Mehmet Özay 14.08.2023
17 Ağustos, H. Mohd. Said’in vefatının 128 yılı...
Bu tarihin Endonezya bağımsızlığı ile aynı güne denk
gelmesi, tarihsel bir rastlantı olarak değerlendirilebilir. Ancak, Endonezya
coğrafyasındaki inanç kültür yapılanması dikkate alınacak olursa, bu tarihi
benzerliğin ortaya çıkmasında bir ‘hikmet’ aramak da mümkün.
Bu yaklaşımı gündeme getirmemize yola çan neden sadece,
bölgedeki inanç kültür yapılaşması değil. Aslında, buna dair indirgemeci bir
söylemi kabul etmediğimizi de ifade etmeliyim. Aksine, bu yaklaşımı teyid
edecek şekilde elimizde, gayet önemli veriler olduğuna işaret etmek istiyorum.
O da, merhum Mohd. Said’in (1905-1995), 1920’li yılların
sonlarından itibaren başlayan profesyonel yaşam serüveninin, Takımadalar
bağımsızlık sürecine dair neredeyse, tüm alanları içine alan yaklaşımları,
eğilimleri ve çabalarıyla bağlantılı olmasıdır.
Zorlu yıllar ve mücadele
Mohd. Said’in 1905 yılında doğduğu dikkate alındığında,
ülkenin kurucu babaları arasında ön sırada yer alan yani, ilk devlet başkanı
Sukarno ve başkan yardımcısı Muhammed Hatta -ve de dönemin diğer önemli isimler-
ile aynı nesil içerisinde yer aldığı dikkate alınması gereken bir husus.
Bu durum, sadece dönemsel olarak aynı nesil içerisinde
yer almak kadar, bizatihi Mohd. Said’i döneminin gazeteci, entellektüel,
aktivist ve politikacıları gibi diğerleri ile buluşturan ve aynı zamanda
ayrıştıran özelliklerinin de birarada değerlendirilmesini gerektiriyor.
Gerek aile kökenleri ve gerekse tabi oldukları eğitim
süreçleri örneğin, Cavalı Sukarno ve Batı Sumatralı Mohd. Hatta’yı öne
çıkartırken, Kuzey Sumatra (Labuhan Bilik) doğumlu Mohd. Said adının arka plânda
kalması, onun önemsiz bir şahsiyet olduğu anlamına gelmiyor.
Bir gazeteci, entellektüel, ve hatta kısa bir dönem
içerisinde de olsa aktivisit olarak yer aldığı süreçler onu özellikle, 1930’lu
ve 1940’lı yılların inişli çıkışlı bağlamlarında, döneminin adamı olma sıfatını
taşımasına yol açıyor.
Henüz eldeki veriler formel eğitim süreçlerinde kaç yıl
yer aldığına dair açıklayıcı olmasa da, onun en azından beş, altı yılı boyunca Felemenkçe
eğitim veren bir kurumda öğrenim gördüğüne dair bir öngörümüz bulunuyor.
‘Bildung’ süreci ve Mohd. Said
Eğitimiyle ilgili bu kısa ancak, önemli sayılması gereken
hususu bize söyleten ise, -diğer bazı ifadelerin yanı sıra-, onun genç yaşta
Labuhan Bilik -veya Panai’de-, Hollanda bölge yönetimine bağlı bir hukuk
kurumunda asistan olarak görev yapmış olmasıdır.
Mohd. Said’in yukarıda adı geçen ve geçmeyen dönemin
önemli siyasi ve entellektüel liderleri arasında nerede durduğu meselesi onu,
nasıl tanımladığımızla bağlantılıdır.
Eğitimine dair verdiğimiz kısa veri dışında onun, nasıl
bir gazeteci ve entellektüel olduğu ve onu bu süreçlere taşıyanın ve devam
ettirenin ne olduğu sorusuna cevap bizatihi kendisinden geliyor.
Bu noktada, Mohd. Said yayınlanmamış biyografi
çalışmasında, kendisini ‘otodidakt’ olarak tanımlıyor. Bu kavram, onun hakkında
araştırma yapan birkaç akademisyen ve yaygın olarak popüler çalışmalarda da yer
alıyor.
Ancak, onun bireysel gelişim süreçlerini dikkate
aldığımızda otodidakt yerine, Almanca bir kavram olan ‘Bildung’ kavramının
uygun düşüceği kanaatindeyim.
Felsefi bir bağlamı da içinde barındıran ‘Bildung’,
bireyin kendinde ve istendik olarak formel ve enformel eğitim süreçleri kadar,
hayat boyu devam eden, bu anlamda sürdürülebilirlik özelliğini ve de aynı
zamanda disiplini içinde barındıran bir boyuta sahip.
Mohd. Said’in yaşamında ilk aşamada onun çıraklık
süreçlerinde önce, Mandarince ve Malayca yayın yapan Tjin Po ve ardından
Oetoesan Sumatra, Pewarte Deli, Sinar Deli ile devam eden gazetecilik
süreçlerini dikkatle incelemek gerekiyor.
Söz konusu bu gazetelerin, 19. yüzyıl sonlarında başlayan
yayın süreçlerine konu olduğu hatırlandığında, dönemi itibarıyla gayet
profesyonel editörler elinde yayın yaptıklarını söylemeliyiz.
Mohd. Said’in söz konusu bu gazetelerdeki çalışma
süreçlerinin onu tedrici olarak tabiri caizse, pişirdiği ve gazetecilik
mesleğine dair yaklaşımını pekiştirdiği ortadadır.
Gazetecilik ve gerçek(lik) arayışı
Tam da bu noktada, yukarıda onu tanımlamak için önerdiğim
‘bildung’ kavramına işaret ederek, Mohd. Said’in gazetecilik mesleğini
uygularken, ne tür bir felsefi yaklaşım içerisinde olduğu konusuna değinmek
gerekir.
Kendi ifadesiyle, “halka doğruları aktarmak” düşüncesinin
onun, belki de daha memleketi Labuhan Bilik’ten ayrılmadan kısa bir süre önce,
babasıyla olan kısa diyaloğunun arkasında yatan gerçek niyetine tekabül ettiği
kanaatindeyim.
‘Doğru veya gerçek’ kavramı onun kendisine, topluma,
bakışı kadar, içinde yetişip geliştiği sömürge yapılaşmasının oluşturduğu
‘illüzyonizme’ dayanan sahte anlamlarının dışına çıkarak, gerçeği ortaya koyma
çabası olarak görmek mümkün.
Burada doğrunun, gerçeğin kendinde bir durum olmak kadar,
bir insan eylemine konu olduğunu hatırlamakta yarar var. Bu durum, bize yine
Mohd. Said’in niçin bir ‘bildung’ sürecinde yer aldığını da izah ediyor
açıkçası.
Dönemin, bireysel ve toplumsal gerçekliğinin inşasında
sömürge yapılaşmasının başat rolü ve etkinliğine karşı, doğruyu ve gerçeği
kültürel, toplumsal ve siyasal anlamıyla hakiki anlamıyla ortaya koyacak bir
bakış açısının Mohd. Said tarafından hissedildiği ve ardından düşünüldüğünü
söyleyebiliriz.
Bu durum onun, yukarıda dile getirdiğim üzere Labuhan
Bilik ve/ya Panen’de kısa süreli olarak hukuk bürosunda çalıştığı dönemde Kuzey
Sumatra’daki özellikle, tütün plântasyonları işçilerinin maruz kaldıkları insanlık
dışı uygulamalara karşı tutumunda ve söyleminde ortaya çıkıyor.
Sömürgecilik kölelik ve küresel işçi sorunu
İşçilerin, dönemin insan kaçakçılarının da içinde yer
aldığını düşündüğüm Hollanda sömürge yönetimi ve Avrupalı yatırımcıların da
içinde yer aldığı süreçleriyle Java Adası’ndan getirilenlerle sınırlı olmadığı
görülür.
Aksine, daha 1860’lerin başlarından itibaren Malaya
Yarımadası’ndan, Singapur, Malaka ve Penang üzerinden getirilen Çinliler ile
ağırlıklı olarak Penang Adası’ndan getirilen Hintliler de yer alıyordu.[1]
Bu geniş tarım işçileri (koeli kontrak) topluluğuna temas
etmemin nedeni, Mohd. Said’in 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, bu kitlenin maruz
kaldıkları zulme karşı ortaya koyduğu gazetecilik ve ardından yayınladığı dizi
yazılar ve eserlerle entellektüel boyuttur.[2]
Bu çerçevede, koeli konktrak kavramını ‘tarım işçileri’
yerine ‘köle işçiler’ olarak anlamak hiç kuşku yok ki, yaşanan gerçekliği ifade
etmemize imkân tanıyacaktır. Bu konuya hususi çalışmalarla devam edeceğimizi
umuyorum...
Endonezya 17 Ağustos’a bağımsızlığının 78 yılı
kutlamalarıyla girerken, bu sürecin yani, bağımsızlığın ortaya çıkmasında rolü
olan çevreleri doğru bir şekilde değerlendirmek ve haklarını vermek gerekiyor.
Geniş bir coğrafyayı içine alan Endonezya’da her bölgede
dönemin şartları çerçevesinde gelişme gösteren eğitim, entellektüel ve siyasal
yaşam gibi faktörler, bazı figürleri öne çıkartırken -tarihsel bir hata
olarak-, bazı figürlerin arka plânda kalmasına neden oluyor.
Bu durumun, bu yazıda dikkat çekmeye çalıştığımız Mohd.
Said örneğinde olduğu gibi farklı eğilimleri ve çalışmalarıyla dikkat çeken öncü
isimlerin çalışmalarının, çabalarının ve fikirlerinin mitolojiye varan
yaklaşımlardan uzak, yeniden, güncellenerek ve ‘doğru’ kaynaklar bağlamında
yeniden ele alınmasını gerektiriyor.
Bu durum, dönemlerinde gayet önemli roller icra etmiş
bireylerini hatırlamak ve tarihte onlara hak ettikleri yeri vermek kadar,
Endonezya gibi geniş bir coğrafya üzerinde yükselen ülkenin çok farklı
bölgelerden ve farklı entellektüel birikimlerden bireylerinin katkılarıyla
bağımsızlığa ulaştığını fark etmek anlamı taşıyor.
[1]
Karl J. Pelzer. (1982). Planters Against Peasants: The
Agrarian Struggle, In East Sumatra 1947-1958, ‘S-Gravenhage-Martinus
Nijhoff, s. vii.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder