Mehmet Özay 24 Aralık 2013
Seçimlere az bir süre kala Bangladeş’de neler olacağı konusunda farklı
görüşler var. Bu süreç, hiç kuşku yok ki, Başbakan Şeyh Hasina’nın son dönem
başbakanlığında yani, 2009’dan bu yana neler oluyor sorusuyla irtibatlı. Şeyh
Hasina örneğin, ülkede ana akım siyasal yapıların kökleriyle ilgili kayda değer
bilgiler açılımlar sağlamasıyla da dikkat çekicidir.
Hasina’nın, Halkçı Parti (Awame League)’in başına geçmesi, zannedilebileceği
gibi demokratik rekabetin bir sonucu değildir. Aksine farklı siyasi
fraksiyonları içinde taşıması nedeniyle parti içi birliği sağlayamamanın doğurduğu
bir zorunluluğun akabinde, bir tür köklere dönüş olarak da kabul edilecek
şekilde ordu marifetiyle ortadan kaldırılmış ve ardından idolleştirilmiş babasına
referansla kızının parti başkanlığına getirilmesi sürecidir. Bu işin ülke içi
siyasal yapılaşmasını ortaya koyarken, Hasina’nın hangi dış güçlerce
manipülasyona açık olduğunu da ortaya koymak lazım. Çünkü son birkaç yıldır
ülkede sürgit devam eden baskı ve zulüm ortamının salt Bangladeş iç siyaseti
ile açıklamak mümkün değildir.
Bu noktada, kuruluş yıllarının ardından ülke yönetimini eline geçiren ve
tek parti ideolojisi ile hareket eden babası Muciburrahman’ın öldürülmesi
süreci yeniden hatırlanmalıdır. Muciburrahman’ın niçin ve hangi güçler
tarafından öldürüldüğü üzerinde uzun uzun durulabilir. Ancak burada sadece
özetle şu hususa değinebiliriz. O da demokratik seçimlerle başa geçmiş olan
Muciburrahman’ın bir süre sonra ülkede siyasal partileri ve medyayı kısıtladı. Tüm
memurların kendi partisine üye olmasını mecbur kılacak denli Sovyet sistemine
eklemlenme hevesi taşıyordu. Bu ise giderek tek parti tek adamı misyonuyla
hareket etmesinin ibareleriydi. Üstüne üstlük, kendine bağlı özel silahlı
birlikler oluşturması da bağımsızlıkta ‘rolü’ olan ordu içerisinde
huzursuzluklara yol açıyordu. Ancak öldürüldükten sonradir ki, kurduğu parti
mensuplarının bile eleştirilerine hedef oldu.
Bu süreçte, arkasında ordunun olduğu güçler tarafından Muciburrahman, eşi
ve üç erkek çocuğu ile saldırıda hayatını kaybetmesinin ardından Hasina’nın
neler yaptığı önemlidir. 1981 yılında, dönemin devlet başkanı Ziyaurrahman’ın
davetine kadar Hasina’nın kadar Hindistan’da olduğu biliniyor. Bu süreçten
bağımsız ele alınamayacak bir diğer husus Hasina’nın ülkeye döner dönmez
yaklaşık bir ay içerisinde Ziyaurrahman’ın öldürülmesi hadisesidir. Ziyaurrahman’ın
kurduğu Milliyetçi Parti içinde de benzer bir sürecin gündeme geldiği
görülüyor. Yani, ortadan kaldırılan Ziyaurrahman’ın yerine kızı Halida Zia
parti başına getirilecektir. Bu anlamda ülkenin kısa siyasal tarihinde bu iki
kadının mücadelesi şeklinde geçtiğini söylemek mümkün. Ancak bu kadın
‘liderlerin’ partileri içerisinde var oluşlarını demokratik temayüllerle açıklamak mümkün
olmadığı gibi, birbiri yerine Başbakanlık makamına gelirken ki süreçlerinde de
pragmatik bir yönelim sergiledikleri aşikardır... Bu sürecin vazgeçilmez aktörü
olarak ortaya çıkan Cemaat-i İslami’de partileşmeden ziyade bir sivil/toplumsal
hareket öncellendiği görülür. Ancak Cemaat-i İslami ikincil bir düzeyde gördüğü
siyasal süreçlerde yer alışında önce parti içinde demokratik yöntemleri ardında
da ulusal düzeyde mevcut koşullar içerisinde mümkün olan azami düzeyde
demokratikleşmeyi öncelleyen bir siyasi yaklaşımı ortaya koymasıyla belki de
bazılarınca ‘ilerici’ denilebilecek bir akıma öncülük ediyordu. Cemaat-i
İslami’nin daha 1980’lerden itibaren dillendirmeye başladığı seçim hükümetleri uygulamasına
yukarıda zikredilen iki siyasi hareketin liderleri dönemin şartlarına göre
destek vermiş veya vermemişlerdir. Bu anlamda siyasi ‘ikiyüzlülük’ malul
oldukları açıkça ortadadır. Cemaat-i İslami, ülkenin belki de bağımsızlığı
öncesinden başlayan bir anlayışla, siyasi hayatın yolsuzluklara kapı aralayan
vechesini iyi okumuş, çatışmadan uzak ve halka arzu edilen liderlik konumunu
taşıyacak en iyi mekanizmayı ortaya koymaya çalışmıştır. Öyle ki, Prof. Dr.
Gullam Azzam’ın liderliği döneminde seçimler öncesinde ‘geçiş hükümetlerine’
vurgu sürekli gündeme getirilmiştir. Bunun temel nedeni de seçim süreçlerinin
iktidar odaklarınca manipülasyona açık yapısıdır. Özellikle bu tür ülkelerin
modern tarihinde neredeyse istisnasız denilebilecek süreçler Bangladeş’te de
gerçekleşmiştir. Öyle ki, 1991 seçimlerinde geçiş hükümetine yanaşmayan Ulusal
Parti lideri Halida Ziya, iktidar oluyordu. Akabinde yani 1995’de, iktidarın
nimetlerini gören Halida Ziya, Cemaat-i İslami’nin seçim hükümeti kurulması
talebini reddederken, iktidara gelmek için bundan ve Cemaat-i İslami ile
ittifak olmaktan başka yol olmadığını gören muhalefette bulunan Halkçı Parti ve
lideri Şeyh Hasina, Cemaat-i İslami’nin seçim hükümeti yaklaşımını desteklemiş
ve kurduğu ittifakla iktidara taşındı. Aynı süreç, seçim hükümeti uygulaması
sonucu Şeyh Hasina iktidarı kaybederken, Ulusal Parti ve Cemaat-i İslami seçim
ittifakı iktidara gedi. Cemaat-i İslami’nin nasıl bir rol oynadığını burada iyi
tahlil etmek gerekir. Tek başına iktidar ol(a)mayan, belki de böyle bir siyasi
hırsdan yoksun Cemaat-i İslami ülkenin mevcut şartlarda en iyi yönetilmesinin
yollarını arıyordu. Bu noktada öncellediği sosyal faaliyetleri ile üzerine
düşeni yaparken, bir siyasi organizasyon olarak da azami katkısını ortaya
koymaktan geri kalmıyordu. Ana akım siyasi partiler diyebileceğimiz Halkçı
Parti ve Ulusal Parti’nin neredeyse birbirine eşdeğer oy oranları ki bunu %40
olarak zikretmek mümkün, parlamentoda çoğunluğu sağlamak için mutlak surette
bir siyasi ittifak yapmaları gerekiyordu. Cemaat-i İslami bu noktada ortaya
çıkıyor, sadece %10’a tekabül eden oy oranıyla değil, belki de bundan da öte
ittifak yaptığı partiye katma değer katacak sosyo-siyasi mobilizasyonu
üstleniyordu. Bu güçlü yapısı, üyelerinin ‘satın alınamazlığı’ ve güç karşısında
‘tehdit edilemezliği’ ile önemli bir yapıyı oluşturuyordu.
İşte bugün gelinen noktada, Başbakan ve Halkçı Parti lideri Şeyh Hasina,
kısaca özetlediğimiz yukarıdaki süreci sona erdirecek ve ülke siyasal yaşamında
yeni bir evreye girilmesine neden olacak ‘siyasi karalama kampanyasını’
yürürlüğe koymaya başladı. Temelleri 2006 yılı seçimlerine dayanır. Daha o
dönemde Halkçı Parti’nin ordu desteğiyle Cemaat-i İslami üyelerine yönelik
baskı ve sindirme operasyonları hapisler ve ölümlerle sonuçlandı. Gene ordunun
desteklediği sivil hükümetlerin iki yıllık yönetim ülke siyasal yaşamında rol
aldı. 2007-2008 yıllarındaki ordu destekli sivil yönetim sırasında Şeyh Hasina’nın
“Bu bizim hareketimizin başarısıdır” açıklaması manidardır. Bu, Halkçı Parti ile
ordu arasındaki bir ittifakın varlığını ortaya koymaktadır.
2009 yılı Ocak ayındaki seçimlerin hemen akabinde Şeyh Hasina çoktan
hazırlanmış planını icraata geçirme şansı buldu. Ve Cemaat-i İslami’nin önde
gelen dokuz liderinin ölüm cezasıyla çarptırılması gibi vahim bir duruma
ulaştı. Şeyh Hasina’nın seçimlerde önceden hazırlanmış oylarla ve mevcut seçim
sandıklarının sayılmamsıyla gerçekleşen manipülasyona dayanır. Öyle ki, hangi
parti’nin kaç sandalye alacağı önceden belirlenmişti. Buna göre Cemaat-i İslami’yeye
sadece iki sandalye verildi. Ancak normal şartlarda Cemaat-i İslami’nin 15-20
arasında milletvekillik kazanıyordu. Örneğin, en son en yüksek milletvekili
sayısı 18’di. Hasina’nın partisi ise sandayelerin %80’ini kazandı.
Yakın dönemde başlayan ve bugüne kadar devam eden süreç, Cemaat-i İslami
ile Ulusal Parti arasındaki ittifakı ortadan kaldırmaya yöneldi. Uzmanların
ifade ettiği üzere Şeyh Hasina, Ulusal Parti’ye saldıramazdı. Çünkü Halida
Ziya’nın babası, General Ziarurrahman partiyi kurarken ordu güçlerinden destek
aldığı hatırlanırsa partinin köklerinin ordu artıklarına dayandığı ortaya
çıkar. Cemaat-i İslami’yi kolay lokma yapacağı düşünülen argüman ise hazırdı...
Yani bağımsızlığa karşı çıkan bir yapıydı...
Halkçı Parti’nin ülke siyasi haritasını değiştirecek girişimlerinde üç
temel hedef vardır. İlki orduda değişiklik yapmak. Çünkü ordu ailesini
öldürmüştü. Bu orduya beslenen bir intikamdı ve 2009 şubat ayında paramiliter
bölümündeki ayaklanma ile uygulamaya konuldu. 57 üst düzey ordu mensubu
öldürüldü.. Kimi gözlemcilerin ifade ettiği üzere Hindistan komandoların
yönettiği bir operasyondu. Ordu mensupları vahşice katledildi ve cesetleri
kanalizasyona atıldı... Olayı araştırmak üzere üç komisyon -ordu, içişleri ve
hükümet kanadından- kurulduysa da raporlar yayınlanmadı. Buna ilave olarak, pek
çok asker herhangi bir neden gösterilmeksizin ordudan atıldı. İkinci hedef yargı
sistemiydi. Halida Ziya yönetiminin atama yapmadığı 251 yargıç partiye mensup
yargı üyelerince dolduruldu. Bu süreçte tek kriter parti mensubu olmaktı. Ayrıca,
gene boş olan kontenjanları doldurmak amacıyla 30.000 kişi polis gücüne
alındı... Öyle ki, sağlık bakanı bile açıkça parti üyesi olmayanların
alınmayacağını aleni olarak dile getirdi. Üçüncü hedef ise muhalefet bloğunu
ortadan kaldırmaktı. Bununla, muhalefet ittifakına zarar vermek mümkünse
ortadan kaldırmak amaçlandı... Cemaat-i İslami ortadan kaldırılırsa Ulusal
Parti siyasi mücadele ortaya koyamazdı... Çünkü Ulusal Parti organize bir yapı arz
etmiyor. Ulusal Parti’yi etkisiz kılmanın yolu Cemaat-i İslami’yi ortadan
kaldırmaktı. Bunun en kestirme yolu da, Cemaat-i İslami liderlerini ‘savaş
suçu’ işledikleri yaftasıyla pasifize etmek veya gerekirse ortadan kaldırmaktı.
Şimdi bu süreç yaşanıyor.
http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/284240/banglades-siyasetinde-gerceklere-bakis
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder