Mehmet Özay 30 Aralık 2012
2012 yılı biterken, yıl içinde
Güneydoğu Asya’da neler olup bittiğine kısaca değineceğiz bu yazıda. Yıl
boyunca Güneydoğu Asya’ya giriş kapısı Açe’den bölgenin en kuzey ucundaki
Bangsamoro’ya; ekonomiden siyasete; insan haklarından barış görüşmelerine;
ASEAN’dan Arakan’a; yolsuzluklardan Güney Çin Adalar Krizi’ne kadar çeşitli
konuları ele alma fırsatı bulduk.
Açe’de yılın ilk altı ayı boyunca
önemli siyasi krizlere konu olan valilik seçimleri Eyalet’te barışla geçen ilk
altı yılı sonundaki bir dizi siyasi değişime ışık tutmasıyla önemliydi. Bu
değişimin bir yanında tarih olmuş Açe Özgürlük Hareketi’nin siyasi mirası
konusunda yaşanan bölünmeler kadar, bu bölünmenin tetikleyicisi merkez güçlerin
varlığının seçim sürecine damgasını vurduğuna tanık olduk. Öyle ki, Merkezi
Yönetim’de en önemli makam konumundaki Anayasa Mahkemesi Açe seçimlerine dair
yaklaşımında dört kez karar değiştirmesiyle sadece Açe’deki otonom siyasi
düzenin yasal temellerini sarsmaya yönelik sergilenen duruşla sınırlı olmayıp,
ülke adalet mekanizmasındaki yıpranmaları ortaya koymasıyla da dikkat
çekiciydi.
ABD’nin Asya Açılımı
gibi önemli bir siyasi paradigma değişiminin gündeme geldiği ve bunun ilk güçlü
adımlarının atıldığına şahit olduk 2012 boyunca. Bu paradigma değişiminin
temelinde, bir yandan Batı kapitalizminde yaşanan tıkanmalara care olacak yeni pazar
arayışları kadar, giderek gücünü ekonomiden bölgesel teritoryal genişlemeye ve Afrika’daki
ve Ortadoğu’daki gelişmelere kadar uzanacak küresel siyasete değin etkisini artırarak
sürdüren Çin faktörüne karşı bir ‘önleyici tedbir’ çabası olarak okumak
elbetteki mümkün. Bu gelişme, ABD’nin kendine özgü siyasi angajmanlarının ürünü
olduğu kadar, Çin faktörünün siyasi, ekonomik ve de askeri ağırlığının giderek
monopolleşmeye dayalı olarak hissedilmesi
bölge ülkelerinin kaçınılmaz olarak alternatif açılımları acilen gündeme
getirmelerine yol açıyor. Bir yandan, ABD ile gerçekleştirilen ve ASEAN/APEC
bağlımında ortaya çıkan siyasi ve ekonomik etkileşim, öteki taraftan kendi iç
sorunlarıyla cedelleşen bir ülke olmakla birlikte Hindistan’ı bölgeyle
ilişkilere daha çok entegre etmeye yönelik niyetlerin eyleme dökülmesi bunun
pratikteki yansımaları.
On yıllar boyunca silah satışlarının
ABD ekonomisine önemli katkısı bilinir. Güneydoğu Asya’da ‘Çin heyulasına’
karşı savunma psikolojisi geliştiren irili ufaklı bölge ülkelerinin ihtiyaç
duyduğu veya ‘ihtiyaç duyurulan’ savunma sistemleri için ABD’nin kapısını
çoktan çaldığı biliniyor. Bu gelişme, bölgede askeri yapılanmasına harcayacak
bütçesi olan ülkeleri olduğu müddetçe, zor zamanlar yaşayan Amerikan
ekonomisinin canlandırıcı bir etkisi olacağına şüphe yok. Bu süreç, Tayland ve
Filipinler’de II. Dünya Savaşı’ndan kalma güçlü ABD üslerinin de gelişmelere
paralel olarak üst bir donanıma taşınacağının ipuçları çoktan ortaya çıktı
bile. Bu askeri ön hazırlığın bir ucu Avusturalya’nın kuzeyinden başlayarak Singapur-Tayland-Filipinler
ekseninden Japonya’ya kadar uzayıp gidiyor. ABD açısından çeşitli ‘siyasi ve
sosyal alt yapı’ sorunlarına konu olması hasebiyle Endonezya bu yapılanmada ilk
plânda görülmese de, bu süreçte kimin yanında yer alacağı konusunda kimsenin
şüphesi olmasa gerek. Bu fotoğrafa bakıldığında, 1941-45 döneminde Japonya’yaya
karşı sergilenen siyasi ve askeri teritoryal dağılımla benzerliğine hayret
etmek gerekir mi diye bir soru akla gelmiyor değil. Öte yandan, sorunun salt
ABD-Çin küresel çekişmesiyle sınırlı olmadığını da dikkatlere sunmak gerekir.
Çin’in, Japonya, Güney Kore ile arasındaki tarihsel husumetlerin ‘çatışma
ruhunun’ gelişmesinde katalizör işlevi görebilecek bir tarihi arka plân olduğu
unutulmamalı. Sorunun teritoryal genişleme, askeri savunma yönelimleri kadar,
Güneydoğu Asya’nın kültürel ilişkilerden ekonomik işbirliklerine kadar Çin’i
gözardı edecek bir ‘gücü’ içinde barındırmadığı da bir gerçek. Malezya,
Endonezya, Tayland, Singapur, Myanmar gibi gerek ithalat/ihracat gerekse
karşılıklı doğrudan yatırımlar noktasında Çin’e bağımlılıkları olan ülkelerin
fonksiyonel ve pragmatist işbirliklerini öncelleyeceklerinin sinyallerini zaten
önceki yıllarda ortaya koymuşlardı. Bugün bu ülkelerin çin karşısında seslerini
‘yükseltme’ durumunda kalmalarının biraz da ‘ben de varım’ın siyasi ifadesi
olarak yorumlamak gerekir.
Arakan veya uluslararası yayınlardaki
ifadesiyle ‘Rohingya’ Müslümanlarının odağında yer aldığı yüzyıllık baskı,
zulüm, soykırım süreçlerinin en son aşamasının 3 Haziran 2012 tarihinde
başlayan gelişmeyle evrildiği noktanın uluslararası camiada yankı bulmasını
sadece sosyal medya veya uluslararası medya ‘numarasına’ bağlamak hatalı
olacaktır. Öyle ya, Soğuk Savaş dönemlerinde Latin Amerika’da, Afrika’da
yaşananlardan Filistin sorununa değin bir dizi katliam ve soykırım örneğinin
dünya gündeminde yer işgal etmesi ‘sosyal medya’ olmadan da bazı
hassasiyetlerin güçlü bir şekilde ortaya konulabileceğini gösteriyordu. Arakan
sorununun, en azından Türkiye siyasi ve toplumsal ekseninde sanki yeni
keşfediliyormuşcasına bir izlenime konu olması, aslında kendi başına bir
problem işaret etmesiyle dikkatlere sunulmalıydı. Bu ‘yeni keşfediş’ genelde
dünya kamuoyuna özelde Müslüman toplumlara, onların tarihlerine, kültürlerine,
sosyal yapılarına yakınlığımızın sağlık derecesini ortaya koyması bakımından
önemliydi. Bir ‘Naf gezisiyle’ herşeyin keşfedilebilirliği düşüncesini geliştiren
ve bunu ‘sosyal medya’ ortamında geniş kitlelere yayan bu keşfediş fenomeninin
Türk kamuoyunda ‘güçlü’ bir yer bulan Arakan sorununun ne tür entellektüel,
akademik, siyasi çabalara evrilip evrilmediği veya buna zemin hazırlayıp
hazırlamadığı da ayrı bir konu. Bu bağlamda, Arakan ve benzeri coğrafyaları
için ne türden bir bilinç düzeyinin
geliştiğini veya geliştirilmekte olduğuna dair ciddi kaygılarımız olmalı. Bu
hususu, geçen Ekim ayında İstanbul’da düzenlenen Arakan Konferansı’nda tanık
olduğum bazı gözlemlere dayanarak temellendirebilirim.
Konferans öncesinde
lobide oturmuş açılışı beklerken, yan masadaki bir grup hanım arasındaki
konuşmaya ister istemez kulak misafiri olmuştum. Hanımlardan biri diğerlerine,
“Aslında bugün Boğaz’da kahvaltıya gidecektik. Ancak ‘Hanımefendi’nin burada
açılış konuşması yapacağını haber aldık. Bu nedenle geldik…” Anlaşılan o ki,
bir mecburiyet kendini ‘Hanımefendi’ vesilesiyle ortaya koyuyordu. Güneşli
güzel bir Pazar gününü ailenizle Boğaz’da kahvaltı yaparak geçirmenizden doğal
bir şey olamaz tabii ki! Problem, Arakan gibi Türkiye gündemine yer aldığı
düşünülen bir konuda düzenlenen ve katılımcılarının en azından bir bölümünün
uluslararası tanınırlığını dikkate alarak “Acaba Arakan’da neler olup
bitiyor?”un cevabını almak üzere -ki bunun zorunlu bir çaba olarak
algılanmasını ileri sürmek te mümkün- hareketle orada olması gerektiği
düşünülebilecek okumuş yazmış kitleye mensubiyetleriyle dikkat çeken bireylerin
sahip olduğu bilinç arızasındadır. Gerçek şu ki, ‘Hanımefendi’nin salonu terk
etmesiyle yukarıda zikrettiğim konuşmaya taraf olan bayanlar da salondan
ayrılmışlardı. Meğer, salonu dolduran dinleyicilerin önemli bir bölümünün bayan
oluşu ‘Hanımefendi’den ötürüymüş. Bu, elbette sembolik değeri olan bir okuma
türü…
Malezya’nın son birbuçuk yılına
damgasını vuran seçim sathı mahalli henüz somut bir şekilde ortada görülmese de,
iktidar ve muhalefetin seçim yarınmışcasına bir gayret içerisindeler. İktidar
tüm olanaklarıyla ‘ölüm/kalım’ sorunsalına dönüşen 13. Genel Seçimleri kazanma
adına elinden geleni yaparken, muhalefetin dayanak noktasını 55 yılın sonunda ‘Artık
Değişim Zamanı’ söylemi oluşturuyor. Bu söylem ülke içi siyasi ve toplumsal
değerlerden beslendiği gibi dünyanın farklı bölgelerinde süregiden ‘siyasi
değişimden’ katkılar devşirmeyi de ihmal etmiyor. Aslında bu küresel değişim
olgusunun ülkedeki siyasi iktidarın elemanlarından olan siyasi hareketleri de
kendi yapılanmaları içinde önemli
değişimlere zorlarken, bu değişim olgusunun kaçınılmazlığını ortaya koyması
adına, anayasa boyutunda revizyonlara evrildiğini de göz ardı etmemek gerekir.
Malezya, ekonomik modernleşmesinden hareketle son birkaç on yılında kendini
üçüncü dünya ülkelerine örneklik olarak ortaya sürülürken, bu ekonomik gücün
kazandırdığı özgüvenle bölge ve küresel siyasette de varlığını ortaya koyacak
icraatlara yöneliyor. Yıl içerisinde, bunlar arasında alınan pozitif sonuç
itibarıyla Bangsamoro – Filipinler Hükümeti arasındaki Barış Anlaşması ilk
sırayı çekiyordu. Bir diğer önemli husus, Başbakan Necib’in önderliğinde
“ılımlılar hareketinin” kurumsallaşmasına doğru bir yönelimin olduğudur. Bu
noktada, sadece ülke içinde veya bölgesele değil, küresel siyasi aktörlere
gönderilen mesajların yoğunluğu, bir tür ‘garantörlük’ algısının da ortaya
çıkmasına yol açmıyor değil. Öte yandan, “ılımlı İslam” olgusuyla tezat teşkil
edecek şekilde konu Filistin’e gelip dayandığında, alabildiğine
‘radikalleşmenin’ de bizzat kurumların önderliğinde gündemde yer alabileceğini
gösteriyor.
Endonezya’ya değinmeden olmaz… Ekonomideki şimdilik ‘istikrarlı’
gidiş, Açe valilik seçimleri, Papua’da haklar sorunu, Cakarta Valilik yarışı,
2014 seçimleri öncesinde ısınmaya başlayan siyaset arenası ülkenin ana gündem
maddelerini oluşturuyordu. Merkezi hükümet ve burada hakim bürokrasinin ülkenin
çeperi kabul edilen bölgeleriyle ilişkilerde “kayıtsızlıktan-reddiyeye” kadar
varan yaklaşım azınlıklar sorununun bir
şekilde devamını ortaya koyuyordu. Bu bürokratik yapıyla koşutluğu ileri
sürülebilecek bir diğer olgu, ülkenin önde gelen siyasi partilerinin
‘yolsuzluklarla’ ilişkilendirilmesi. Bu husus, özellikle genel kamuoyu nezdinde
ülkenin geleceğine dair ‘karamsarlığın’ yeniden nüksetmesine neden oluyor. Yolsuzluğa
bulaşan siyasetçilerin mensubu oldukları siyasi partiler ülkenin köklü ve
popular partileri olması, siyasi güç-yolsuzluk ilişkisini ortaya koyuyor. Yasal
düzenlemeler ve yargıdaki sorunlar nedeniyle siyasi partiler ‘sosyal yardım
fonları’ ve ‘bütçe tahsislerinden’ rahatlıkla istifade etme yollarını
bulabilmeleri sorunun bir yönünü teşkil ediyor. Ancak işin ilginç yanı, bu
siyasi partilerin biraraya gelip yasal düzenlemeler ve yargı sisteminde gerekli
reformlara bir türlü yanaşmamaları. Bir diğeri ise, ‘money politics’ olarak
ülke siyasi literatüründe yer etmiş olan aday veya oy satın alınmasıyla ilgili.
Endonezya Yolsuzlukla Mücadele Gözlem kurumu (ICW), yıl içinde dokuz siyasi
partiden mali rapor talebine cevap verilmemesi sorunun ciddiyetine ortaya
koymaya yetiyor. Yılın son günlerinde Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun söz
konusu rüşvet-yolsuzluk skandallarına konu olanları sadece mali yasalar
çerçevesinde değil, genel kamuoyunu ‘refahı’ üzerindeki tesirleri dolayısıyla
‘insan hakları’ yasalarına da konu olacağını duyurdu. Dünyada bir başka ülkede
insan hakları yasalarının yolsuzluk vak’alarında kullanılmadığı dikkate
alındığında Endonezya makamlarının bu ‘yenilikçi’ yaklaşımla sorunun üstesinden
nasıl gelecekleri de merak konusu.
2013’deki muhtemel gelişmelere dair
2013’de bölgede hangi tür gelişmeler
olabileceğine dair öngörülerimizle bitirelim. 2012’de olduğu gibi, 2013 yılı da
bölge için gerek tekil ülkeler gerekse ASEAN gibi bölgesel oluşumlar ve
uluslararası camianın ilgisi ve yönelimi ile oldukça hareketli geçeceği
öngörülebilir. ASEAN’a üye ülkelerde, özellikle Batılı ülkelerin ekonomik
işbirliği vb. yaklaşımıylarıyla ‘balayı’ atmosferi yaşadıklarını
söyleyebiliriz. Haddi zatında, Kanada’dan Japonya’ya, AB ülkelerinden
Avustralya’ya kalkınmış ülkeler sıralamasında yer alan ülkelerin ASEAN’la
işbirliklerini geliştirme ve bu pastadan olabildiğinde pay kapma sürecinde
oldukları gözleminden hareketle bir tür kaotik ilişkiler dizgesinin varlığından
söz edebiliriz. ASEAN’ın Hindistan’la, Çin’le, ABD’nin de içinde yer aldığı
Pasifik güçleriyle, Avustralya’yla tek tek serbest ticaret anlaşmaları
imzalamalarında ortada çıktığı üzere, kimin kiminle ne tür ilişki kurduğu
konusunda bir tür ‘gelişigüzellik’ olgusu olduğu intibaı veriyor.
Ülkeler bazında konuya eğildiğimizde
karşımıza şöyle bir tablo çıkabilir. Malezya’da kuvvetle muhtemel Mart ayında
yapılacak seçimler ülkede siyasal yaşamında ‘var/yok’ mesabesinde olacak.
Mevcut hükümet ile muhalefet ittifakı arasında son derece kızışan çekişmede mevcut
hükümetin kazanımıyla bitmesi halinde sular durulacak, 2020 Vizyon’unu
gerçekleştirmeye yoğunlaşacaktır. Muhalefetin kazanımıyla bitmesi ise, ülke
modern siyasi yaşamında bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açılması anlamı
taşıması dolayısıyla oldukça gergin bir sürece girilme ihtimalini yadsımamak
gerekir. Endonezya’da 2013 yılı 2014’deki başkanlık ve parlamento seçimlerinin
giderek gündemde tek sıraya oturacağı bir yıl olacak. Mevcut devlet başkanı
Susilo Bambang Yudhoyono’nun karizmasında, kurucusu olduğu Demokrat Parti üst
düzey kadrolarından bireylerin de katıldığı yolsuzluk vak’aları nedeniyle
‘kırılmalar’ yaşanması 2014 seçimlerinde yeni ‘kurtarıcı adayların’ ortaya
çıkmasına neden olacak.
Son bir buçuk yıldır kapılarını
dünyaya açan Myanmar’ın küresel kapitalizme eklemlenmesinde hızlı bir sürece
girileceğini ileri sürebiliriz. Bu süreç, aynı zamanda ülkeyi 2014’deki ASEAN
geçici başkanlığına ve akabinde ülkede siyasi liderlikte önemli değişiklere yol
açacağı tahmin edilen genel seçimlere hazırlama anlamı da taşıyacağına kuşku
yok. Bununla birlikte, uluslararası çevrelerde infiallere neden olmakla
birlikte, Arakan Eyaleti’nde yaşayan Rohingyalı Müslümanların ahvalinde ne gibi
önemli değişiklerin olacağı konusunda ise iyimser olma gibi bir atmosferin
varlığı henüz ortada gözükmüyor. Rohingyalıların sözde kayıt altına alınması
süreci, sanıldığı gibi, kendilerini Rohingyalı addeden toplumun Myanmar
anayasasında yer alan diğer etnik unsurlarla eşit haklar noktasında bir
gelişmeye yol açmak yerine, bu Müslüman kitlenin nüfusunun mümkün olduğunca
kırılmasına neden olacak bir süreç olduğu konusunda ciddi kaygılar var. Kaldı
ki, Rohingyalıların sadece Arakan Eyaleti’nde yaşayan kitle ile sınırlı
olmadığı, Rohingya diasporasının bu ‘kayıt altına alma’ sürecinin neresinde
bulundukları da epeyce sorunlu bir alan. Rohingya Müslümanlarının gerek içerde
ve gerekse diasporadaki liderlerinin birlik içerisinde haklarını savunma
mücadelesinde olup olmayacakları bu süreçte kazanımlar konusunda belirleyici
olacaktır.
Bu anlamda mevcut yapıyı iki alanla
sınıflandırmakta fayda var. İlki, Açe, Bangsamoro, Patani ve Rohingya
Müslümanlarının ahvalinde ne gibi değişikliklerin ve gelişmelerin olacağıyla
ilgili. İlk iki bölgenin merkezi hükümetlerle yaptığı barış anlaşmalarıyla
özerk ve yarı özerk siyasi statüye sahip olmalarının ne gibi avantajlar
doğurduğu, bunların bölgelerin siyasi elitleri ve halkınca nasıl
somutlaştırılacağı kabilinden bir dizi maddi olasılıklardan bahsedilebileceği
gibi, pek de kimsenin üzerinde durmadığı ancak bu coğrafyaların tarihi
birikimleri dikkate alındığında nasıl bir toplum yapısı inşa edileceği ve bunun
sosyo-kültürel ve dini alt yapısının tarihi derinliklerinin yeniden keşfine
talip olan olup olmadığı ve bunda
kimlerin rol alıp almayacağı gibi soruların cevaplarını aramak gerekir.
İkinci grupta yer alan Patani ve Rohingya Müslümanlarının ahvali ise es
geçilemeyecek kadar önemli. Bangsamoro Barış sürecine katkısı ile kendini ön
plana çıkaran Malezya’nın iç siyasi polemiklerinin sona ermesiyle enerjisini
Patani ve Arakan’a yoğunlaştıracağını düşünmek mümkün.
Çeşitli yönleriyle dünyanın ilgisini
giderek daha çok çeken Güneydoğu Asya 2013 yılında da önemli gelişmelere sahne
olacağına kuşku yok. İzlemeye devam edelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder