Mehmet Özay 08.12.2023
Bu noktada, Cumhuriyet’le birlikte gündeme gelen siyasal ve toplumsal değişimde, ‘cemaatler’ olgusu yabana atılmayacak bir öneme sahiptir.
Epistemolojik ayrışma/kopuş
Cumhuriyet’in epistemelojik temellerinin ve bunun sosyolojik karşılığının ortaya konulmasında, Cumhuriyet öncesi dönemin (pre-Republican era) belirleyiciliğine kuşku bulunmuyor.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, ortada durduk yerden bir Cumhuriyet ihdası olmadığı aksine, gayet dinamik bir toplumsal gerçeklik değişimiyle karşı karşıya olduğumuz gayet aşikâr...
Öyle ki, söz konusu bu sürecin, yani Cumhuriyet’in ihdasında, bazı Batılı güçlerle askeri ve siyasal egemenlik alanındaki hesaplaşmanın dışında ve ötesinde, derinlikli bir Osmanlı toplum gerçekliği ile karşılaşmanın getirdiği ağır bir yük bulunuyor.
Halkın talebi ve ‘tekke ve zaviyeler’
Cumhuriyet öncesi toplumun epistemolojik temeli ile bunun sosyoloji alanına yansıyan olguları arasında, dini-toplumsal oluşumların özellikle, -ilgili sosyal bilim alanlarında artık gayet yerleşik bir kavramsallaştırma olarak karşımıza çıkan-, “tekke ve zaviyeler” (khanqa and zawiyah) gibi toplumsal kurumların payını dikkate almak gerekir.
Dini alanın içinde yer almakla birlikte, bu kurumların Osmanlı döneminde ortaya çıkan modernleşme süreçleriyle yüzleşmelerinin önemli bir araştırma alanı olduğunu hatırlatalım...
Bunun dışında, tarihsel olarak bizatihi, -Osmanlı toplumu özelinde anlaşılacağı haliyle- Müslüman toplum içerisinde gelişme göstermeleri nedeniyle, tüm biçimleriyle ‘tekke ve zaviyeler’in bid’at (innovation) ve tajdid (renewal) gibi iki önemli İslami kavramla izah edilebilecek alanları olduğu unutulmamalıdır. -Ancak, bu hususu bu yazıda ele almayacağımızı burada ifade edeyim...-
Yukarıda dikkat çekildiği üzere, Osmanlı toplumunda kurumsallaşmış olan bu unsurların temelde, bu yapılaşmalarının gönderme yaptığı üzere, çeşitli halk katmanları nezdinde karşılık bulmasının bir gerçeklik olduğu ve bunun geniş kamuoyu, yönetim, dini otorite -şayet böyle bir kurum ve birey var idiyse- vb. unsurlar tarafından nasıl tanımlandığı, benimsendiği, ve geliştirildiği üzerinde durulması gerekiyor.
Sosyolojik dönüşümde halkın yeri
Cumhuriyet’in epistemolojik değişim ve bunun sosyolojik yansımalarında kendine anahtar alan olarak belirlediği söylenebilecek tekke ve zaviyeler’e yönelik yapı-bozum (deconstruction) sürecinin, erken Cumhuriyet döneminde ‘başarılara’ konu olduğu tarihi vak’alar ortaya koyuyor. Bu başarıları, dönemin ‘dinamizmiyle’ açıklamak mümkün.
Bununla birlikte, erken Cumhuriyet dönemi elitinin bu değişimi yönetirken, karşılık vermesi beklenen alanın sadece, bu kurumların varlığı veya yokluğu meselesi değildir.
Aksine sorun, bu kurumları talep eden, kendine çağıran ve söz konusu bu kurumların bu talebe cevap verdiği ve çağrısına tabi olduğu farklı katmanlardan halk kitlesine ve geçmişte ortaya koyduğu talep ve isteklere ne olacağı sorusuna, ne denli rasyonel cevaplar üretip üretemediğiyle bağlantılıdır.
Burada hiç kuşku yok ki, bazı kesimlerin, “yeni bir ulus yaratma sürecinde, halk katmanlarının hiyerarşik olarak eğitimden geçirilmesi” bağlamında bir karşılık vermesi beklenebilir. Kurumsal değişimler ve yenilenmelere bakıldığında da, bunun doğru olduğu anlaşılıyor.
Tarihsel hata ya da yenilenen halk
Burada sorun -şayet var ise-, toplumsal devamlılığa işaret edecek olan husus, Cumhuriyet’le birlikte, ilgili halk katmanlarının siyasal ve toplumsal değişimin nesneleri olmalarına rağmen, geçmişten tevarüs eden veya kendinde bir yenilenmeyle ortaya çıkan veya çıkartılan, ‘cemaatler’in nasıl anlaşılacağı ve anlamlandırılacağı meselesidir.
Nihayetinde, siyasal ve toplumsal değişimin nesnesi olan/olması beklenen halkın, kendine ‘cemaatler’ üzerinden yeni bir alan açarak, toplumsal varlığını yenileme çabası söz konusudur.
Dikkat ederseniz, yeni ‘tekkeler ve zaviyeler’ yerine, ‘cemaatler’ ifadesini kullanıyoruz...
Burada, toplumsal alanda ortaya çıkan yapılar ile/veya bu sürecin aktörü olan belirli kesimlerin kendilerini tanımlama noktasında, ‘tekke ve zaviye’ yerine, yenilikçi bir yaklaşım sergilediklerini söylemek mümkün.
Her ne kadar, ‘cemaatler’ bünyesinde ‘tekke’lere mensup olanlar olsa da, bunlar arasında bırakın tekke içinde yer almayı, tekkeyi reddeden yapıların olmasının da, aslında ortaya çıkan yeniliğin ne denli farklı boyutlarda seyrettiği anlamına geliyor. -Bu da, kendi içinde ayrı bir araştırma alanı...-
Yaşanan gelişmeler her halükârda, ortada bir ‘halk’ meselesi olduğuna vurgu yapıyor...
Cumhuriyet’le birlikte oluşan veya oluşturulmaya çalışılan yeni toplumsal ve siyasal evrende kimin yönetimde yer alacağı, kimin muhalefette kalacağı gibi meta politik yaklaşımların dışında ve ötesinde, sıradan bireylerin (ordinary people) toplumda ve özellikle de, siyasal otorite ve bunun, tüm kurumsal aygıtları karşısında ve önünde nasıl muamele görecekleri/gördükleri üzerinde durmak gerekir.
Sıradan birey, kendisine sunulan yeni toplumsal ve siyasal evrende istediği şekilde mi hareket edecektir yoksa, kasıtlı ve bilinçli bir dizi yönlendirmelere tabi olması sınırlılığıyla mı toplumsal ve siyasal evrende yer alabilecektir?
Somut örneklere yönelmek gerekirse, şunu söyleyebiliriz...
Sıradan insan ya da genel tabiriyle ‘sokaktaki adam’ın, toplumsal ve siyasal yaşamın temsilcilerinin önünde kabul görüp görmeyeceği; kabul görecekse, bunun ne ve hangi şartlarda olabileceği; kendisini nasıl izah edeceği ve kendini nasıl tanımlayacağı gibi bir dizi sorular önümüzde duruyor.
Bu yaklaşım, hiç kuşku yok ki, ‘tekke ve zaviye’ kavramsallaştırmasına içkin olacak şekilde, ‘cemaatçi’ bir yapıya sahip olduğu ifade edilen Osmanlı toplumu ile sonrasında oluşturulan, yeni toplumsal ve siyasal evrenin epistemolojik kökenlerinden hareketle ortaya çıkartılması beklenen bireyselci toplum yapısının, ne denli birbirinden ayrıştırıldığını gözler önüne seriyor.
Temelde olan biten Osmanlı sonrasında, yeni oluşmakta olan bir siyasal ve toplumsal evrende sıradan insanın yani, sokaktaki vatandaşın, kendini oluşan yeni ortamda nerede göreceği veya kendisine toplumsal ve siyasal alanlarda nasıl bir pay biçileceği ile gelişen bir süreç bulunuyor karşımızda.
Tam da bu noktada, ‘Cumhuriyet’ kavramına kısaca göz atalım...
Halk için
Gayet öz olarak, ‘halk ile birlikte’ ve ‘halk için’ anlamını vermekle yanlış yapmayacağımızı düşündüğüm Cumuriyet kavramının, bizzat bu süreçte sıradan insana biçilen yer ile sıradan insanın talep ettikleri arasındaki önemli açık hiç kuşku yok ki, Cumhuriyet döneminin karşı karşıya kaldığı en önemli sorunsalı teşkil ediyor(du).
Bir başka ifadeyle, merkeze halkın alındığı bir siyasi rejim olgusu karşımızda duruyor(du)...
Cumhur yani, halkın kahir ekseriyetinin ve çoğunluğunun kabul ettiğine, benimsediğine, istediğine olduğu kadar, aynı ölçüde kabul etmediğine, benimsemediğine, istemediğine doğrudan veya dolaylı bir vurgu söz konusudur.
Erken dönem Cumhuriyet’te, söz konusu bu siyasal tanımlamaya ve siyasi elitin bu argümanına rağmen, halkın kendine biçtiği farklı bir yolun varlığı Cumhuriyet’in sosyolojik gerçekliğini kaplayacak boyutta gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder