Mehmet Özay 16.12.2023
Bu çerçevede, 13 Aralık günü, “İslami Sanat Müzeleri ve Galerileri’nin Geleceği, Farklılık ve Kapsayıcılığın Önemi” (The Future of Islamic Art Museums and Galleries, Celebrating Diversity and Inclusivity) başlıklı bir panel toplantı gerçekleştirildi. Bu panelde ele alınan hususlara dair bazı görüşlerimi burada paylaşacağım.
Başkent Kuala Lumpur’da, Masjid Negara’ya (Ulusal Cami) komşu olan Müze’nin, çeyrek yüzyıllık geçmişi, uzun bir tarihi süreç anlamına gelmese de, bu kurumun ve içerdiği etkinliklerin, Malezya ve bölge bağlamında önemli bir kültürel-dini ve sanat kurumsallaşması anlamında dikkat çekici olduğuna kuşku yok.
Müze’nin kuruluşunun yıldönümü vesilesiyle, bu güzel mekân bugünlerde, bazı sergilerin yanı sıra, entellektüel toplantılara ev sahipliği yapıyor. 13 Aralık Çarşamba günü Müze konferans salonunda gayet dikkat çekici entellektüel toplantılardan birine tanıklık ettik. Bu etkinliğe dair bazı gözlem ve görüşlerimi paylaşacağım.
Ancak öncesinde kısaca, sanat ve kültür bağlamında iş-çevrelerinin ve siyasilerin yaklaşımına örnek olması açısından bir hususa dikkat çekmekte yarar var...
Müze’nin ülkenin önde gelen iş adamlarından Syed Mochtar Buchari’nin çabalarıyla kurulduğu ve bugünlere getirildiğini söylemek gerekiyor. Müze, çeşitli alt kurumsal yapılarının yanı sıra, gayet önemli bir kütüphaneyi de bünyesinde barındırıyor. Scholars’ Library adını taşıyan ve önemli kolleksiyonlara ev sahipliği yapan bu kütüphanenin sadece araştırmacılara hizmet verdiğini söyleyelim.
Bunun yanı sıra, Müze’nin bugün taşıdığı önemi ortaya koyacak sembolik göstergelerden birinin, söz konusu etkinliklerin açılışına başbakan Enver İbrahim’in katılmış olmasıydı.
Başbakan’ın geçtiğimiz Haziran ayında da, bu mekânı “Oryantalist Sergi”nin açılışı vesilesiyle ziyareti, hem müzenin, hem de genel itibarıyla İslam-kültür-sanat olgusunun mevcut siyasi iktidar çevrelerinde öncellendiğini veya ön sıralara konulmak istendiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Siyasilerin bu alanda görünürlük kazanmaları, hem sanat ve kültürün sahiplenilmesi, hem de başta okur yazar olmak üzere geniş kitlelere ulaştırılması ve bu geniş kitlenin bu tür mekanlara ve etkinliklere daveti konusunda da önemli bir işlev sergilediğini söylemek mümkün.
Bununla birlikte, Malezya veya benzeri ülkelerde geniş toplum kesimlerini ve özellikle de, genç kesimleri sanat alanına yönlendirebilecek kamusal göstergelerden biri kabul edildiğinde, başbakanlık koltuğunda oturan bir siyasi figürün, böylesine önemli bir sanat kurumunu ziyaretinin ve burada sanata ve entellektüalizme dair bir söylem geliştirmesinin yadsınır yanından ziyade, olumlu yanlarına işaret etmek gerekir.
Sadece Kuala Lumpur ve Malezya’nın değil, bölgenin önemli müzeleri arasında sayılan IAMM’in varlığı, hiç kuşku yok ki, çok kültürlü, çok dinli, çok dilli nitelikleriyle öne çıkan Güneydoğu Asya toplumlarının dini-kültürel etkileşimleri ve bunların paylaşımı hususunda kayda değer bir işlevi ve önemi bulunuyor.
Söz konusu bu işlev ve önem, farklı bölgeler ve etnik yapılar dikkate alındığında, bölgenin İslamlaşması’nın tarihsel geçmişi kadar, bu tarihsel süreçte rol oynayan, Arap Yarımadası, Hindistan ve Çin gibi farklı bölgelerden Müslümanların, alimlerin, entellektüellerin, isimleri unutulmuş sıradan insanların çeşitli düzeylerde oynadıkları rolün, sanat objeleri üzerinden paylaşılmasını gündeme getirmesinden kaynaklanıyor.
Bunun yanı sıra, bu sanat objelerinin sadece, bölgedeki Müslüman kitleler için değil, aynı zamanda bölgenin doğal dini-kültürel yapıları arasında dikkat çeken özellikle de, Budizm ve Hinduizm başlıkları altında ele alınabilecek yapılara mensup kitleler tarafından da gözlemlenmeye, incelenmeye, anlaşılmaya değer olduğuna kuşku yok.
Panel’e gelecek olursak...
Her ne kadar, panelin başlığı, “İslami Sanat Müzeleri ve Galerileri’nin Geleceği, Farklılık ve Kapsayıcılığın Önemi”ni içine alan gayet kapsamlı bir boyutta olsa da, İslam sanatı, busanatın bugünü, geleceği ve/ya bu alanın kamusal temsili vb. konulara -Osman Bakar Hoca dışında- değinen olmadı.
Organizatörlerin, böylesine önemli bir ulusal ve bölgesel kurumsallaşmayı temsil eden IAAM’ın 25. kuruluş yıldönümüne davet edilecek ve böylesine önemli bir başlık altında gerçkleştirilen toplantıda ‘uzman’ sıfatıyla söz alacak kişileri İslam düşünce sisteminden, bunun İslam sanatları olarak bilenen alana yansımasından, İslam sanatının üreticilerinden, sunumundan, müşterilerinden ve potansiyel müşterilerinden haberdar olmaları ve buna dair bir söylem geliştirmeleri beklenirdi.
Katılımcıların kimlikleri onları entellektüel bir çerçeveye oturtmaya yettiği düşünülse de, yukarıda dikkat çekilen bilgi birikimine sahip olmamaları nedeniyle, panel başlığının ortaya koyduğu ve arzu edilen öylesi bir entellektüel etkileşim olmadı.
Brezilya büyükelçisi, kendi bireysel tarihinden örneğin, Paris’teki Louvre müzesinde Mona Liza’nın gerçek boyutlarıyla görülmesi Londra’da Ulusal Galery’nin (National Gallery) dünyanın en önemli ilk birkaç müze olmasını sağlayan nadide tabloları barındırması gibi örnekleri gündeme getirmesinin ya da Katolik bir Brezilyalı olmasıyla örtüştürülecek şekilde 12/13. yüzyıl Hıristiyan sanatından bir iki örnekle söylemini yapılandırmasının panelin konusuyla ne türden bir ilişkisi olduğuna şüphe düşüren unsurlardı.
Ya da, Oxford Bilim Müzesi direktörü’nün gayet liberal, dini bir yana spirituelliği bile içinde barındırmaktan uzak soğuk ve seküler dil kurgusu, ortaya koymaya çalıştığı sempatik beden dilinin yardımına rağmen, panelin konusu hakkında birşeyler duymak isteyenlere herhangi bir veri sağlamaktan uzaktı.
İngiltere’de sanat tarihi ve arkeolojisi alanında akademisyenlik yapan Faruk Yahya isimli Malezyalı akademisyen ise, çalışma alanının gayet incelikli bilgilerine ve verilerine rağmen, kendi toplumuna ve geniş Malay dünyasına dair verilerden haberdarsızlığı veya bunları ortaya koymaktan uzak bir söylemine tanık olduk.
Kendisini iş adamı ve eğitimci olarak tanıtan moderatör Bijan Khezri’nin ise bilmediği bir alanda, neyi nasıl “modere” edeceği başlı başına bir problemdi.
Şayet panelin konusu genel itibarıyla müzeler, müzelerin işlevi ve geleceği gibi bir başlık olsaydı, hakkaniyetle söylemek gerekirse tüm Aydınlanmacı felsefenin ve buna reddiye sunan karşı Aydınlanmacı felsefenin müzecilik alanına yansıyan argümanlarını, görüşlerini dinlemekten büyük keyif alırdık...
Katılımcılar arasında, Osman Bakar Hoca’nın sınırlı zaman diliminde dikkat çektiği hususların başında, Malezya siyasi otoritesininin patronajının önemine vurgusu önemliydi.
Onun bu söylemini, mevcut siyasilerin bu alana daha çok ilgi ve alâka göstermeleri yönündeki bir davetiye olarak değerlendirmek mümkün. Hiç kuşku yok ki, Müslüman toplumlarda, sanat, İslam sanatları vb. alanlarda siyasi otoritenin ve kurumların sürdürülebilir bir şekilde var olup olmadıkları sorgulanmaya gayet açık.
Bakar Hoca’nın, İslamın varlığının “çoklukta birlik” vurgusu İslam sanatlarının hem içeriğini ve hem de kitleleri davet ettiği alana dair önemli bir kavramsallaştırmaydı.
Bu yaklaşımların dışında, genel itibarıyla İslam sanatları ve/ya İslami müzelerde sergilenen eserlere sıra geldiğinde uzun tarihi geçmişte kalmış ve özellikle de, sultanlar ve aileleri (çokça da eşleri!), vezirler, alimler ile sınırlı bir sosyolojik boyutun akla geldiği ve bunlara vurgu yapıldığı gözlemleniyor.
Bu noktada, bu eserlerin talep edilmesinin ve ortaya konulmasının ne tür süreçleri içinde barındırdığına dair, tarihsel ve sosyolojik verilere ihtiyaç var.
Böylesine önemli ürünlerin sadece, tarihsel olarak İslam düşüncesi içerisinde geliştirilmiş olan sanat, sanatsal ifade formaları ile ilişkileri kadar, acaba sadece -örneğin, sivil, bürokratik ve askeri elitler gibi- belirli sosyolojik gruplarla bağlantılı yönünün vurgulanıyor oluşunda ne denli bir haklılık payı olup olmadığını sorgulamak gerekiyor.
Oysa, bu sanat eserlerinin ortaya konulmasında kurumsal yapının, bu kurumlarda yer alan ustaların, çırakların kimler oldukları, nasıl yaşadıkları bu zanaatları ne şekilde edindikleri gibi pek çok soruyu birbiri ardına sıralamak mümkün.
Yoksa, İslam sanatları ve müzelerinin teşkilinin sanki bir anlamda, İslamı veya İslamı temsil eden toplumların adına, sanat ve zanaatkârlık denilen alanlarda ortaya koydukları ürünleri, modern parametrelerde sunma yarışının bir göstergesi olarak, örneğin tıpkı, Londra’daki National Museum, Paris’teki Louvre gibi müzelerle yarışacak bir kültürel programlamaya tabi tutmak gibi itilmiş-kakılmışlık psikolojisini (inferiority complexity) yansıtıp yansıtmadığını düşünmek ve tartışmak gerekiyor.
IAMM’ın kuruluşunun 25. yıl dönümü vesilesiyle yapılan etkinlikler içerisinde tanık olduğumuz panelin post-modern söylemi içselleştirmiş düşünceleri yansıtanlar yerine, örneğin Kuzey Sumatra’dan başlayarak Doğu Timor’a, Güney Hindistan’dan başlayarak Güney Filipinler’e kadar olan coğrafyadaki Müslüman toplumların geçmişleriyle ve bu geniş coğrafyanın ürettiği sanatlar ve zanaatlar ile bunları üreten va hala üretmeye devam eden temsilcilerinin biraraya getirildiği bir etkinlik çok daha anlamlı olurdu.
Bu vesileyle, IAMM’ın 25. kuruluş yıldönümünü kutlar ve başta geniş Malay dünyası olmak üzere İslam coğrafyasının farklı bölgeleriyle anlamlı ilişkiler geliştirmeye öncelik vermesini içten temenni ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder