Mehmet Özay 06.08.2023
78. Bağımsızlık yılına girilirken, ulusal bayrağın ve renklerinin gelişimi -kuruluşu 13. yüzyıl sonlarına tekabül eden- Majapahit İmparatorluğu’na dek uzanan tarihi temelde, köklü bir geçmiş vurgusuna işaret ediyor.
Bağımsızlık olgusunun sadece semboller üzerinden anlamlandırılamayacağı, aksine toplumsal sistem içerisinde siyasal, sosyal ve ekonomik haklar ve adilane paylaşımın varlığıyla bütünleşik bir yapı kazanacağına dikkat çekmek gerekiyor.
Bayrak, ilke ve bağımsızlık
Kırmızı-beyaz bayraklara iliştirilen ulusal sembol (lambing negara) ‘mitolojik kuş’ Garuda, ve siyasal varlığa anlam kazandıran Beş İlke’ye (Pancasila) gönderme yapan ve ulusal birliğe vurgu yapan “Bhinneka Tunggal Ika” sembollerin ne denli önemli olduğunu hatırlatıyor.
Bayrak ve diğer semboller sadece, şehri kuzeyden güneye doğru kesen Thamrin Caddesi ve Sudirman Caddesi vb. gibi gösterişli yapıların hakim olduğu resmi ve özel binalara asılmıyor.
Aksine, devasa binaların hemen yanı başında uzanıp giden, kendi halinde şehir içerisinde ancak, küçük köy yerleşimlerini andıran alanların girişlerinde ve evlerin önlerinde de bu semboller görünürlük kazanıyor.
Söz konusu bu siyasal paylaşımın ve bunun sağladığı meşruiyetin önemine kuşku yok…
Bununla birlikte, söz konusu bu yapının ülkenin geniş toplum kesimlerinin sosyal ve ekonomik refahını sağlama konusunda bağımsızlıktan bu yana ne tür çabaların sergilendiği, nereden nereye gelindiği gibi soruları bizi sormaya iten toplumsal gerçekliklere dikkat çekmek gerekiyor.
Bu sorgulamanın, bizatihi bağımsızlık mücadelesine ve bu mücadele sonrasında gelen yapısal bütünün temel değerleriyle doğrudan ilişkisi hiç kuşku yok ki, doğal bir meşruiyeti ortaya koyuyor.
Bu noktada, “Endonezya milliyetçiliği, uluslararasıcılık, demokrasi, toplumsal kalkınma ve Tanrı’ya inanç” unsurlarını bünyesinde barındıran Pancasila’nın, temel itibarıyla çok farklı etnik yapılar içereceği kurucu liderlerce zaten malum olan yeni ulus-devlette, siyasal, toplumsal ve ekonomik nizamın nasıl tesis edileceği sorusuna cevap arandığı ve buna da zikredilen bu beş ilke ile cevap verildiği görülüyor.
Ulus-devlet imgesi ve adalet
Benedict Anderson’un literatürde çoktan yerini alan, ulus-devletlere dair tanımlamasında gündeme getirdiği ve zihinde inşa edildiğine gizli açık vurgu yapan “hayali toplumlar” (imagined communities) yaklaşımını belirli açılardan belki de, en iyi hak eden ülkelerden biri olarak zikretmek gerek Endonezya’yı…
Hayal edilen (imgelenen) şeyin yani, bir ulusun nasıl bir varlık olduğuna veya bunun nasıl ortaya çıktığına dair delilin, özellikle yazılı basınla (print media) ortaya konduğu bu tanımlamayla, girişte dile getirilen kadim bir devlet olan Majapahit Devleti’ne yapılan gönderme arasında, herhalde doğrudan bir ilişki kurmak ne kadar mümkün sorusu gündeme getirilebilir.
Bu noktada, sadece çok farklı etnik yapıları bünyesinde barındırmakla kalmayan, geniş bir coğrafyada, birbirinden irili ufaklı denizler ve boğazlarla ayrılan belli başlı Adaları da egemenlik sahasında bulunduran ülkenin, ne tür bir siyasal imgelem üzerine inşa edildiği meselesi halen sorgulanmaya devam ediyor.
Öyle ki, ülkenin farklı Adalar coğrafyalarında yaşam süren farklı etnik yapılarına mensup toplumsal kesimlerinin kendilerini, yazının girişinde dile getirilen semboller uğrunda, ulusal birliğe gönüllü olarak yaşamaya razı olmaya sevk edenin, ülkenin temelde siyasal ve çokça da ekonomik zenginliğin adilane paylaşıma yönelik olmasıyla da önem taşıyor.
Yerel ve merkezi siyasette yer alma ve bu anlamda siyasal eşitlik, temsil ve benzeri bağlamlar kadar, belki de -etnik ayrım gözetmeksizin- daha çok uzun sömürgecilik dönemi boyunca yoksulluk ve yoksunluklarla karşı karşıya kalmış geniş toplum kesimlerinin nasıl bir ekonomik varsıllığa taşınacakları olgusu, ülkenin bağımsızlık ilânının gerçekleştiği 17 Ağustos 1945 ve/ya Takımadaları’n belli bölgelerinde dört yıla varan bağımsızlık savaşı sonunda, Aralık 1949’da bağımsızlığın uluslararası çevrelerce tanınmasından bu yana ülkenin en önemli iç meselini teşkil ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Sorunu anlamak
1945’den bu yana yaşanan süreçte, söz konusu siyasal ve çokça ekonomik boyutun sorunlarının varlığını ve de devamlılığını benzeri ulus-devletlerin tecrübe ettiği üzere, küresel dengeler ve güç oluşumları bağlamında, uluslararası güçlerin ülke ve bölge üzerindeki yeniden tesis edilmeye çalışılan hegemonya süreçlerinden ayırt etmek mümkün değil.
Ancak, tüm olan biteni ikinci nedene indirgemek, açıkçası sorunları görmezden gelmekten öte bir anlam taşımıyor…
Sömürgecilik sürecine paralel gerçekleşmiş olan Batı Avrupa kapitalizminin gelişmesinde gayet önemli rolü olan bir bölgeden yani, Takımadalar’dan yani, bugünkü Endonezya’dan bahsediyoruz…
Söz konusu Batı sermayesinin birikimi süreçlerinde rol alan çeşitli endüstriyel tarım ürünlerine ev sahipliği yapan plântasyonlardaki işçilerin yani, koeli kontrak’ların maruz kaldıkları insan hakları ihlâlleri, ekonomik yoksulluk ve yoksunluklar gibi bağlamların tetiklediği bir bağımsızlık mücadelesi yaşamış bir ülkeden bahsediyoruz…
Bu süreçte gayet önemli bir sömürgecilik mücadelesi vermiş ve bu süreçleri birikimli ve entellektüel siyasiler, düşünürler, gazeteciler, iş adamları vb. gibi topluma yön veren kitlelerle gerçekleştirmiş topyekün bir siyasal hareketin, aradan geçen on yılların ardından, bugün azımsanmayacak toplum kesimlerini niçin ve neden hâlâ siyasal ve de özellikle, ekonomik gelişmişlik bağlamında arzu edilen seviyeye ulaştıramadığı üzerinde uzun uzun düşünmek ve tartışmak gerekiyor.
Bizi böylesi bir sorgulamayı gündeme getirmek için, ülkenin bir köşesindeki herhangi bir Ada’da, herhangi bir kırsal alandaki gözlem ve tecrübelere gerek yok…
Velev ki, böylesi gözlem ve tecrübelerimiz olsa da, bunlar bir anlamda, kırsalın kendi içinde yoğrulabilen, kendine yetebilen, yoksulluğunu ve yoksunluğunu sindirebilecek bir yapının olabileceği ihtimaliyle göz ardı edilebilir.
Ancak, yoksulluk ve yoksunluk bizi tam da, başkent Cakarta’da çarpıcı bir şekilde buluyor…
Öyle ki, geniş caddelerinin kaldırımlarında neredeyse, günün her anında varlıklarıyla yüzleşilen yaşlı-genç, kadın-erkek bireyler ile içinde ailelerin de olduğu küçük grupların yanı sıra, bu gösterişli caddelerin hemen bir sokak ardında, gayet acı verici yoksulluk ve yoksunlukla çırpınan kesimlerin varlığıdır bizi sorgulamaya iten.
Tam da bu noktada, yukarıda dikkat çekilen ve siyasal yapılar, haklar, temsiller gibi olguların ötesinde, bireylerin bizatihi biyolojik olarak var olup olmamalarıyla doğrudan ilintili sorunların temelde, ülkenin kurucu değerleri olarak dikkat çeken Beş İlke’de (Pancasila) ortaya konulan unsurlara tekabül ettiğini görmek ve hatırlamakta yarar var.
Bu ilkelerin Tanrı’ya inanç, sosyal adalet, birlik, paylaşım vb. kavramlara içkin olan yönünün pratikte, ülkenin farklı etnik yapılarından müteşekkil geniş toplum kesimlerine neler kazandırıp kazandırmadığını Cakarta ölçeğinden başlayarak anlamaya çalışmalıyız.
Siyasal, sosyal ve ekonomik süreçlerden adilane bir şekilde paylaşımın aslında Pancasila’da dile getirilmesi, ülkenin kurucu siyasi figürlerinin nasıl bir ülke kurmak istedikleri ve bunu hayata geçirmeye çalıştıkları konusunda bir fikir veriyor.
Bugün yaşanan siyasal ve özellikle de, ekonomik sorunların üstesinden gelinmesinde bağımsızlık süreçlerindeki rolleriyle dikkat çeken bir Sukarno, bir Ahmed Dahlan, bir Mohammad Hatta, bir Adi Negoro, bir Mohammad Yamin, bir Adam Malik, bir Mohammad Said, bir Tan Malaka, bir Muhammed Natsir’i yeniden üretmek ve geniş toplum kesimlerine umut ve gelecek vaad eden yapıların teker teker oluşturulması gerekiyor.
https://guneydoguasyacalismalari.com/endonezya-bagimsizlik-ve-toplumsal-gerceklik-indonesia-independence-and-social-reality/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder