Mehmet Özay 19
Ekim 2012
Kadim Khmer
Krallığı’nın bugünkü temsilcisi konumundaki Kamboçya Kralı bir süredir tedavi
gördüğü Beijing’de 15 Ekim günü hayata gözlerini kapadı. 89 yaşındaki Kral
Norodom Sihanouk, karmaşık etnik unsurları ve siyasi ilişkilerinin sürgit devam
ettiği Mekong Vadisi’nde sadece kral olarak değil, başbakan, devlet başkanı ve
sürgündeki ulusal lider gibi vasıflarla bir siyaset adamı olarak da iz bıraktı
Kamboçya tarihinde. Kadim dönemlerin krallarını aratmayacak sıfatlarla donanmış
bir lider olan Sihanouk, ülkesinin ona ihtiyaç duyduğu dönemde ya kral ya da
modern siyasetin kuralları içerisinde devleti bir başbakan ve devlet başkanı
olarak yönetmeye soyunmuş bir liderdi. Bu nitelikleri dikkate alındığında,
Sihanouk’un geleneksel yönetim yapısı ile zorlayıcı modernleşme süreçlerinin
geçişkenliğinde şahsında vazgeçilmez ikilemi barındırmış olduğu dikkat çeker.
Sihanouk, 20. yüzyıla
damgasını vuran, halkları arasındaki kabul edilebilirlikleri kadar,
uluslararası arenada da güçlü karakteristiklere sahip liderler olarak tanınan Nehru,
Tito, Abdülnasır ve Sukarno gibi liderlerle birlikte anılıyordu. Bu benzetmeyi
haklı kılacak önemli girişimlerden biri, II. Dünya Savaşı sonrasında ne doğu ne
batı diyen, bu anlamda ‘bağımsız ülkeler topluluğunu’ gündeme taşıyacak
süreçteki rolü unutulmaz. Bu bağlamda, Kral Sihanouk’un 1955 Bandung
Konferası’na ciddi katkıda bulunduğu hatırlanabilir. Bu ‘bağlantısızlık’
olgusunun tekil ülke siyasetlerindeki karşılığı ise milliyetçilikle örülü
sosyalizmdir. O dönemin, Güneydoğu Asya’sında yaygın olduğu üzere,
milliyetçilikle/sosyalizmin örtüşmesinden neşet eden bir tür yeni siyasi akıma Kral
Sihanouk’un da kurduğu ‘Sosyalist Halk Birliği’ partisi ile eşlik ettiği
görülür. Bu gelişmenin bölge ülkelerinin sömürgeci güçlerle karşılaşması kadar,
işgalci/kurtarıcı Japon faşizminden esinlenmediği söylenemez. Kaldı ki, buna ilâve
olarak, içinde Kamboçya’nın da yer aldığı mevcut rejimler bir yandan sosyalizmi
kucaklarken, geniş kitlelerin dini/manevi yapılanmasında önemli yeri olan
Budizmden taviz verilmediği de görülür. Budizm salt halkın dini olmakla kalmaz,
belki bundan daha ötesi mevcut siyasi erkin meşrulaştırılmasında oldukça işe
yarar bir ‘alet’ mesabesindedir (Church 2006: 22). Aslında ortaya çıkan bu yeni
siyasi bileşim, kimyasını Batılı güçlerin nüfuzu kadar, ilgili toplumların
geçmişleri ile irtibatlarını sürdürme arasındaki çatışmaların eseri olduğuna
kuşku yok. Bir yanda, eli sopalı sömürgecinin zorbalığını karşısında zoraki
kabullenme, öte yandan, kadim köklere bağlılık arzusu ortaya pek de benzeri
olmayan bir siyaset ve toplum yapısı çıkarıyordu.
Kamboçya Kralı’nın
ölümü, Güneydoğu Asya’da sömürge ve İkinci Dünya Savaşı sorasında ortaya çıkan
ve geleneksel siyasetin mitsel unsurlarla donanmış halinin yakînen tecrübe
edildiği bölgedeki ‘Tanrı-Kral’ lâkaplı liderlerinin sonuncusu olması
bağlamında önemli. Başbakan Hun Sen’in siyasi manipülasyonları sonucu Kralın gücünü
yitirmesiyle son yıllarını Çin’de sürgünde geçirmesi, aslında maddi ölümünden
önce monarşi makamının çoktan hayattan çekildiğinin sembolik bir göstergesiydi.
Karizmatik kişiliğine rağmen, temsilcisi olduğu monarşik yapının modern siyaset
mekanizması karşısında varlığını sürdürememesi, bu geleneksel güç yapısının
artık siyasette bir karşılığının olmadığı anlamına geliyordu. Bununla birlikte,
özellikle 20. yüzyıl ikinci yarısındaki gelişmelere tanıklık etmiş
Kamboçyalılar, Güneydoğu Asya’nın halen monarşi/demokrasi arasında geçiş
dönemini tecrübe etmekte olan ülkelerinde geleneksel otoriteyi temsil eden
krallarının ardından ağıt yakıyorlar. Savaş sonrasının ‘bağlantısız’ kalma
yanlısı yaklaşım ile, milliyetçi/sosyalist bileşim arasında kadim kültürünün
çok uzağında kalan Kamboçya halkı, bu süreçin yaşanmasında rolü olsa da, kökleri
ve aidiyetleriyle irtibatı anlamında krallarına son yolculuğunda yalnız
bırakmıyorlar.
Kamboçya adını
1970’lerde gündeme gelen ‘Khmer Cumhuriyeti’ devriminin sonucu olarak yaşanan
iç savaş nedeniyle duyurmuştu. Dünya ise, ülkenin yedide birinin -ki bu
yaklaşık 1.7 ilâ 2 milyon kişidir – Soğuk Savaş döneminin yol açtığı kitlesel
kıyımlara kurban gittiği on yıl boyunca gelişmelere kayıtsız kalmıştı. Aslında
Khmer rejiminin doğuşunda Amerika’nın Vietnam’da yürüttüğü savaşın etkisinden
bağımsız görmek mümkün değil. Komünist Khmer rejiminin sürgün etmesine rağmen
Kral, Çin’de yaşadığı dönemde, uygulanan kıyımlara verdiği destekle biliniyor. Mekong
Vadisi’nin bu bölümünü kana bulayan bu sürecin sona ermesi Amerikan’ın
Kamboçya’yı bombalamasının etkisi gözardı edilemez.
Kralın ölümünün
ardından, varisinin ‘tahtta’ gözü olmaması dikkate alındığında, Angkor
medeniyetinin ürettiği monarşinin sona erdiği anlamına gelip gelmeyeceği
önümüzdeki dönemde tartışma konusu olacağa benziyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder