Mehmet Özay 9 Ağustos 2012
Cakarta yeni valisini seçmek üzere... Toplam 6.9 milyon kayıtlı seçmenin
bulunduğu Cakarta’da seçimler için dörtü siyasi parti ikisi bağımsız olmak
üzere altı aday başvurdu. Temmuz ayında yapılan birinci tur seçimlerde en çok
oyu eski adıyla Surakarta yeni adıyla Solo Belediye Başkanı Jokowi Widodo (%42.6)
ile son beş yılın valisi Fauzi Bowo (%34.5) aldı. Bu iki aday, 20 Eylül’de
yapılacak ikinci tur seçimlerde trafik, konut, sel baskınları, eğitim vb.
sorunlarla boğuşan Cakarta’da “iktidar” olabilmek için yarışacaklar.
Hemen yeri gelmişken belirteyim, elenen adaylar arasında Hidayat Nur Vahid
de bulunuyor. Kimdir Hidayat Nur Vahid? Suharto sonrasının reform döneminde
(1999) siyaset sahnesine çıkan pek çok İslamcı partiden biri olan Adalet ve
Kalkınma Partisi (PKS)’ın kurucu başkanlarından. Türkiye’de de bazı kesimlerin
takip ettiğini dikkate alarak kısaca bu gelişme çerçevesinde PKS’in duruşuna
bir bakalım... Nur Vahid’in Cakarta gibi önemli bir şehirde valilik yarışını
hele hele ilk turda kaybetmesi PKS’in politikalarını yeniden gözden geçirmesini
gerektirecek boyutta. Hatta, Nur Vahid’in, bir önceki devlet başkanlığı
seçimlerinde başarısız olmasının ardından Cakarta’da da saf dışı kalması, PKS
adına ikinci büyük darbe olarak değerlendirilebilir. Yakın zamana kadar merkez
siyasette önemli rol alacağı düşünülen ve özellikle şehirlerde güçlü olduğu
izlenimi veren PKS’in bu kaybının ardında elbette önemli nedenler var. Bu
konuyu hususi bir yazıya konu edeceğimizi belirterek Cakarta Valilik
seçimlerine dönelim.
İkinci turda yarışacak iki adayın kimi özellikleri üzerinde durulmaya değer.
Fauzi Bowo, Betawi’den, yani Cakartalı ve devlet başkanı Susilo Bambang
Yudhoyono’nun başında olduğu Demokrat Parti adayı. Bu yönüyle adaylığının güçlü
bir yanı olduğuna kuşku yok. Kendisinden önceki vali -eski general- Sutyoso’nun
yardımcılığını yapmasına rağmen, yaptırım gücü sınırlı olması nedeniyle
yöneltilen eleştiriler karşısında duramayan ve palyatif çözümlere yönelen bir
isim olarak adlandırılıyor kimilerince. Tabii bunda eski patronu Sutyoso’nun
direngen kişiliği ile karşılaştırılmasının rolü göz ardı edilemez. Elitist bir
duruşu olduğu ifade edilen Fauzi’nin halk nezdindeki popülaritesinin bir diğer
yönü ise kamu çalışanlarına “sahip çıkarak” ya da bir başka ifadeyle kamu
çalışanlarına “bağlılık göstererek” merkezi hükümetten daha fazla maaş
vermesi... Tabii bu politikanın yürürlükte olabilmesinin temel şartı olarak,
şehir bütçesinin “temiz ellerde” bulunduğu izlenimi veriyor... Geçen beş yıl
zarfında Cakarta’yı rehin alan sel, trafik, konut sorunları ile ne kadar
boğuşabildiği şüpheli olan Fauzi, Endonezya siyasetinin önemli safhalarından
biri olan Cakarta için çeşitli siyasi partilerin desteğini alma uğraşında. İkinci
turda İslamcı partiler olarak da bilinen PPP, PAN’ın yanı sıra, Golkar ve
Hanura gibi “devlet partilerinin” desteğini almış gözüküyor. Aslında bu
hesaplar, merkez siyasette birlikteliğin valilik seçimine yansımış hali gibi
gözüküyor.
Solo eski Belediye Başkanı Jokowi, Megawati Sukarnoputri’nin başında
bulunduğu Endonezya milliyetçi partisinin adayı. Her ne kadar söz konusu parti
son dönemde ülke genelinde başarılı olamasa da, Solo gibi Doğu Cava gibi güç
merkezlerinden olması nedeniyle dikkat çekiyor. Ancak Jokowi’yi öne çıkaran
unsur, siyasi parti bağlılığı değil, aksine sergilediği belediyecilik sayesinde
sadece kendi kentinde değil, Cava Adası’nda adından söz ettiriyor olması.
Örneğin, yoksul ailelerin çocuklarının eğitimine önemli katkı sağlayan “Akıllı
Kart (kartu pintar) ve gene benzer kesimlerin sağlık hizmetlerinden
faydalanmasına yönelik “Sağlık Kartı” (kartu sehat) gibi dar gelirlileri
gözeten politikaları ve icraatları ile Solo’daki son seçimlerde %98 gibi
inanılmaz bir oy oranı alarak başkan seçilmişti. İlk tur seçimlerde aldığı
yüksek oy oranı dikkate alındığında Jokowi’nin şansı yüksek gözüküyor. Her ne
kadar, Fauzi’yi destekleyen siyasi partiler çoğunlukta olsa da, Cakartalı
seçmenlerin siyasi partilerle arasının hiç de “sıkı fıkı” olmaması nedeniyle
valilik seçiminde siyasi partilere değil, adayların niteliklerine bakacağı
vurgulanıyor. Pek çok sıkıntıyla yüzleşen dar gelirli Cakartalıların bu seçimi
fırsat bileceklerine hiç kuşku yok.
Cakarta seçimleri ile ilgili bir diğer önemli gelişme, Valilik seçimlerine
bağımsız aday katılımının ilk defa gerçekleşiyor olması. Bu, Cakartalılara
verilen bir imtiyaz değil. Pek çok kez
dile getirdiğimiz üzere, Açe’de işlerlik kazanan siyasi gelişmelerin ülke
başkentine yaptığı doğrudan bir ‘katkı’ olarak değerlendirilmeli. Açe’de olan
biteni yakinen takip eden Endonezya’nın diğer eyaletlerindekiler, “Açeliler
valilerini seçiyorlar da, biz niye seçemiyoruz” söylemini dillendirirken,
nihayet beş yıl sonra Cakartalılar da valilerini seçme hakkı kazandırdı.
“Özgürlükçü” bir atmosferde geçen kampanya ve seçim sürecinin kentin dev
problemleri karşısında tebessüm ettiren bir yönü olduğuna kuşku yok. Aşağıda
detaylarına değineceğimiz üzere, mega kent hüviyetindeki Cakarta’nın
sorunlarına yaklaşımda pek de sağlıklı işlerliğin olmamasının, merkezin yaptığı
atamalarla bir ilintisi de sorgulanmayı hak ediyor. Mega kentin önemli bir
kesim için önemli maddi getiri kaynağı olduğu dikkate alınırsa, atamaların bir
dizi ilişkilerin sonucu olduğuna kuşku yok... Bu nedenledir ki, gündelik kent
yaşamında sorunlarla doğrudan muhatab olan geniş kitleler nisbeten merkez dışı
ve de başarılı olmuş bir adayı göreve getirmesi kuvvetle muhtemel.
Endonezya modernleşme projelesinin görünür yüzünde yer alan başkent
Cakarta, özellikle içinde yer aldığı Cava Adası’nın simgesi olduğu kadar, maddi
anlamda, yüzölçümü küçük ancak nüfusu kabarık Ada’da önemli göç alan bir kent. Bu
anlamda, Cakarta dediğimizde akla tıpkı Mexico City, Sao Paolo, Kahire, Mumbai,
gibi dünyanın en kalabalık ve yaşanması en zor şehirlerinden birinin geldiğine
kuşku yok. Önümüzdeki yıl kuruluşunın 486. yıldönümünü kutlayacak olan kent, üç
yüz yılı aşkın bir süre Hollanda sömürgeciliğine başkentlik etmiş, modern
Endonezya Cumhuriyeti ‘nin 1947’de başlayan serüveninde, özellikle kalkınmanın
babası lakaplı Yeni Düzen’in “kralı” Suharto’nun ülkeye egemen olduğu yıllarda
kent kalkınma hamlelerinin en yüksek oranda gerçekleştirilmesine tanık oldu.
Ancak bu geçmiş, kentte uzunca bir süredir kendini ortaya koyan sorunların
üstesinden gelinebildiği anlamı taşımıyor. Sömürge kelimesi her ne kadar tüm
etimolojik anlamıyla olumsuzluğa atıf yapsa da, Batı Avrupa’nın kent
girişimciliğinin doğudaki yansıması olarak bugüne neler kaldığı şüphelidir. Öte
yandan, modernleşme süreçlerinin en kaçınılmaz ve görünür kesimini teşkil eden
kent yapılaşmacılığı Cakarta’ya ne kadar uğradığını da sorularımızı
ekleyebiliriz.
Her büyük şehrin, özellikle de mega başkentlerin yöneticilerinin seçimlerinde
adayların görkemli projeleri kent halkına sunmaları kanıksanmış bir gerçektir.
Bundan Cakarta’yı azade tutmuyoruz. Ancak verilen her sözün ya da sözlerin
büyük bir bölümünün hayata geçirilmesindeki kısırlık salt yöneticilerin
ehliyetsizliği ile açıklanamaz elbette. Özellikle son dönemde interaktif yaşam
süreçlerinin giderek gündemde yer işgal ettiği düşünülürse, kent varlığında yer
alan bireylerin önemi yadsınamaz. Cakarta bağlamında da, kentin özellikle Cava
Adası’ndan aldığı geniş iç göçün doğurduğu karmaşa, zamanla eğitim,
uluslararası ticaret, turizm vb. ögelerin katkısıyla kozmopolit bir yapıya
evrildiği dikkat çekiyor.
Zaman içinde giderek kabaran nüfusun ihtiyacını karşılamaya yönelik
talepler, çözüm önerileri ve adayların vaatlerinin ne kadarının
gerçekleştirildiği aslında sadece Cakarta ile sınırlı değil. Cakarta’yı
yönetebilme iradesini söylem bazında ortaya koymuş olan siyasi partiler ve
liderler işin realite kısmında sergiledikleri başarısızlık ile belki de ülkenin
diğer alanlarındaki sorunların başkent boyutunu ortaya koyuyorlardı. Ne demek
istediğimizi izah babında yakın geçmişteki gelişmelere şöyle kısaca bir göz
atalım.
1980’li yıllarda önemli iç göç alan Cakarta’nın trafik probleminin çözümü
için önerilen raylı sistem, ülke siyasetinde baskın bir lobi gücüne sahip Japon
otomobil şirketlerinin müdahalesiyle ortadan kaldırıldığı biliniyor. Akabinde
Suharto’nun otobanlar, üst geçitleri kapsayan inşa dönemi başladı. Bu
rekabette, ülkenin araba ihtiyacını karşılamak üzere önerilen “milli otomobil”
projesi de bizzat Suharto’nun oğullarından birinin Güney Kore firmalarından
birinin üretim hakkını almasıyla akamete uğradı... İşte o gün bu gündür kentin
kamu taşımacılığının üstesinden gelinmesi bir yana, içinden çıkılmaz bir hâl
aldığını Cakarta’ya yolu düşenler bilir. Kentin Suhartolu yıllarda aldığı
darbenin bir diğer boyutu önceliklerle ilgili. Suharto, orta sınıf
kalkınmacılığını tetiklerken, dar gelirlilerin ve onların yaşam alanlarını göz
ardı etmesi, örneğin süreklilik arz eden sel baskınlarından en çok bu
kesimlerin etkilenmesine yol açar.
Son on yıldaki gelişmelere örnek vermek gerekirse, 2000’li yılların
başlarında hafif raylı sistem inşaası girişiminin pek çok badirenin ardından
hayata geçirilemeyerek, 2008’de projeden vazgeçilmesi gösterilebilir. Bugün ise
gündemde hızlı otobüs projesinin yaygınlaştırılması projesi gündemde. Bir diğer
örnek ise 2000’li yılların ikinci yarısına ait... Proje kentin merkezinden ve
çeperinden geçen 13 nehrin aktif ulaşıma açılmasına yönelikti. 2007 yılında,
yaklaşık 21 milyon Dolarlık bütçe ile başlayan proje başarısızlığa maruz
kalarak iki yıl sonra vazgeçildi. Bunun temel nedenini tahmin etmek güç değil. Yeri
gelmişken Cakartalıların bildiği bir ifadeyi paylaşayım... Malezya’nın başkenti
Kuala Lumpur’da 3km otoban maliyeti ile Cakarta’da 1km otoban inşa ediliyor.
Karşılaştırmanın boyutu, kaynakların kullanımı, gelişmişlik, temiz yönetim vb.
bağlamlarla yakından ilgili değil mi? Hele bir de daha geçen gün ulusal
yolsuzlukla mücadele biriminin açıkladığı üzere son dört yılda medyada çıkan
yolsuzluk haberlerinin yüzde beşbin (%5000) artış gösterdiği dikkate alındığında
yerel yönetimlerin bundaki payını hesaba katmak gerekir. Öyle gözüküyor ki, uluslararası Transparency
International’ın ülkenin en önemli açmazı olan yolsuzlukla mücadelede
üstesinden gelmesi gereken daha çok iş var.
Bir de siyasi husumetler var ki, Cakarta yönetimi bağlamında bir türlü
aşılabilmiş değil. Örneğin, kentin alt yapı sorunlarının çözümü için merkezi
hükümetin tahsis ettiği bütçelerin bir türlü hakkıyla kullanılamaması valilerin
siyasi popülarite kazanarak öne çıkmalarının istenmemesiyle açıklanıyor.
Nihayetinde merkezle yerel yönetim arasındaki bu çekişmenin faturası elbette ki
doğrudan halka yansıyor.
Özellikle su yollarının kullanımının bir türlü hayata geçirilememesi kentin
önemli bir baş ağrısı ile yakından ilintili. Yani Cakarta’yı bu imkânı
kullanmaktan mahruz bırakan husus, kente akın eden kırsal nüfusun öncelikli
yerleşim yerleri olarak nehir kenarlarını seçmesi ve aşırı nüfuslanmış kentin
tüm atıklarının söz konusu bu nehirlere boşaltılmasıdır. Aslında yukarıdaki son
örnek bu dev şehrin karşı karşıya kaldığı problemi bir başka boyutuyla ortaya
koyuyor. Bu örnekte açıkça görüldüğü üzere, tarihte önemli işlev görmüş su
yollarının günümüz gelişmiş teknolojik olanaklarına rağmen kullanılamaması kent
yönetiminin karşı karşıya kaldığı sorunların karmaşıklığını sergilemesi
açısından dikkat çekici. Son birkaç yıldır ise, bir yandan sayıları giderek
artan yabancı çalışanlara ve turistlere şirin görünmenin yolu, öte yandan şu
veya bu şekilde varlık gösteren eğitim sayesinde çevrecilik konseptinin
gelişmesinin bir ürünü olarak “özel bisiklet hattı” çalışmasının da
yukarıdakilere benzer bir akamete maruz kalmasıdır. Kaldı ki, varsılların araba
lüksünden vazgeçmeyecekleri, yoksulların ise tropik güneşi ve neminde kalitesiz
bisikletlerle yol alarak kan-revan içinde kalmak istemeyecekleri dikkate
alınırsa bu projenin daha baştan işe yararlığı şüpheli olduğu görülür.
Muson yağmurları döneminde kentin sık sık sele maruz kalması da bir başka
husus. Her ne kadar, Hollandalılar, kenti geniş kanallarla donatmış olsalar da,
bugünkü yapılanma içerisinde ihtiyacı karşıladığı söylenemez. Düz bir satıhta
gelişme gösteren kent, özellikle Bogor gibi dağlık bölgelerden doğan nehirlerin
taşmasıyla “ulusal afet” bölgesi haline dönüşüyor.
Burada ülkenin dini aidiyetini dikkate alarak başkentteki dokuya dair
birkaç cümleyi esirgemeyelim. Halkı Müslüman olan bir ülke ve devlet
otoritelerinin, yeri geldiğinde övünmekten geri durmadıkları İslami kimliği ve
nüfus kalabalığı ile İslam kültür coğrafyasının doğudaki önemli kalelerinden
biri olması yönündeki beklentiler bugün karşı karşıya kaldığımız kent
gerçekliğiyle örtüşmüyor. Cakarta dendiğinde kültür aidiyetine dair akla gelen
herhangi bir yapı bulunduğu kolay kolay söylenemez. Kimileri “İstiklal Camii”
diyor, biliyorum... Ancak o da tarihi
kiymeti harbiyesi olmayan, bağımsızlığı ve de ulus-devlet kuruluşunu temsil
makamında bir yapı o kadar... Bir başka
vecheden ele alındıkta, bu cami, sonraki yıllarda Suharto’nun “devlet
kontrolünde İslamileşmenin” uzantısı olarak devlet hiyerarşisinde “işlev
verdiği” İslami dokulara belki bir ilk teşkil etme makamında. Öte yandan,
kentin yüzyıllar boyunca Protestan Hollanda sömürgeciliğine konu olması da,
özellikle kırsalda varlığını gösteren İslami kültürel dokunun başkent Cakarta’ya
yansımadığı şeklinde bir yorumu da olanaklı kılıyor.
Bir yandan kanıksanmış trafik, sel, konut vb. sorunlar, öte yandan ülkenin
son yıllarda tanık olduğu ekonomik gelişmişlikle birlikte yatırımlar ve
sayıları artan orta sınıfın ideallerini gerçekleştirme arzusu genişleme
sınırlarını çoktan doldurmuş Cakarta’nın yeni valisinin görevinin hiç de kolay
olmadığını gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder