11 Aralık 2013 Çarşamba
Dünya Ticaret Örgütü’nde Mutlu Son mu? / A Happy End at WTO?
Mehmet Özay 9 Aralık 2013
Dünya Ticaret Örgütü’nün Bali’deki
Bakanlar düzeyinde yapılan 17. Toplantı’sı tüm zorluklara rağmen, ‘imzayla’
sonuçlandı. Ve Böylece “Ticareti Kolaylaştırma” adı verilen bu anlaşmayla DTÖ
yola devam kararı aldı... Anlaşma, aynı zamanda “2001 Doha Ruhu”nun dirilişi
olarak da değerlendirilebilir. Gelişmeye ilk olumlu mesaj ise Barack Obama
oldu. Obama bu anlaşma ile özellikle ‘küçük işletmeleri’ uluslararası
mobilizasyon kazanacaklarını ileri sürdü.
1995’de kuruluşundan bu yana
üyelerarası anlaşmazlıklarla gündeme gelen ve her toplantısı alternatif
toplantılar ve gösterilerle proteste edilen DTÖ bu sefer imza atmayı başardı.
159 ülkenin üye olduğu örgüt, Bali öncesi Cenevre sürecinde ortak bir metin
üzerinde anlaşma sağlayamamıştı. Bu nedenle, Bali’de nelerin yaşanağı merak
konusuydu. Bu süreçte, Örgüt’ün Brezilyalı Genel Sekreteri Roberto Azevedo’nun “Bu anlaşma, ya imzalanacak ya da her şey
bitecek” türünde tehditvari açıklaması etkisini gösterdi diyebiliriz. İmza
sonrası böylesine rasyonel bir kurumun yöneticisinden beklenmeyecek şekilde gözyaşlarını
tutamayan ise gene Azevedo’ydu....
Yukarıda Obama’nın ilk olumlu
tepkiyi veren lider olduğunu söylemiştik. Nedeni de açık... 1995’den bu yana
kaydadeğer bir gelişme sergileyememiş DTÖ’nün varlığı karşısında küresel
ticareti bölgelerarası anlaşmalarla yürütmeye çalışan ABD yönetimi DTÖ çerçevesinde
‘sınırlı da olsa’ bir adım atılmasından herhalde memnuniyet duyuyor olmalıdır.
ABD’nin bu bölgelerarası anlaşmalarına en son örnek ise Trans-Pasifik İşbirliği
Anlaşması (TPPA) çalışması geliyor. Henüz son imza aşamasına gelinmese de
ABD’nin Pasifiğin iki yakasını bir araya getirecek ve ABD ekonomisine hayat
kapısı olacak çözümlerden biri olarak bakılıyor.
Küresel sistemin öncülerinin DTÖ
Anlaşmasıyla ilgili olarak kulağa hoş gelecek şekilde dile getirdikleri
“zengin-fakir tüm ülkeler aynı oyunun kurallarını oynayacakları” argümanıydı.
Ancak “Şartlar zenginler ve fakirler açısından aynı mı?” sorusu hep gündemde
yer işgal etti ve etmeye de devam edecek. Örneğin yatırımların gelişmiş ülke iş
çevrelerinden gelişmemiş/gelişmekte olan ülkelere doğru bir akım seyrettiği
dikkate alındığında DTÖ ‘kuralları da’ bu ulusaşırı yatırımcıların lehine
çalışıyor. Yani DTÖ’nün koyduğu kurallar göz ardı edilmeyecek kadar bağlayıcı.
Bu anlamda, DTÖ kuralları karşısında yerli hükümetlerin yasa gücü de
bulunduğunu söylemek güç. Kurallar belirlenmiş oluyor ve oyuncular sahaya
iniyor. Elbette yabancı yatırımların geri kalmış bölgelerde iş olarak geri
dönüşü argümanı da her şeye rağmen epeyce eleştirilmeye matuf bir yön içeriyor.
Süreç hiç de sanıldığı gibi düz-pozitif bir çizgi takip etmiyor...
DTÖ’nün önceki
toplantılarındaki handikapların benzeri gene tekrar etti. Öyle ki, Cenevre
sürecinden başlayarak toplantılar öncesinde başta Hindistan, Çin ve Küba olmak
üzere Güney’in tepkisi vardı. Özellikle son güne kadar devam eden Hindistan’ın
tepkisi anlaşma sağlanamayacağı ihtimalini güçlendiriyordu. Bu nedenledir ki,
ev sahibi ülke Endonezya’nın Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono bizzat
Hindistan Başbakanı’nı Manmohan Singh’i arayarak anlaşma kosunuda ısrarcı oldu.
Bir anlamda DTÖ toplantısında anlaşma bu görüşmenin sonrasında gerçekleşti.
Kaderin bir cilvesi olsa gerek, bu anlaşma, İki kutuplu dünya sistemi yani
Soğuk Savaş yıllarının başlarında iki sisteme de kafa tutabilme emaresi
göstermiş ve bu anlamda Bandung’da Üçüncü Dünya’nın alternatif sözcülüğüne
soyunmuş Endonezya’da gerçekleşti.
Hindistan Anlaşma’ya ‘evet’
derken, kendi görüşünü de kabul ettirmiş oldu. Neydi Hindistan’ın talebi? Yüz milyonlarca
yoksul kitleyi besleyecek ve ülkenin sadece sosyal yapısını değil, politik
yapısını da garanti altına alacak şekilde tarım ürünlerinde sübvansiyona devam
edilmesiydi. Hindistanlı yetkililer görüşmelerde, ülkelerinin ‘tarım
sübvansiyonlarının kaldırılması’ şartından azade edilmesini istediler ve bunu
da kabul ettirdiler. Bu ‘imtiyaz’ sadece Hindistan’la sınırlı değil. Aksine tüm
gelişmekte olan ülkelerde sübvansiyonların “geçici süre” devam edilmesi
Güney’in şimdilik bir yandan kazanımı gibi gözükürken öte yandan DTÖ’nün önüne
taş koymak anlamına da yorumlanabilir.
Genel Sekreter Azevedo’nun
vurguladığı üzere 2014 yılı bu konuda önemli adımların atılacağı bir yıl olacağı
açıklaması da henüz anlaşma bağlamında herşeyin kesinleşmediğini de ortaya
koyuyor. Bu ne anlama geliyor? DTÖ, iddiasından vazgeçmiş değil... Küresel sistemi
rahatlatma adına geçici verilen bir imtiyazın ardından şartlarını kabul ettirme
noktasında yakın gelecekte ciddi çabalar ortaya konacak. Bu anlamda, DTÖ’nün
“Ticareti Kolaylaştırma Anlaşması” sürecinin bittiğini söylemek güç.
DTÖ dünya ticaretini ilgilendiren
bir kurum ve aldığı kararlarla bu ticarete yön veriyor. Ancak küresel ticaret
anlaşmalarında bugüne kadar izlendiği üzere sadece zenginler arasında ticaret
konuşulmuyor. Bunu en iyi Hindistan’ın çıkışıyla görmüş olduk... Aksine, bu
ticareti yönetecek kuralların her bir ülkenin özellikle de, Güney’deki fakir
kitleleri ne yönde etkileyeceği üzerinde duruluyor. Bu bağlamda, Türkiye gibi
ülkelerin gerek devlet ve gerekse özel kesim de -diyelim ki STK’lar boyutunda
bu konuya ne denli eğildiklerini de tartışmak gerekiyor. Çünkü son dönemdeki
çıkışlarıyla devletin kimi organları düne kadar öncülüğünü kimi STK’ların
yaptığı söylenen ‘yardım işinde’ kayda değer adımlar atarken, bunun sadece
‘fakirin karnını’ doyurma yaklaşımı ile sınırlı olmadığı da ipuçlarını vermeye
başladı. ‘Karın doyurma’ olgusu tastamam bir dünya sistemine müdahale anlamı
taşımıyor mu diye sormak gerekir. Bakın buna en son örnek, Bengaldeş’te neredeyse
ömrünü bu işe vermiş Prof. Muhammed Yunus’un ‘mikro kredi’ çalışmalarının dünya
kapitalistlerinin egemenliğine geçmiş olması... Akabinde daha geçtiğimiz Kasım
ayında da Bengaldeş Hükümeti ‘Gramen Bankası’nı devletleştirme kararı aldı.
Prof. Yunus’un bu karara verdiği “Hükümet, mikro finans sistemini ortadan
kaldırmak anlamın geliyor” tarzındaki tepkisinde neler olup bittiğini çok net
ortaya çıkıyor sadece ‘cepten’ yeme
olarak değerlendirlerini düşünmek yanlış olur.
Herhalde bu noktada söylenmesi gereken “Biz
ticaret yapalım. Kârımızın bir bölümüyle yoksula bakalımdan ziyade, yoksulu
kendi inisiyatifiyle ‘adaletli’ bir üretim-tüketim süreçlerine nasıl
yönlendirebiliriz” olmalı. Bu noktada, gerek bölgesel gerekse küresel ticaret
anlaşmalarına imza atmadan önce devlet ve de özel kesim ki bundan kastımız
STK’lardır, kayda değer açılımları sergileyecek donanımda olmaları gerekir.
Bugüne kadar oldular mı? Olmadılarsa bundan sonrası çok önemli bir süreç... Bir
örnek verelim... Oxfam, DTÖ’nün son anlaşması üzerine ‘katkılarını’ yapıyor...
Kuvvetle muhtemel görüşmeler öncesinde de ilgili ülkeler nezdinde lobi
çalışmalarında bulundu... Oxfam’dan önce bunu düşünecek çok daha sağlam
argümanlarımız olduğunu unutmamak lazım...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder