Mehmet Özay 01.12.2024
Çin’in, bugün küresel bir güç haline gelme süreci,
Çin-Tayvan karşılaşmasının uluslararası arenada ilk ortaya çıktığı dönem
olduğunu ileri sürebiliriz.
Öyle ki, Çin’in, ABD tarafından uluslararası sisteme
entegrasyonunun ortaya konmaya başlandığı 1970’li yılların ortalarından
itibaren, Tayvan’ın, Birleşmiş Milletler’de temsil hakkını yitirmesi ve yerini
Çin’in almasının, önemli bir dönemeç olduğuna kuşku yok.
Bugün gelinen noktada, Çin-Tayvan ilişkilerinin -bir
sorun olarak- sadece, bu iki ülke ile sınırlı olmadığı da ortada.
En azından, son on beş yıllık süreç, Asya-Pasifik veya
Hint-Pasifik bölgesi jeo-politiği çerçevesinde, uluslararası teritoryal ve
siyasal egemenlik ile ekonomik ilişkilerin yeniden yapılandırılması anlamına
gelen bir boyutu içeriyor.
Bu yazıda, söz konusu bu gelişme farklı bir perspektiften
bakmaya çalışağım.
Longue durée
Yukarıda dikkat çekilen son dönem süreçlerine dair
bilinenler bir yana, Çin’in Tayvan ve/ya Tayvan’ın Çin’le ilişkisini farklı bir
perspektiften yani, uzun tarihi bağlamdan değerlendirmek gerekiyor.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Tayvan’la olan ilişkisi,
sıradan bir jeopolitik denge unsuru veya gelişmesi olarak görülmemelidir.
Burada, iki temel husus bulunuyor.
İlki, Pekin yönetimi’nin ‘”Tayvan’sız olmaz”
denilebilecek politikasını, salt Tayvan’ın ABD’nin bölgede geliştirdiği ve de
sürdürmeye çalıştığı ittifaklar bloku içerisinde bulunmasıyla irtibatlandırmak
mümkün değildir.
İkincisi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Tayvan’ın kendisini
otonom, ayrılıkçı, bağımsızlıkçı vs. her ne dersek diyelim kendini tanımlama
çabası karşısında, Tayvan’ı bir eyalet kabul edip, ulusal egemenliğinin
doğrudan bir parçası kabul etmesi, 1949 yılında Komünist ve Milliyetçi Çin
arasında sona eren bir iç savaşın ardından yaşanan ayrışmanın ötesinde bir
anlam içeriyor.
Bu çerçevede, ilk hususu, şimdilik bir kenara
bırakıyorum...
Burada dikkat çeken, daha çok ikinci husustur.
Hanedanlık ontolojisi
Bu ikinci bağlamı, tarihi referansları dışında
anlamlandırabilmek mümkün gözükmüyor.
Öyle ki, bunun ipuçlarını, tarihin erken dönemlerinden
itibaren, Çin’de egemenlik sürmüş olan ‘hanedanlık’lar sürecinde bulmak mümkün.
Çin’in, bir başka ifadeyle, -Asya Kıtası’nı referans
vererek söylemek gerekirse-, Ana Kara parçası üzerinde yükselen Kuzey’de
Moğollar, Batı’da Türkler ve Doğu’da -deniz sınırıyla- Japonlar ile çevrili
oluşu, bir tür monolitik bir siyasi yapı oluşturma konusunda güçlü nedenler
olarak ortaya çıkıyor.
Bunu söylerken, Çin’in, bünyesinde barındırdığı etnik
yapıların önemini küçümsüyor veya göz ardı ediyor değilim.
Yine, burada başvuru kaynağımızın, tarihsel süreçte
ortaya çıkan Hanedanlıkların ontolojik nedenlerinin, bütüncül bir Çin
politikasına erişmek olduğu gerçeğinden hareketle söylüyorum.
Örneğin, teritoryal olarak sınırlı bölgelerde hakimiyet
kurmuş olan, Milâttan önce kurulan Qin Hanedanlığı’nın ve Milâttan sonra gelen
Üç Krallık, Jin ve Kuzey-Güney Hanedanlıkları’nın görece kısa süreli
egemenliklerine karşılık, diğer önemli hanedanlıklar ki, bunlar arasında
özellikle Song, T’ang, Ming ve Qin Hanedanlıkları’nı saymak gerekir, teritoryal
hakimiyetlerini Kuzey ve Güney Çin’i kapsayacak şekilde gerçekleştirmişlerdir.
Tayvan’ın 1992 Konsensüs yorumu
Çin Halk Cumhuriyeti’nin yukarıda dikkat çekilen
teritoryal egemenlik sahasını Tayvan’ı da içine alacak şekilde deklara
etmesinin benzerinin yani, aynı siyasal olgunun, Tayvan tarafından da gündeme
getirildiğini görüyoruz.
Öyle ki, Tayvan yönetimi de, “Çin’i bütüncül anlamda temsil
hakkının” kendinde olduğunu özellikle, Demokratik Gelişim Partisi (Democratic
Progressive Party-DPP) döneminde çok daha yüksek sesle dile getiriyor.
Bunun en somut ifadesini, 1992 Konsensüsü adıyla anılan
anlaşmaya, DPP’nin getirdiği yorum dikkat çekicidir.
1992 Konsensüsü, Çin Halk Cumhuriyeti ile Tayvan arasında
yapılan ve Çin ulusunun birliği kavramını ortaya koyan bir anlaşma. Analizlere
bakıldığında, daha belirgin bir şekilde karşımıza “tek ülke, iki sistem”
olgusunun çıktığı görülüyor.
Aslında, tam da bu yapı, DPP yönetimi tarafından kabul
edilmeyen siyasi bir olgu olarak dikkat çekiyor.
Bu yorum, özellikle, Tsai Ing-wen’in devlet başkanlığı
boyunca (2016-2024), gayet net bir şekilde ortaya konuldu.
Bu netliğin daha önce Tayvan tarafından gündeme getirilip
getirilmediği bir yana, özellikle, Çin Halk Cumhuriyeti’nin teritoryal
egemenlik olgusunu, 2013 yılından itiraben yani, Şi Cinping yönetimi ile ortaya
koymasının bir yansıması olarak değerlendirmek gerekiyor.
Benzer şekilde, bu yıl (2024) yapılan başkanlık seçimleri
öncesinde, DPP adayı Lai Ching-te’nin de 1992 Konsensüsü’ne göndermede
bulunarak, bu anlaşmayı kabul etmenin, Tayvan’ın egemenlik hakkından ferâgat
anlamına geldiği/geleceği yolundaki ifadelerine tanık olundu.
DPP’nin parti olarak ve de hem, Tsai hem de, Lai’nin
söylemlerinde tanık olunduğu üzere “tek ülke, iki sistem” olgusu Hong Kong
örneğiyle açıklanarak, 1992 Konsensüsü’nün kabulünün benzer bir süreci, yani,
2014’den sonra Hong Kong üzerinde gerçekleştirilen operasyonun benzerinin
ortaya konulacağı söylemine dayanıyor.
‘Büyük’ Çin’i temsil hakkı
Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Tayvan üzerinde egemenlik hakkı
karşısında, Tayvan’ın da benzer bir rasyonalite geliştirmiş olmasını salt,
Tayvan’ın modern dönemde, Çin Halk Cumhuriyeti’nden bağımsız olabilme
düşüncesinin bir uzantısı olarak görmemek gerekir.
Nihayetinde, Tayvan’ı kuran siyasi zihniyet, modern
anlamda kökleri son hanedanlığın yani, Qing Hanedanlığının (1644-1911) veya bir
başka ifadeyle, imparatorluğun sona erdiği 1911 yılına uzanan ve Çin
Cumhuriyeti’yle kendini ortaya koyan, modern Çin milliyetçiliği (Kuomintang)
olarak zuhur eden siyasi yapıya dayanıyor.
Bunun ötesinde, ‘Milliyetçilik’ olgusunu 1911’le
sınırlandırmayıp aksine, tarihsel gerçekliğe yansıtmak gerektiğinde, adına
‘Çin’ denilen bütünü, bir ‘Çinlilik olgusu ile izah edilmesi, hiç kuşku yok ki,
milliyetçilik olgusunun, tarihsel anlamda gayet köklü bir uzanımı olduğunu işaret
ediyor.
Tayvan’ın söylem zaafiyeti
Ancak, Tayvan’ın teritoryal büyüklük olarak Çin’le
karşılaştırılamayacak kadar küçük oluşu, siyasi söyleminin hak ettiği kadar bir
ilgiye mazhar olmadığını söylememiz yanlış olmayacaktır.
Tayvan’ın argümanının, ‘siyasal ciddiyet’ bağlamındaki
zaafiyetinin bir diğer yönünü, Ana Kıta Çin’den ayrılmış olma durumu teşkil
ediyor.
Bunu izah için yine, dönüp tarihe bakmak gerekiyor...
Bu noktada, Çin’de Hanedanlıklar, Ana Kıta Çin’in bilinen
sınırlarının dışında bir siyasi yapı tarafından kurulup geliştirilmemiştir.
Aksine, görece siyasal merkez olarak, Kuzey Çin’in ve
ekonomik ve insan kaynakları noktasında, Güney Çin’in teşkil ettiği ve
birbirini tamamlayan bir yapıdan bahsedebiliriz.
Her ne kadar, Tayvan’ın -özellikle de DPP yönetimi ve
başkanlarınca- ortaya koyduğu argüman ontolojik olarak doğru olsa da, içinde
yer aldığı jeo-politik bağlam onun bu doğruluğunu pekiştirmekten epeyce uzak.
Çin ve Tayvan arasındaki ilişkinin, günümüz jeo-politik
gerçekliği ve bunun Batı Bloğu tarafından yeniden yapılandırılma süreçlerinden
bağımsız ele alınmaya el veren bir boyutu bulunuyor.
Bu bağlamı, bugünün gelişmeleri dışına çıkarak ve tarihi
geçmişe dikkatlice göz atarak anlamlandırmak mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder