Mehmet Özay 17 Ocak 2013
14-16 Ocak tarihlerinde Prince
Songkla Üniversitesi Patani yerleşkesindeki Patani İslami Çalışmalar Enstitüsü’nce
ikincisi gerçekleştirilen uluslararası konferans “Islam and Islamic Studies in
Changing World: Challenges and Opportunities” başlığını taşıyordu. Bu vesileyle
birkaç gün boyunca Patani’deydim. Konferansta olup bitenler elbette önemliydi.
Bunlar bir başka yazının konusu olacak… Bu yazıda, kısmen de olsa Patanili
dostlarla yaptığım görüşmelerden ve gözlemlerden hareketler konferansın Patani
özelinde neye tekabül ettiğinden bahsedeceğim.
Patani denilince, bölgeye duyarlı
herkesin aklına çatışma bölgesi geliyor kaçınılmaz olarak. Dolayısıyla, ‘Bu
ortamda bir uluslararası konferans nasıl düzenlenir?’ sorusu akla gelmiyor
değil. Bu ‘hassas’ ortamda konferans olağanüstü güvenlik tedbirleri altında
gerçekleştirildi. Yukarıdaki soruyu biz de sormakla birlikte, bu organizasyonun
rasyonelleri olduğunu da biliyoruz. İlki 2010 yılı Aralık ayında düzenlenen
konferansın ikincisinin yolda olduğunu haber almıştık. Çatışmalar seyrek
yoğunlukta devam etmekle birlikte, özellikle son dönemde gerçekleştirilen
eylemlerle gündeme gelen coğrafyanın göbeğinde ona yakın ülkeden katılımcıların
biraraya geldiği bir organizasyonu gerçekleştirmek büyük bir cesaret işiydi.
Öncelikle bu cesareti gösterdikleri için enstitü yetkililerini ve özellikle
organizasyonda önemli rol alan Doç. Dr. İbrahim Narongraksakhot’ı kutlamak
gerekir. Tanışıklığımızın birkaç yıl öncesine dayandığı İbrahim Hoca, Patani’de
İslami eğitim konusunda önemli çalışmaları bulunan ve eserleri İngilizce ve Tay
dilinde yayınlanan bir akademisyen. Bununla birlikte konferansın arka plânındaki
asıl isim Yala İslam Üniversitesi’nin de kurucusu olan Prof. Ismail Lutfi…
Konferans organizatörlerinin programla
ilgili her türlü detayı düşündüğünü bu anlamda ‘mükemmel’ bir organizasyon
gerçekleştirildiğini belirtmeliyim. Küçük gruplara bölünen katılımcılara tahsis
edilen mihmandarlar, özel araçlar, sunumların yapıldığı salonlardaki teknoloji imkanlarının
etkin bir şekilde kullanımı vb. beni şaşırtmadı değil. ‘Bilimsel katılımların’ ötesinde,
geleneksel Malay seremonilerini aratmayacak bir düzenlemeden kaçınılmadığına da
şahit olduk. Bu başarının maddi kısmı, başkent Bangkok’daki Tayland resmi
makamlarının desteğinden kaynaklanırken, özellikle insan kaynaklarının niteliği
Patani’li Müslümanların organizasyondaki hassasiyetlerini,
misafirperverliklerini, programla ilgili her detayı ve olasılığı dikkate alan
kapsamlı yaklaşımlarının ürünüydü.
Bu girişin ardından, bu yazıda
konferansın içeriğinden ziyade söz konusu enstitünün kuruluşu ve konferansın
arka plânı ve kimi çevrelerin yaklaşımını ortaya koyacağım. Böylece bir anlamda
Patani’de sürgit devam eden çatışma ortamının ve toplumsal nizamın tesisine
dair de bazı ipuçları vermiş olacağız.
Öncelikle İslam Enstitüsü’nden bahsetmekte yarar var. Enstitünün hayata
geçirilmesinde son dönem modernist ekolün öncü ismi Dr. İsmail Lütfü’nün
gayretleri dikkate değer. 20. yüzyıl başlarında reformcu yerel İslami
yapılanmaları reform etme amacıyla yola çıkan Hacı Sulong Abdulkadir’den (1895-1952)
sonra ikinci önemli isim olarak anılıyor Prof. Dr. İsmail Lütfi. Arabistan’daki
öğreniminin ardından, Patani’ye bölgenin geleneksel İslami yapılanmasının ve
özellikle de bu yapının önemli dinamiklerinden biri olan pondok eğitim
kurumlarının geniş toplum kesimlerinin desteğini almış liderleri ve bu eğitim
kurumlarının varlığına yönelik eleştirileri ile gündeme gelmesi, Patani’de yeni
bir dönemin başlangıcına işaret eder. Patani’deki bu gelişmeyi, İslam
toplumlarında genel anlamıyla reform olgusunun sürekli gündemde olduğu, bunun
gerek iç koşullar ve değişim sancıları kadar, bölgesel ve uluslararası
sosyo/politik gelişmelerden, genel anlamıyla ifade etmek gerekirse Batı modern
düşünce geleneğinin ve siyasal hegemonyasından bağımsız ele almak mümkün değil.
Bununla birlikte, Patani özelindeki
bu gelişme bağlamında dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus var ki, hiçbir
şekilde es geçilmemesi gerekiyor. Patani gibi İslamla tanışıklığı uzun bir
geçmişe dayanan bir coğrafyada yaşayan İslam toplumunun ürettiği değerleri
neredeyse bütünüyle yok sayan, bu değerlerin bugünkü temsilcisi konumundaki
yapılarla sosyal etkileşimler kurma noktasında ‘arızaları’ olan, çokça
dışarlıklı etkilenimin ‘yumuşak’ ve ‘sert’ zorlayıcı baskıları şeklinde zuhur
eden ‘alternatif’ yapılanmanın bölgeye ne getirebileceği konusunda ciddi
kuşkular yok değil. Ortada yadsınamayacak bir gerçek var ki, o da söz konusu
‘reformcu’ ekol yanlılarının kendi bölgelerinin, yani Patani’nin
tarihsel-kültürel birikimlerini, toplumsal gerçekliklerini ve donanımlarını
tümüyle göz ardı edilebilecek olgular şeklinde telakki etmeleri işin hemen
başında onulmaz bir iletişim bozukluğuna yol açıyor. Toplumsal değişim
olgusunun gerçekliği kadar, bu değişimin kimler eliyle, hangi metod ve
yaklaşımlarla ortaya konulacağı da önemlidir. Özellikle yukarıda ismini
zikrettiğimiz ‘reformcu’ çevrenin öncü isminin yurt dışı eğitimin ardından,
öğrenim gördüğü ülkedeki siyasi ve de sivil oluşumlarla ilişkilerinin Patani
toplumunda gündeme getirdiği ve bir yandan var olan değerleri/birikimleri/kurumları
ortadan kaldırıcı/de-konstruktif öte yandan bu değerlerin yerine
‘köksüz/mazisiz’ bir inşa, yani re-konstruktif yaklaşımın bu geleneksel toplum
üzerinde ‘zorlayıcı’ bir sürece yol açacağı kaygıları üzerinde ciddi bir
şekilde düşünülmelidir.
Malay dünyasında kendi vatanları
dışında eğitim alanların -en azından bir bölümünün- vatanlarına döndüklerinde
aracısı olacakları düşünülen dini algı ve pratiklerdeki farklılıkların nasıl
bir yönelim taşıyacağı özellikle Patani gibi en azından 1909’dan bu yana
Budist/seküler bir siyasi rejimin ve bunun toplumsal yapılardaki uzantılarının
neden olduğu kültürel baskıya maruz kalan bir toplumda sözde yeni ‘dini algı ve
pratik’ dönüşümünün nasıl bir yönelim sergileyeceği konusu önemli. Bunun,
mevcut yapıların tarihi sürekliliğini yok saymak, yakın geçmişe kadar gözardı
edilmeyecek boyutta üretilmiş, çeşitli faktörler nedeniyle ‘akamete’ uğramış
bir İslam düşünce ve kültür yapısının bugün temsilcisi konumundaki kurumları ve
onların bugün hâlâ topluma önemli katkılar vermeye devam eden dikkat çeken
şahsiyetleri de dahil olmak üzere tümünü anlaşılması güç bir şekilde yadsıyan
anlayışla karşı karşıyayız. Söz konusu bu anlayışın, sosyolojik ve antropolojik
olarak herhangi bir toplumu ele alış biçimindeki eksiklik kadar, İslami
perspektiften bakıldığında bir İslam toplumunda uzun geçmişin birikimleri
üzerine inşa edilmiş tüm varlıkları ‘dumura uğratıcı’ ve toplumu bir
‘hiçlik/buhran’ ile karşı karşıya bırakma tehlikesini içinde barındırıyor.
Kimi Patanili entellektüellerin dile
getirdiği ve yukarıda zikredilen yaklaşımda kısmen ele alındığı üzere,
konferansın başlığına, sunulan makalelerin içeriğine bakıldığında, içinde
‘İslami çalışmalar’ ifadesinin geçtiği bir bilimsel etkinlikte bizzat bu
toprakların, yani Patani’nin ürettiği dini geleneği, bunun Patani toplumuna
katkıları, varsa bu geleneğin zaaflarını/sorunlarını vb. konuların yapıcı bir
şekilde işlenmemesinin büyük bir eksiklik olduğunu ve bu nedenle konferansla
neyin amaçlandığı konusunda ‘kaygıları’ olduklarını ortaya koyuyorlar. Buna ilâve olarak, konferans bağlamında,
Patani gibi Malay dünyasında bir zamanlar siyasi, sosyal ve dini yaşamında
önemli rol oynamış bir beldenin kültürel, tarihi yapılarını, tüm zorluklara ve
zorlamalara rağmen, pondok gibi hâlâ varlığını sürdüren geleneksel dini
kurumlarını ziyaretler, buradaki insan kaynakları ile temaslar gibi
yadsınamayacak boyutun es geçildiğini de vurgulayalım. Bunun ‘güvenlik’ gibi
bir gerekçeyle yapılmadığı gibi bir yaklaşım kabul edilemez. Çünkü zaten üç gün
boyunca güvenlik güçleri her yerdeydi ve otel-konferans salonu arasındaki
‘mekiklerde’ sürekli kontrolü sağlıyordu. Patani şehir merkezine yakın
bölgelerde var olduğunu bildiğimiz pondoklar kadar, Patani-Yala arasındaki 40
km mesafede de önemli pondokların varlığı bilinmesine rağmen, konferans
komitesinin bu hususu ‘bilerek’ göz ardı ettiği yönünde bir intiba oluşmadı
değil. Böylesine önemli bir coğrafyada kayda değer sayıda akademisyenin,
uzmanların, araştırmacının iştirak ettiği uluslararası bir konferansın
bölgeyle, yani Patani ile ne tür bir ‘irtibat’ kurabildiğini yeniden düşünmek
ve gelecekte yapılacak benzer konferanslar için fikirler yürütmenin sadece
Patani ‘reformcu’ Müslümanlarının değil, bölge üzerinde durmayı öncelleyen
herkesin sorumluluğu olduğuna işaret etmekte fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder