After the New York Treaty in 1963, Papua was regarded
as one of the provinces of Indonesia. And almost since the never ending
discussion on how to ‘Indonesianization” of Papuanists have been continuously repeated.
Throughout this process, it is not wrong to remark that the Papuanists have
been looking for the attainment to be recognized to be as equal community like
the others in other parts of the country. Hence, the region seems to remain
intact to 5K such as health, poverty, illiteracy, violence and unfairness, as
mentioned in Indonesian language. Some quarter draws affinity between Papua and
Aceh and some argues there must be same peace process experienced in signing
MoU Helsinki on 15th August, 205 between GAM and Central Government
of Indonesia.
Endonezya Cumhuriyeti’nin 33 Eyaleti’nden biri olan Papua aradan geçen elli
yıla rağmen sorunlarıyla boğuşmaya devam ediyor. Modern Papua’nın bölge ve
dünya siyasetindeki yeri, bundan elli yıl önce Endonezya topraklarına
bağlanmasıyla gündeme geldi. O gün bugündür Papualıların bu koca devletin merkez güçleriyle ilişkisi
hep sorunlu olageldi.
II. Dünya Savaşı’nın ardından bir süre Hollanda’ya bağlı kalan, 1963
yılında Birleşmiş Milletler’in dokuz ay gibi kısa süreliğine yönetimi
üstlendiği ve ardından New York Anlaşması’yla Endonezya’ya devredilen Papua’nın
bu koca devlet içerisinde ne gibi bir rol üstlendiği belirginlik kazanmış
değil. Bir yanda sözde referandumla 1963’de Endonezya’ya bağlılığı teyid
edilen, ardından Suharto sonrası reform döneminin hareketli geçen ilk
yıllarında otonom bölge statüsü verilen Papua’da şiddet bitmek bilmiyor.
Endonezya’ya devredilişinin ellinci yılına girildiği bu günlerde Papua halkı
-en azından bir bölümü- merkezi yönetimle rahatsızlığını bir kez daha gündeme
getirme fırsatı bulurken, Merkez’de sivil toplum kuruluşları ve bir kısım
siyasiler de Papualıların niçin ‘Endonezyalılaşamadıklarını’ masaya yatırıyor.
Hollanda sömürge yönetiminden modern Endonezya yönetimine devredilen bu
toprakların halkları, siyasi geleceklerini belirleyen bu değişimin
kendilerinden bağımsız yapılmasından rahatsızlıklarını her fırsatta dile
getirdiler. Ve bölgede yaşanan toplumsal rahatsızlığın, polis ve ordu
birliklerinin siviller üzerinde kurduğu baskının devam edişi de zaten bu
tarihsel referansın bugünkü izleri mesabesinde. 1963 yılındaki ‘yuşumak
transferin’ ardından, Papualıların bağımsızlık talepleri 1964 yılında Papua
Özgürlük Hareketi’nin faaliyetlerine neden oldu. Ancak bu hareketin varlığının
yerel düzeyde kaldığı, gerek yetişmiş insan kapasitesi gerekse maddi
özellikleri noktasında Endonezya ordusuna meydan okuyacak bir nitelik arz
etmediği gibi, uluslararası camiadan da bu anlamda kayda değer bir destek
bulduğunu söylemek zor. Nedeni son derece açık... Bu siyasi itiş kakış
arasında, nihayetinde tabiir caizse Endonezya’nın kucağına atılan Papua, New
York Anlaşması’na ‘uygun’ bir şekilde yapılan referandumda halkın kahir ekseriyetinin
Endonezya’ya siyasi bağlılığı seçtiği yönünde bir sonucun çık/artıl/masıyla
bugüne kadar uzanacak problemlerle yüzleşmek zorunda kaldı.
Bu vecheden bakıldığında, Hint Okyanusu ile Pasifik Okyanusu arasında
uzanan toprak parçasında meskun olan bu halk dün olduğu gibi bugün de adaleti
arıyor. Aradan geçen elli yıla ve bu rağmen, Papualılarla merkez siyasi elit ve
de geniş Endonezya toplumu arasında bir toplumsal sözleşmenin varlığından söz
edilemiyor maalesef. Ve bunun ifadesi olarak da, adına ‘beş kötülük’ yani,
Endonezyaca ifade edilen kelimelerden hareketle 5K olarak bilinen ve neredeyse
darbımesel olmuş ‘yoksulluk, cehalet, adaletsizlik, sağlık problemleri ve
şiddet’ olgularının Papualılarla ve Papuayla birlikte anılması bir kanıt olarak
ortaya konuluyor.
Merkez yönetimin kendilerine yönelik politikalarından rahatsızlıklarını her
fırsatta dile getiren Papualılar, zamanında Hollanda sömürgesine karşı
kendilerinin de mücadele ettiklerini, şayet bu topraklarda emperyalistlere
karşı bir mücadeleden söz edilecekse bunda kendilerinin şu veya bu şekilde
payları olduklarını dile getiriyorlar. Bu nedenledir ki, dün sömürgeden
‘özgürleşme’ adına verilen mücadeleden ötürü bu topraklar üzerinde yaşayan
diğer halklarla ‘birlik’ içinde kabul edilirken, bugün merkez denilen birtakım
güçlerin egemenliğindeki rejim karşısında, adına ‘entegrasyon’ denilen olgunun
kurbanı olmaya devam ediyorlar. Bunun pratikteki yansıması, merkezden
gönderilen yöneticilerin kaygısının farklı etnik unsura mensup halka hizmet
olup olmadığında ortaya çıkıyor. Bir başka şekilde söylenirse, bu yönetici
elitin, merkezde yapılandırılan politikaların etnik toplulukları
şekillendirmesinde sadece aracı rolü oynamaktan başka bir işlevleri olmadığı
gözlemleniyor.
Papua sorununa dair kaleme alınan metinlerde, gerek sömürge döneminde
Papualılar ile Hollandalılar gerekse modern dönemde Endonezya merkezi
yönetiminin Papua halkı üzerindeki siyasi ve askeri ‘tasarrufları’ bağlamında Açe’nin
tecrübeleriyle benzerlikleriyle gündeme getiriliyor. Özellikle on yılı aşkın
süre zarfında, Papua sorununa çözüm bulma konusundaki girişimler bu siyasi
sorunu Açe sorunuyla özdeşleştirme eğilimi gösteriyor. Bu çerçevede, 2000
yılında dönemin devlet başkanı Abdurrahman Vahid (Gusdur)’in bölgenin adının
Papua olarak değiştirilmesi ve yerli halkın kendi bayraklarını kullanabilmesine
sıcak baktığını kamuoyuyla paylaştığında, ulusal mecliste ilgili çevreler
Vahid’in Açe ve Irian Jaya gibi ulusal bütünlüğü tehdit eden eyaletlerdeki
gelişmeleri ‘anlamadığı’ yönünde demeçlerle karşılık veriyorlardı. 15 Ağustos
2005 Helsinki Barış Anlaşması’nın Açe’ye kazandırdıklarına atıfta bulunularak
Papua’da da benzer bir sürecin başlatılabileceğine gönderme yapılıyordu -ki bu
görüş hâlâ gündemde. Bu minvaldeki görüşler sadece akademisyen, insan hakları
savunucuları vb. tarafından değil, ülkenin resmi araştırma kurumu LIPI’nın
2003’de başlattığı ve üç yıl süren araştırma sonuçlarında; Helsinki Barış
Anlaşması’nın imzalanmasınan sadece bir gün sonra devlet başkanı Susilo Bambang
Yudhoyono’nun Papua sorununa dair verdiği demeçte; Birleşmiş Milletler’ce Papua
sorununu çözmeye matuf kurulan komisyonda Açe’nin önde gelen insan hakları
savunucusu ve sivil aktivistlerinden birinin yer almasında ortaya çıkıyor.
Papualıların ‘Endonezyalılaşamadıklarına’ dair söylemin bir tarafında
geçmişte yaşanan bazı tecrübelerin de rolü yok denemez. Örneğin, Hollanda
sömürgeciliği döneminde Malay dünyasından çok Pasifik Okyanusu’nda uzanan yerli
dünyası içinde değerlendiriliyordu. Bu çerçevede, kendilerini Malay-Endonezya
topraklarında neşet eden kültürlere mesafeli bulan, hatta yabancı gören ve bu
nedenle bir türlü Malay/Endonezya
aidiyetini geliştirememelerinin de modern dönemde yaşanan sıkıntılar içerisinde
bir faktör olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, Sukarno döneminde (1963)
ülkenin sınır boyları diyebileceğimiz uzak adalarda kontrolün ancak ordunun müdahalesiyle
sağlanması yoluna gidilmesi ve Suharto iktidarının son yıllarında ‘haklar’
talep eden etnik unsurlar üzerinde uyguladığı militarizasyon politikası merkez
güçlerin Papua üzerinde gerçekleştirdiği uygulamalarda bir ‘devamlılık’
olduğunu ortaya koyuyor.
Son elli yılda Papua’lıların karşı karşıya kaldıkları sorunları sembolik
olarak ortaya koyacak birşey varsa, o da bu toprakların ismi üzerinde yapılan
değişikliklerdir. Sömürge döneminde Batı Yeni Gine veya Hollanda Yeni Ginesi
adıyla anılan bu toprakların Endonezya’ya devriyle, önce Batı Irian Eyaleti
adını; Suharto döneminde Irian Jaya adını aldı. Bunun ardından yani, 1999’da
Papua olarak değiştirildi. 2003’deki Başkanlık Yönergesiyle Papua üç yönetim
birimine ayrılarak Orta Irian Jaya, Batı Irian Jaya ve Irian Jaya eyaletlerine
ayrıldı. Bu üç eyalet gerçekte Papua ve Batı Irian Jaya -ki, daha sonra yeniden
Batı Papua’ya dönüştürülmüş- olarak iki eyalet şeklinde idari sisteme
ayrılmıştır.
Papualıların kendi kendilerini yönetme hakkını taleplerinde önlerine çıkan
problemlerden bir diğeri de bu topraklarda hayat süren etnik unsurların çokluğunda
aranabilir. Tam rakamlar kesin olarak bilinmemekle birlikte iki yüz ila üç yüzü
aşkın olduğu tahmin edilen etnik grup bulunuyor. Bu kadar çok sayıda etnik
unsuru barındırması bu topraklarda siyasi hakimiyet mücadelesinin de karmaşıklaşmasında
başat bir rol oynuyor hiç kuşku yok ki. Bu kadar çok aktörlü bir yapıda kimin,
hangi grubun liderlik yapacağı, merkez güçlerle hangi siyasi çözümler
noktasında masaya oturacağı gibi sorular gündemde yer alıyor. Bu etnik
çeşitlilik bir yandan merkez gücün yani, Cakarta yönetiminin bölge üzerinde
arzu ettiği politikaları tasarrufunda işini kolaylaştıran bir faktör özelliği
taşırken, Papua mücadelesinde de güçlü bir siyasi birlikteliğin önünü almaktadır.
Kimi gözlemcilerin ifade ettiği üzere Papua toplumundaki bu parçalanmışlık
karşısında, merkez idare verdiği sözleri yerine getirmeme alternatifini
kullanarak, her karşı çıkışta sorunu güvenlik ekseninde algılayıp askeri
yollarla çözmek istiyor. Bu nedenledir ki, Papua’da şiddet gündelik hayatın bir
gerçeği kabul ediliyor.
Ne sebeple olursa olsun
şiddetin süreklilik arz etmesi, bölgede yaşayan topluluklar nezdinde -zaten
başından beri ne kadar kurulduğu da şüpheli olan- merkeze güveni zedelemeye
matuf olmakta ve birlik içinde yürütülen bir mücadeleye sahne olmasa da hoşnutsuz
kitlelerin ‘idareye’ kafa tutmasına yol açmaktadır. Tabii burada tüm -şayet
varsa- suçu yerli unsurlara yüklemek gibi bir yaklaşımdan ziyade, özellikle sömürgecilik
döneminde belirgin bir şekilde icra edildiği üzere dışarlıklı faktörlerin yerli
halklar arasında böl/yönet politikalarının değişik versiyonlarının modern
dönemde de gerek ulusal güçler gerekse uluslararası odaklar tarafından gündemde
tutulduğunu unutmamak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder