerin ‘acaba toplumdan bir
tepki gelir mi?’ yollu çekincelerinin olduğunu söylemek de güç. Aksine halkın
ya geleneksel hanedanlık veya ‘icad edilmiş hanedanlık’ olsun liderlere
bağlılığı şu veya bu şekilde ‘sömürge efendilerine’ bağlılığın da bir tür
garantisi olması sömürge yönetimince kabule şayan bir durum olduğuna şüphe yok
(s. 97).
Singapur
Adası merkezli kurulan İngiliz sömürge yönetiminin Malay Sultanlarının bireysel
varlıklarını korumanın ötesinde, onlar üzerinde Malay topluluklarını ‘sevk ve
idare’ etmede araçsallaştırması sürecinde, ‘sembolik’ değerler üzerinden yol
aldığı görülür. Bu bağlamda her bir sultana tahsis edilen ‘İngiliz
Danışmanlar’ın (Resident) ‘rehberliğinde’ ‘sultanlık kurumunun’ yeniden inşası
gerçekleştirilir (s. 80). Bu inşa süreci, sultanlar üzerinden Malay toplumuna
ulaşmanın adı da olur. Takvime bağlanmış bir dizi ritüel, sultanları toplumsal
görünürlüğünü modern bir evreye taşırken, halk nezdinde de var olan bir “İslami
yönetim” olgusuna kani kılar. Aslında burada, önceki süreçlerde pek de böyle
işlemeyip işlemediğine bakılmaksızın, İngiliz aklının bir ürünü olarak Sultanlık
kurumu ‘dinle temasa yapılan başat bir vurguyla’ siyasetin dışına itilmiştir.
Nedense sultan ile gelenek ve din arasında kurulan ilişkide -din özelinde- ‘alimler
sınıfı’ gibi bir kurumun varlığı İngilizlerce dikkate alınmadığı gibi,
Sultanlar tarafından da ‘alimlerle ilişkilerin’ varlığı ortaya konulmaz. Tabii
burada İngiliz sömürge yönetimi için dikkat çekilen husus, yukarıda kısaca
söylemeye çalıştığım gibi, Malay Yarımadası’nın ‘yönetiminin paylaşımı’nda
Sultan’ın payına düşenle İngilizlerin payına neyin düştüğünün hesabıdır.
Tabii,
‘Sultanlar’ demişken, bu geleneksel yapının yirminci yüzyıl ilk yarısında iki
savaş arası ve sonrası dönemin bölgedeki siyasi hareketleriyle bağlantısı
yadsınamaz. Eserde bu dönemle ilgili görüşler çerçevesinde ‘sultanların mı’
yoksa, özellikle sömürgeciliğe karşı başlatılan aralarında sosyalist, İslamcı
ve milliyetçi kesimlerin kesiştiği siyasi hareketlerin mi başat rol oynadıkları
sorusuna cevap bulmak mümkün. Bu bağlamda, İngiliz sömürge yönetiminin Malay
Yarımadası’nı bir yandan kendi başına ayakta durabileceği bir Malay
milliyetçiliği, öte yandan diğer antropolojik anlamda Malay topluluklarının da
içinde yer aldığı Doğu Takımadaları’nın da eklemleneceği Pan-Malay ruhuna karşı
‘Sultanları’ ve içinde yer aldıkları siyasi yapılaşmayı bir tür koz olarak
kullandığı hatırlanmaya değer (s. 169). Bu
sürecin, örneğin çevre ülkelerdekine benzer geniş bir halk hareketiyle eski
rejim yerine, dönemin özelliklerine matuf bir siyasi yapılaşmayi getiremeyişi
de üzerinde hassaten durulmayı gerektiriyor. Bu süreci,1942’deki Japon işgali
ve işgal üzerinden bölgede zaten bir şekilde yeşermiş olan milliyetçiliğin
kuvvet kazanmasıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Ancak ‘hikayenin’ burada
bitmediği ve Japonya’nın devre dışı bırakılmasından sonra eski sömürgeci
İngilizlerin bölgeye girişiyle yeni bir siyasi modele kapı aralanır.
Eserde,
1946 ve 1957 yılları arasında bağımsızlığa giden uzun süreçte Malay
Yarımadası’nda siyasi hareketlerden biri olan Birleşik Malay Ulusal
Organizasyonu’nu (UMNO) harekete geçiren siyasi akıl ve bu aklın geleneksel
elitle olan bağı da ele alınıyor. Bu anlamda, 58 yıldır Malezya’da iktidarda
olan UMNO’nun varlığının Sultanlık kurumlarının varlığının devam etmesiyle
kopmaz bir bağı olduğu gündeme taşınıyor. Bu husus, hiç kuşku yok ki, UMNO’yu
1930’lardan itibaren ortaya çıkmaya başlayan Malay ulus bilinci çevresinde
örüntülenen siyasi hareketlerden ayıran bir durum.
Ancak
eserin tamamı okunduğunda 2. Dünya Savaşı sonrasında UMNO özelinde -yeniden- başlayan
milliyetçilik hareketi ile, 1957 yılında gelen bağımsızlık ve sonrasında ‘sultanlıkların’
kazandıkları meşruiyetin temellerinin sömürgecilik döneminde atıldığına dikkat
çekiliyor. Dolayısıyla ortada İngiliz sömürge yönetim aklının ortaya koyduğu
bir tür siyasi yeniden-yapılaştırmanın Malay Yarımadası’nda uzun erimli bir
proje çerçevesinde gündeme geldiği görülür. Arada kopuşlar, Malay İslamcı ve
entellektüel çevrelerinin dayandıkları ideolojik yapılaşmalar ve bu anlamda
ortaya konan eğitim ve yayın faaliyetleri, İngiliz ‘icadı’ gelenekselci siyasi
elitin varlığı karşısında bir sınırlılığı da içinde taşır.
Malay
sultanlıklarının varlığının bugün de sürdüğü dikkate alınacak olursa, konunun
tarihin karanlık dehlizlerinde kalmadığı, aksine dünden bugüne ve bugünden düne
oldukça sıkı bağdaşıklıkların olduğu görülür. Malay dünyasının Malezya
kesimindeki hikâyeyi anlama çabasına devam edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder