Mehmet Özay 15 Ağustos 2012
1980’lerin ilk yarısı bitmiş... Üniversite yıllarımız... Ankara
Bentderesi’nde onbeş katlı Refah Apartmanı’nda kalıyoruz. İkinci ve üçüncü
katlar öğrencilere yurt olmuş... Üst katta bir abi var, yaşı elliye
yaklaşmış... Afgan cihadına gitmiş... Hikâyelerini dinliyoruz... Savaş
sırasında gerçekleşen mucizeleri... Tam o günlerde yanılmıyorsam Erdem
Beyazıt’ın Afganistan’a Ağıt’ıyla tanışıyorum... Kasetli dönemin başlarıydı
herhalde... Dergilerde de çıkmıştı bu ağıt... Bugünlerde Arakan’ı ‘okumaya
çalışırken’ birden fark ettim, dedim ki kendi kendime ‘Arakan o kadar yoksun
ki, bir Erdem Beyazıt’ı bile yok, ağıt yakacak.” Ağla Arakan ağla,
kaybettiklerine, seni unutanlara, unutturanlara, hatırlamayanlara ağla... Ağla
ki, Erdem Beyazıt yok, sana ağıt yaksın... Ağla Afgan dağlarında çığlığını
duyacak bir garip Müslüman dahi yok...
Dedim ya, bir süredir Arakan’ı anlamaya çalışıyorum. Ulaştığım metinlere,
bölgeyi yakinen bilenleri sorularımla hırpalıyorum. Tam bu sırada Singapur’da
bir akademisyenle tanıştım... Harika metinler kaleme almış. Anak bir tanesi çok
ilginç... Arakanlı mültecilerin varoluş mücadelesini edebiyat, sanat bağlamında
irdeliyor. Saha çalışmasına konu olan araştırması sırasında, Bengaldeş
sınırında şu günlerde adı çokça geçen kamplardan bazılarını ziyaret etmekle
kalmamış, zulümden köşe kucak kaçarak ormanın bir köşesine ilişmiş annelerle
çocuklarla yüzleşmiş.
Öyle ya, mülteci bir yerden bir yere zorunlu göç etmiş kişidir. Ancak göçe
neden olan hadiseler, ana yurdundaki yaşam elbette belleğinde derin izler
bırakmış, tıpkı yaşadığı işkenceler, zulümler gibi... Belki de böylesi anlarda
insan karşı karşıya kalır belleğiyle, hem de tüm açıklığıyla... Arakanlılar da
pek de kimseden bulamadıkları duyuşu, okşayışı, hissedişi benliklerini
tazeleyerek hayatta kalmaya, diri durmaya çalışıyorlar. Tarafınızdan “Nedir
araçları peki?” diye sorulacaktır elbette. Araçları şiirler (tarana), ağıtlar
ve de resimler... Bu insanlar her şeyden yoksun oldukları gibi onlarca yıldır
bildik anlamda formel eğitimden de yoksunlar. Ancak bu ‘cahil’ olduklarını
ortaya koymaz. Hayatı okuma, anlama biçimleri ve yaşamlarını bununla bileme
iradesine sahipler. Naf Nehri’nin kuzeyi ve de güneyi düşman olmuşken
Arakanlılara, ne diyelim dünyada bir tür ‘Araf’ı maddeden yaşarken nasıl sürer
hayat onyıllarca kampta.
Bu şiirler, ağıtlar ve resimler süreklilik arz eden zulme sessiz
başkaldırıyı temsil eder aynı zamanda... Topu silahı olmayan bir toplumun,
varlık aleminde kaybolmamacasına verdiği mücadelede şiirdir ağıttır onu yegâne
ayakta tutan...
İşte bu ağıtlardan biri... Ne kadar mümkündür çevirisi bilemem... Ancak bir
nebze olsun belleğimizde yer etsin istedim.
Rohingya Ağıtı: “Hayatımız ağlayarak geçti”
Günlerimiz geçti
göz yaşlarıyla
Burma’da Magh’ların
zulmüne maruz kalarak
Ana yurdumuzu terk
ettik
Zalim devlet
korkusuyla
İlkokul mezunu
Magh’lar yönetici olmuş, ellerinde sopalar
Biz se, diplomalı sebze
satıcısı
Niçin ölmeli kundaktaki
bebeler, yavrular
Evimizi yurdumuzu
terk ettik
Zalim devlet
korkusuyla...
Bu ağıtta Arakanlıların yaşadıkları temsil etmesi anlamında “zulüm” (dor)
kelimesinin sekiz defa tekrarlandığı görülür. Zulüm devletin sivil kanadından,
asker kanadından yetmezmiş gibi, aynı ırka mensup Budist Maghların bir başka
adıyla Rakhinelerin kıyımıyla da ortaya çıkar. Zulüm ki, her çeşidiyle musallat
olmutur Arakanlılara... En temel insani değerlerden sayılan ne sosyal, ne dini
ne de ekonomik varlıklarına izin vardır ana vatanlarında.
Bu ve benzeri şiirler yaşananlara bir itirazken, bir yandan da hayata
tutunmanın geleceğe umutla bakmanın aracı kılınırlar bellekleri yenileyerek.
Kamp yaşamının belli zaman aralıklarında, özellikle Dolunay’da çadırlarının
önünde küçük gruplar halinde biraraya gelen Arakanlılar ağıtlarını yakarken,
geleneksel müzik enstrümanları olan juri ve tobla’yı da eksik etmezler... O
enstrümanlar ki, ruhun en ince derinlikleriyle irtibatı kuran mucizevi
araçlar....
Bir de çizimler var tarih yapan... Anayurtlarında maruz kaldıkları zulmü
sergileyen. Dev sanat eserleri değil, zaten bundan da bahsetmiyoruz... Ancak
bir kaybolmaya yüz tutmuş bir toplumun kendi tarihini yazışıdır bu resimler.
Yemyeşil verimli topraklarda yaşam sürerken baskına, ayrımcılığa maruz kalarak
durağan yaşamlarından koparılıp, Pol-potları andıran barınaklara tıkılmaları
öykülenir bu resimlerde... Askerlerin ve Rakhinelerin nasıl işkence ettikleri...
Not: Bu yazıya konu olan çalışmasını kullanmama izin
verdiği için Farzana’ya teşekkür ediyorum.
http://www.dunyabizim.com/manset/10706/arakanin-bir-erdem-bayaziti-dahi-yok.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder