Mehmet Özay 13 Mayıs 2013
It is interesting to observe how the young Malays perceive Turkey nowadays. The young Malays from variety regions of Malay world express something related to the Ottomans, when asked about Turks. Though this is not much satisfactory, it may be regarded as a sing of awareness of Turk aligned with Islamic history. At the same time it is fact that they do not have a comprehensive understanding of Turks. Of course, it is not their mistake, instead it proves the weakness of interactions of Turks with the Malay world in contemporary era.
Son zamanlarda
Malezya, Endonezya, Singapur, Tayland vb. ülkelerin siyasi ve toplumsal
değişimleri üzerine yazarken, bu coğrafyanın genç, entellektüel kesiminde
nasıl bir Türkiye algısı olduğu üzerinde durmanın da ilginç veriler
sağlayacağını düşünüyorum. Bu bağlamda, Türk olgusunun günümüz Malay
dünyasında nasıl algılandığı ve bu algının doğruluk payı, eksiklikleri ve geleceğe matuf yapılanması
üzerinde duracağım. Bu ilişkininin bugünkü yönelimini anlamlandırabilmek hiç
kuşku yok ki, yakın ve uzak geçmişte neler olduğunu hatırlamak ve hatırlatmakla
mümkün. Bu çerçevede son on yıldır Türkiye’de yaşanan iç siyasi ve toplumsal
değişimlerin bölgede nasıl yankı bulduğu ve bu yankının ne şekilde
yönlendirilebileceği ve sağlam temeller üzerine oturtulabileceği üzerinde
kafa yorabilir ve bazı önerileri sunabiliriz.
Türkiye’nin Malay
dünyasıyla etkileşiminin yüzyıllar öncesine dayandığı bilinir. Bu ilişkinin
gerçeklik payı konusunda kuşkumuz olmamakla birlikte, gündeme getirilen
hususların daha çok mitolojik bir yönelim sergilediğini zaman zaman dile
getirmeye çalışıyoruz. Bunun temel nedeni, bölgeye dair kapsamlı akamedik ve
entellektüel çalışmaların yok denecek kadar azlığından kaynaklanıyor. Kaldı
ki, Türkiye’nin bu coğrafyayla etkileşimi tarihin uzak bir köşesinde de kalmış
değil. Örneğin, sömürgecilik evresinin son yüzyılında ortaya konulmaya
çalışılan diriliş hareketlerini yönlendirme konusunda Osmanlı Devleti’nin bir
misyon izlediği malum. Bunun tek taraflı bir ilişki olmadığı, yani Osmanlı’nın/Türk’ün
Güneydoğu Asya Müslümanları üzerinde, bir anlamda dışardan zorlayıcı bir
ilişkiyi gütmediği görülür. Belki de bu ilişkinin önemli bir bölümünü bölge
elitlerinin, din alimlerinin Avrupa ve Arabistan’da öğrenimleri vesilesiyle Türk/Osmanlı
unsurlarıyla girdikleri veya içinde bulundukları yabancı topraklarda Türklere
dair anlatılar, çalışmalar bağlamında Türkleri anlama konusunda bir takım önemli
girişimleri olduğu da unutulmamalı.
Bu sürecin bir
ayağında 2. Abdülhamit’in pan-islamizm politikası dikkat çekerken, bir
sonraki dönemin en önemli aktörü Genç Türkler, 1. Dünya Savaşı, akabinde
Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu figürü Mustafa Kemal
Atatürk’ün ortaya koyduğu reform uygulamalarının bu coğrafyada bir karşılığı
olmuştur. Örneğin, 2. Abdülhamit bölgedeki çeşitli Müslüman unsurların yardım
taleplerine bir yandan Singapur ve Batavya’ya konsolos atayarak, öğrenim
amacıyla sayısı az da olsa İstanbul’a öğrenci getirilmesinde inisiyatifiyle göstermiştir.
Bölge Müslümanlarının siyasal bilinçlenmelerine parallel olarak, 1. Dünya
Savaşı sırasında İngiliz mandasi altındaki Malay Yarımadası’nda Osmanlı’nın
içinde bulunduğu savaş ortamında Müslüman Malayların hangi blokta yer
alacağına dair tartışmalar yapılmıştır. O dönemde henüz adı konmamış
neredeyse bir kıta büyüklüğündeki Endonezya Takımadaları’nda 1908’de Budi
Utomo ile başlayan milliyetçilik hareketleri Sukarno’nun 1928’de kurduğu
Endonezya Milliyetçi Partisi ile modern siyasi hareketlerin önemli kurucu
ögesi olarak ortaya çıkmıştı. Sukarno’nun karizmatik kişiliği, eğitimi,
içinde doğduğu toprakların özellikleri ile Hollanda Sömürgesi karşısında
başlattığı özgürlük hareketinde ilhamının yeni Türkiye Cumhuriyeti olduğu
görülür.
Bu görece erken dönem Endonezya milliyetçiliğinde Türk bağlantısı
sadece Kemal Atatürk’le sınırlı kalmamış, örneğin Ziya Gökalp’in ve Halide
Edip’in söylemleri buralara kadar nüfuz etmiştir. Bunun nihai göstergesi, sıra
modern Endonezya Cumhuriyeti’nin esaslarının belirlenmesine geldiğinde
Mustafa Kemal’in Altı-Ok’una tekabül eden Beş-Kural (Pancasila)’dır. Tabii
siyasal modernleşme sürecinde bahsi geçen bu ‘pozitif’ etkinin öte yanında
halifelik kurumunun kaldırılmasından ötürü özellikle bölgedeki İslamcı
oluşumlar içerisinde Türkiye’deki o dönem siyasi elite ve yönelimlere dair
algıda ‘negatif’ kuvvenin varlığı göz ardı edilmemelidir. Gene bu dönemde,
örneğin, Malaya Yarımadası’nda bugün ‘geri kalmış’ bir bölge olarak lanse
edilen Kelantan Eyaleti’nde Türk Medeniyeti (Turki dan Tamaddunnya), Mustafa
Kemal özelinde Türk modernleşmesi (Tarikh Perjalanan Mustafa Kemal Ataturk),
‘Pahlawan Perkasehan dan Peperangan Turki dan Mustapha Kemal Ataturk’ vb.
çalışmalar yayınlanmıştır.
1930’lu yıllardan
itibaren köklü siyasi, sosyo-ekonomik değişimler Malay toplumları üzerinde
yıptarıcı etkileri kadar ümitvar gelişmelere de kapı aralayacak
boyutlardadır. Süreç Malay topraklarına bağımsızlığı getirse de sömürgecilik/
emperyalizm ikilisinin devamı olarak neşet eden ve bölge ülkelerinin
yukarıdan aşağıya tasarımı anlamına gelen modernleşme süreçlerinde bir kez
daha Batılı unsurların yönlendiriciliği ile karşı karşıya kalmışlardır. Çok
enteresandır ki, Türkiye’nin 1955 Bandung Konferansı’na katılımı kimi
çevrelerce yeni bir girişim olarak değerlendirilirken, aslında sonun
başlangıcı diyebileceğimiz bir süreç olarak tarihe geçmiştir. Öyle ki, bu
toplantıda Türkiye, ABD’nin uydu vazifesi gören ve ABD politikalarını bölgede
güncelleyen bir unsur olarak telâkki edilmiş ve zaten bu toplantıdan arzu
edilen sonuç da hasıl olmamıştır. Arada bazı girişimler olsa da Türk
algısının Malay dünyasındaki yani modern Malezya ve Endonezya’daki varlığı
giderek unutulmaya yüz tutmuştur. Bu süreçte Türkiye kendi iç sorunlarına
kilitlenirken, Malay toplumuna ev sahipliği yapan bu iki ülke de agresif bir
yönelim sergileyen ekonomik ve siyasal modernleşme süreçlerinde Batı eksenli
açılımlara kapı aralayan ve bu anlamda sömürgecilik döneminin bir uzantısı kabul
edilebilecek etkileşimlere konu olmuşlardır.
Bu durum, neredeyse
güncellenmeyen ve yok olmaya yüz tutmuş veya düşük yoğunluklu seyreden
etkileşimin bir göstergesi bölge Müslümanlarında arasında Türklerin Araplarla
aynı ırk ve kökenden geldiği, aynı dili ve kültürü paylaştığı yönündeki algıda
yattığına tanık olunur. Elbette ki, Türk unsuruna yönelik bu algının
temellerinde Türklerin İslamla olan bağı, yüzyıllar boyunca Arap
topraklarında sergilediği hamilik rolünün etkisi tartışılamaz. Bununla
birlikte, Türklerin bizatihi dili, kültürü, sosyal yapısı vb. ile kendi
başına has bir millet olduğunun izahının bu topraklarda gündeme getirilememiş
olması gibi bir eksikliği de içinde barındırmıyor değil. Bu noktada, Malay
halkların zihninde yer etmiş Türk-Arap ilişkisinde bir eksiklik arayacak
değiliz. Ancak dikkat çekilmesi gereken husus, Türk unsurunun Malay
topraklarındaki kayda değer bir teveccühe karşılık gelecek sistematik bir
etkileşimi bir türlü gündeme getirememiş olduğunu vurgulamak gerekiyor. Bugün
bile Banda Açe’den Bogor’a, Patani’den Kalimantan Adası’nın kuzeyindeki
Pontianak’a, Kuala Lumpur’dan Bengkulu’ya, Surabaya’dan Makassar’a kadar geniş
coğrafyadan görüşme fırsatı bulduğum öğrencilerin Türk/Türkiye denilince
birkaç olağanüstü icraat nedeniyle Osmanlı’ya atıf, öte yandan modern döneme ve özellikle de son döneme dair Türkiye
algısında ise birkaç siyasi figürün anılışından başka bir açılım ve donanıma
sahip olmadıklarına şahit oldum.
Bunun Malay dünyasındaki eğitim vb.
sorunlarının ötesinde dikkatle üzerinde durulması gereken, Türkiye’nin bölge
ile entellektüel düzeyde bir ilişki kurmadaki kısırlığıdır. Türkiye’ye dair
bu sığ yaklaşımı değiştirecek girişimlerin özellikle üniversite ve araştırma
merkezlerinin bölgedeki benzer kurum ve kuruluşlarla girecekleri
etkileşimlere ihtiyaç var. Bu çerçevede, her ne kadar ülkelere arasındaki ikili anlaşmalara binaen
veya çeşitli kurumların yerli benzer organizasyonlarla işbirliğinden neşet
eden bir yapılanma var ise de, devlet organı olarak birkaç yıldır faaliyet
gösteren Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na havale edilen
yükseköğretimle ilgili çalışmaların hassaten Türkiye ve Malay dünyası
ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasında önemli bir potansiyel değere haiz
olduğunu vurgu yapmak istiyorum. Başkanlığın girişimlerinin orta ve uzun
vadede karşılık bulması için alt yapı hizmetleri kadar, Türkiye’de öğrenim
görme imkânı bulan Malay gençlerin ilgili üniversitelerde sahalarında uzman
öğretim görevlilerinin yakın ilgi ve alâkasına mazhar olmaları sürecin
elbetteki en önemli aşamasını oluşturuyor. Türkiye’deki yüksek öğretim
kurumlarında öğrenim görecek Malay gençlerin Türkiye’nin son on yılındaki
açılımlarından pay kapmaları kadar, Türk akademi ve entellektüel dünyasının
da Malay dünyasına dair bilgi ve tecrübelerini bu ‘ara kadro’ ile gidermesi
oldukça pragmatik faydalar sağlayacaktır. Bir yandan Başkanlığın özveriyle
çalışan kadroları, öte yandan öğretim hakkı kazanan Malay gençlerin
varlığının en kısa sürede yukarıda zikderilen ve donmuş bir nitelik arz eden
tarihi ilişkilerin yeniden aktive hale getirilmesine önemli katkısı olacağını
ümit ediyorum.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder