Mehmet Özay 25 Mayıs 2013
Myanmar is inevitably a new dimension of American interests pertaining to her geo-strategic and economic reasons. Though human rights of the Rohingya Muslims have not been considered in a significant level by the majority of the world powers, it is more benefitial to support junta regime of Myanmar..
Myanmar Devlet Başkanı Thein Sein’in beklenen Amerika ziyareti gerçekleşti.
Bu ziyaret, geçen yıl Kasım ayında Obama’nın ikinci kez Başkan seçilmesinden
hemen sonra Güneydoğu Asya’ya yaptığı ziyaretin iadesi anlamı taşıyordu. Ayrıca
son yarım yüzyılda düne kadar Amerikan’ın Burma diye adlandırdığı bu devletten
Yeni Dünya’ya yapılan ilk ziyaret olma özelliği taşıyor. Bu sembolik ziyaretin
bir diğer adı ise, kuruluş yıllarında Bağlantısızlar Grubu’nun neredeyse kurucu
aktörleri arasında yer almaya aday bir ülkenin Batı marjinine kayışının
öyküsüdür.
Eski general, yeni ‘reformcu’ Thein Sein, ülkesinde siyasi özgürlükler
konusunda ne kadar mesafe alındığının ‘raporunu’ vermek üzere Washington’daydı.
İnsan hakları politikalarında verdiği sınavda yol kat ettiğinin yeni bir
göstergesi olarak ülkesinden ayrılmadan hemen önce belli sayıda siyasi mahkuma
özgürlüklerini tanıyan belgeye imzasını atmıştı. Bu gelişmeler, Batılı sivil ve
yarı sivil örgütlerin rapolarında ısrarla yer verdikleri siyasi tutuklular sınıflamasında
başarı hanesine konulacak icraatlardı.
Öte yandan, belki de kaderin bir cilvesi olsa gerek, Obama-Sein görüşmesine
denk gelen günler ve saatlerde Myanmar’da yedi Müslüman geçen Mart ayındaki
çıkan olaylarda hayatını kaybeden bir Budist rahibin öldürülmesinden sorumlu
tutulmuş ve uzun yıllar sürecek hapis cezalarına çarptırılmışlardı.
Aslında Amerikan yönetiminde Obama’nın başını çektiği iyimserler ‘kulübü’ne
rağmen, Myanmar konusunda temkinli yaklaşılmasını salık verenler de yok değil.
Bu ülke bir yandan, demokratikleşmesiyle öne çıkartılır ve uluslararası arenada
meşruiyet kazandırılırken, öte yandan oldukça tehlikeli bir yönü olduğuna da
dikkat çekiliyor. Kimi yayın organlarında, Myanmar’daki şiddet ‘kültürü’,
Yugoslavya’nın dağılmasıyla 1990’larda ortaya çıkan ve bugün ulusalararası
siyaset literatürüne ‘Balkanlaşma’ olarak geçen olgunun tekerrür ettiği
vurgulanıyor. Sanki o dönem, Batılı devletler ve kurumlar Balkanlar’da
yaşananlara beklenen yaklaşımı sergilemişlercesine bugün bu olguyu maharetmiş
gibi Myanmar için gündeme getiriyorlar. Burada açıkça bir saptırma olduğunu vurgulamak
lazım. Yani, Müslüman unsurlar birkaç yıl öncesine kadar Myanmar denilen ülke
topraklarında devletin ‘yüce’ koruması altında hür ve bağımsız yaşam
sürüyorlardı da, ‘diktatöryal’ yaklaşımını ‘demokrasiye’ evirmesiyle Budist
militanların maharetiyle ‘etnik çatışmalar’ başladı. Öyle mi acaba? Buna, olsa
olsa, altmış yıllık Burma/Myanmar diktasını onurlandırmak denir.
Bu bağlamda, Amerikan’ın bölgeye ilgisinde jeo-stratejik ve ekonomik
çatışmaların rolü unutulmamalı. Amerikan terazisinde Myanmar’daki Müslümanların
ahvali ile ekonomik kazanımlar eşdeğer değil. Bu çerçevede, Amerikan yönetiminden,
başta Arakanlılar olmak üzere Myanmarlı Müslümanların en temel insani haklarını
savunması ne kadar beklenebilir? Amerikan’ın Myanmar’daki ‘demokratikleşme’
sürecine yaklaşımı, kuşku yok ki, Güneydoğu ve Doğu Asya’da ‘şimdilik’ düşük
yoğunluklu süren teritoryal sorundan ve gelecek vaad eden potansiyel ekonomik
kazanımlardan bağımsız değil. Yakın döneme kadar, Myanmar’a uygulanan
ambargonun karşılık vermemesi üzerine, sanki ambargoyu kaldıracak büyük çaplı
değişimlere kapı aralanmışcasına birdenbire Amerikan ve de ardından Avrupa
Birliği yöneticilerinin Myanmar’ın kapısını arşınlamalarında bu bölgede giderek
ivme kazanan uluslararası çekişmelerin başat bir rolü var.
Çin’in siyasi ve ekonomik etkinlik sahasını genişletme yönünde politikalar
ve bunların somut icraatlara dönüşmesi karşısında Amerika’nın müdahalesiz kalması
beklenemez elbette. Çin bir yandan Myanmar üzerinden Bengal Körfezi ve de
dolayısıyla Hint Okyanusu’na açılma projesi üzerinde kafa yorar ve Mekong
Vadisi’ni boydan boya kesecek karayolu projesinin hesaplarını yaparken, öte yandan
aralarında soğuk savaş’ın devam edegeldiği Hindistan’la “güven inşasına” başlar
ve hemen akabinde, ‘Acaba hangi alanlarda işbirliği yaparız?’ sorusunun
cevabını alma sürecini derinleştirme uğraşı verirken Amerika’nın kılını kıpırdatmaması
beklenemez. Öyle bir coğrafya etkileşiminden bahsediyoruz ki, Himalayalar’ın
bir ucundan diğerine, bir koluyla Pasifik’e diğer koluyla Hint Okyanusu’na uzanan
devasa bir alan bu. Herhalde, Asya
Yüzyılı’nın dinamiklerinden biri bu olsa gerek.
Bu nedenledir ki, Amerikan yönetimi küresel etkileri olacak bu gelişmeler
karşısında, bölgeye dair kendi gelecek kurgusunu somutlaştıracak araçları oluşturma
arzusunda. Bunun içindir ki, bölgenin ekonomik yatırımlar ve kalkınma anlamında
‘premature’ ülkesi Myanmar pilot bölge seçilmiş durumda. Obama, Thein Sein’in
‘sözde’ reform çabalarına desteğini sunarken, hemen ardından konunun ekonomik
yatırımlara gelmesi son derece doğal. Çin’in silah satışı, -şimdilik durdurulsa
da- dev baraj projesi, maden kaynaklarını devşirmesi ve envai türden malın
‘black market’ maharetiyle Myanmar üzerinde ekonomik bir baskı kurması
karşısında Obama, hem de çok naif bir açılım sergileyerek. Myanmar’da tarım
faaliyetlerinin geliştirilmesi için ön ayak olabileceklerini belirtiyor. Bir de
söylenmeyen yönü var bu işin. Onu da biz söyleyelim. Başta Ford, General
Electric, Caterpillar gibi dev çok/uluslu şirketlerin yönetimleri Myanmar’a
girme kararının altına imza attı bile.
Amerikan yönetimi, şunun şurasında bir yılının dolmasına birkaç gün kala
Arakanlı Müslümanların maruz kaldıkları ‘yeni’ zulmün tastamam gözler önünde
olduğunun farkında değilmiş gibi davranmayı yeğliyor açıkçası. Eyalet Başkenti Sittwe’de
evlerine, işlerine, okullarına gidemeyen Arakanlı Müslümanların aylardır, esir
kamplarını aratmayacak koşullardaki barınaklarda tutulmaları, yolunu bulanın
okyanusa açılmaktan başka çözümünün olmadığı ve gene süreçte yüzlerce mazlumun
okyanus sularına ‘kapılarak hayatını kaybetmesi Batılı yöneticilerin siyasi
idraklerini güncellemeye ve insani yaklaşımlarını ortaya koymalarına kafi
gelmiyor. Bu sürecin tetikleyicisi hadiselerden sorumlu olanları ortaya
çıkartacak ‘ulusal komisyonun’ ne türden bir araştırma yaptığı ve bir yıl
sonunda nasıl bir sonuca ulaştığını sorgulayacak adalet duygusu ve bunun
pratiği olan yargı sürecini gündeme getirmeyi de gereksiz addediyorlar. Veya
aylar öncesinde yapılacağına karar verilen ‘Müslümanları’ kayıt altına alma
işlemlerinde nasıl bir aşama kaydedildiğini, bunun Müslümanları ülkenin ‘asli
unsurları kabul ederek kimlik belgesi verme işlemi mi ‘ yoksa bu kitleyi
‘Bengaldeş göçmeni’ statüsüne sokmayı hedefleyen ‘sinsi’ bir politikanın ürünü
mü olduğunu sorgulayan yok. Ama bu çevreler kalkıp rahatlıkla Thein Sein’i
‘reformcu Başkan’ sıfatıyla selamlayabiliyorlar. Bir de bu süreçte ‘umutluyuz’
diyen çevrelerin de umudu nerede aradıklarını sormak zamanı şimdi. Yoksa bu
sıfatı sarf ederken, kendi kazanımlarını kastediyorlar olmasınlar acaba?
Obama’nın ikili görüşmede neler dediğine bir bakalım... Ekonomi ve siyasi
açılımlarda iyi yoldasınız, bir de şu Müslümanlara yönelik şiddeti bırakın. Tabii
bu ‘şiddet’ kavramı zikrederken cümlenin içerisinde ‘communal’ sıfatını
kullanması da olan bitenin Amerikan yönetimince nasıl bir çerçevede anlamlandırıldığını
veya anlamlandırılamadığını net bir şekilde ortaya koyuyor. ‘Communal violence’
demekle, aslında ortada iki toplumsal grup var ve iki grup şu veya bu şekilde
eşit ağırlıkta itişip kakışıyorlar gibi bir eğretilemeyi de beraberinde
getiriyor. Bu bile sorunun ismini koymada bile büyük bir zaafiyet olarak kendini
izhar etmeye yetiyor. Olan biten hakikaten bu mu? Yani sadece Arakan
Eyaleti’nde değil, giderek ülkenin diğer bölgelerindeki Müslüman kitleleri de
hedef alan bir süreç yaşanırken Müslümanlar ve Rakhin/Burma Budistleri meydan
kavgası mı veriyor? Yoksa Başkent Naypyidaw’daki siyasi karar mekanizmalarının
yaktığı yeşil ışıkla, Budist Myanmar polis ve asker güçlerinin nezaretinde
Budist rahiplere eklemlenmiş halk yığınlarının Müslümanları yok etme
arzularını ortaya koyacak bir toplumsal
linç mi söz konusu?
Ortada geçmişi düne, geçen yıla değil, neredeyse bir yüzyıla
uzanan siyasi, etnik, dini ayrımcılıktan söz ediyoruz. Bu bağlamda, Myanmar
yönetimi nezdinde ne siyasi iradeden, ne de çoğunlu Burma olan azınlıklar
toplumu Myanmar’da toplumsal bir sözleşmeden bahsetmek mümkün. ‘Şiddet’
dendiğinde, Budist rahipler önderliğindeki Burma ve Rakhine topluluğun Müslüman
kitlelerin canlarına kastı, mallarını mülklerini yağmalamaları geliyor. Ancak, özellikle
Arakan’da sorun Budist halkın uyguladığı ‘şiddet’ değil, siyasi rejimin en
hafif deyimiyle kayıtsızlığından kaynaklanan siyasi bir sorun var. Amerika ve
AB yönetimleri bu siyasi sorunu ortaya koyacak ve de çözümünde ısrarcı olacak
bir yaklaşımı bugüne kadar göstermediler. Bundan sonra gösterecekler mi? Hadi bir
ihtimal diyelim, ancak bir şartla. O da, yakın gelecekte yeter sayıda Arakanlı
Müslüman Rakhine Eyaleti’nde yaşam sürmeye devam edebilirse.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder