Mehmet Özay 19.11.2022
Ghazali’nin kaleme aldığı, Al-Munqidh min
al-Dalal isimli otobiyografik
çalışmasının daha başlarında, bu metodolojik yaklaşımın izleri ve açılımlarını
görmek mümkün.
Bu
metodolojik yaklaşımlara geçmeden önce, Ghazali’nin bunları nasıl edindiği
konusu önem taşıyor. Hiç kuşku yok ki, yaşadığı dönemin İslam düşüncesinin ve özellikle,
Abbasi Halifeliği sosyal ve siyasal şartlarının da katkısıyla ulaştığı nokta önem
arz ederken, bunun hususi bir araştırma konusu olduğuna işaret etmek gerekir.
Ghazali’nin
soru-cevap yöntemi ile kendi düşünce evrenini okurla paylaştığı sayfalar,
analitik düşüncesinin temel izleklerini oluşturuyor.
Aslında,
söz konusu bu analitik ve eleştirel tutum ve yaklaşımların (critical
perspective)[1]
bizatihi Ghazali'nin eleştiriye tabii tutttuğu özellikle, kelamcılar (mütekallimun)
bir başka açıdan yaklaşıldığında ‘spekülatif teoloji’ (speculative theology)[2]
ile felsefecilerin de yöntemleri arasında yer alması ortada bir tür tenâkuzun
var olduğu izlenimi uyandırıyor.
Bu
noktada, metodolojik benzerliğe rağmen, felsefecilerle ayrıştığı noktanın bu disiplin
mensuplarının teolojik verileri göz ardı eden, bir anlamda seküler bir bağlamı
temel alarak düşüncelerini şekillendirmeleridir.
Ghazali’de
bu benzerliğin nasıl ortaya çıktığı konusu, yaşadığı dönemin eğitim-öğretim
yapısının anlaşılmasını gerekli kılıyor.
Bu
noktada, kelamcılar kendi disiplinlerinin hakim olduğu kurumlarda dinin yani, İslam’ın
bilgi kaynaklarının anlaşılırlığını sağlama adına başvurdukları mantık ve rasyonalite
yaklaşımları başta olmak üzere, çeşitli yöntem biçimlerini gündeme taşımıştır.
Felsefecilerin
de benzer bir yol üzere oldukları anlaşılır bir durumdur. Aslında, ikincisinin
yani, felsefecilerin metodolojik yaklaşımının kelamcılar tarafından
edinildiğini söylemek, tarihi gelişim süreci noktasında (chronology) daha
doğru olacaktır.
Ghazali’nin
eleştirdiği taklitçiler olarak adlandırılabilecek eleştirel düşünceyi
metodoloji olarak kullanmayan üçüncü grup yani, Batiniyye’dir (ta’lim/talimiyyah).
Ghazali’nin,
yukarıdaki mutekallimun ve felsefecilerin içinde yer aldığı disiplinlerde
gündeme gelen mantık, rasyonalite metodlarını bizatihi bu disiplinlerin
temsilcilerinin görüşlerini eleştirmek için kullanması onun, hangi noktada
ötekilerden ayrıştığını sormayı gerektiriyor.
Buna
verilebilecek cevap, her iki ekolün kullandığı metodların yanı sıra, Ghazali’nin
“Kur’an-i yöntemi” (Qur’anic methodology) öncelleyen veya bunu merkeze
alan bir metodolojik çerçeveye sahip olmasıdır denilebilir.[3]
Aslında, bu yaklaşım tam da, onu epistemolojik temeller noktasında eleştiriye
tabi tuttuğu çevrelerden ayıran bir özellik olarak yansıyor.
Buna
ilâve olarak, Ghazali’nin bu ekollere mensup olmaması ve bunun yanı sıra, dönemin
bu köklü ekollerine yönelik eleştirileri, onu bir tür kendinde/öz-öğrenici (self-learner)
bir kişiliğe sahip olduğunu ortaya koyuyor.[4]
Yine burada, dönemin kaotik şartları dikkate alındığında sadece, Ghazali’nin
tek başına eleştirel tutum geliştirdiğini söylemek herhalde pek mümkün değil.
Ancak
Ghazali’yi, benzer metodolojik tutum ve eleştirel yaklaşımlar sergilediği
varsayılacak benzeri alimlerden ayıran hususun, onun yukarıdaki metodolojisi kadar
ve/ya belki de ortaya koyduğu sistematik yaklaşımı ve yorumsamacılığı olmuştur.
Bu
iki metodolojiyi hakkıyla kullanması onu, bir önceki yazıda kısaca dikkat
çektiğimiz, Bağdat merkezli Abbasi Halifeliği’nin sonlarına tekabül eden döneminin
sosyolojik gerçeklikleri olarak halifelik kurumu ve siyaset kurumu arasında
yaşanan ayrışma; Fatimiler özelinde Mısır’da dışında alternatif halifelik
mekanizmasının oluşturulması; toplumsal çözülmeler vb. süreçler ve bunların
arka plânında yer alan dini/entellektüel çelişkilerin karşısında bir anlamda
yeniden İslamlaşma (re-Islamization) denilebilecek bir süreci başlatmasına
yol açmıştır.
Ghazali
ve/ya Ghazali düşüncesinin, aradan geçen uzun yüzyıllar boyunca hâlâ referans
kaynağı olması hiç kuşku yok ki, benzeri sosyolojik kırılmaların, bozulmaların
varlığıyla izah edilebilir. Günümüzde Doğu’dan Batı’ya İslam coğrafyasında
düşünce ve pratikte yaşanan kırılmalar sürecinde Ghazali’ye başvurunun böylesi anlamlı
bir yanı olduğu ortadadır.
Ghazali’nin
yaşadığı dönemin temelde başat felsefi yapılaşmasında Yunan geleneğinin hakim
olduğu yönündeki tutumuyla günümüz özellikle sosyal bilimler yaklaşımlarının
Batı’da geliştirilen epistemolojik yaklaşımlara bağımlılığı arasında bir
benzerlik mevcut mudur?
Şayet
böylesi bir benzerlik var ise, yaşanan gündelik pratikler problemlerinin
kaynağının teorik ve/ya epistemolojik arka plânını ele almak, Ghazali metodolojisine
başvurmanın rasyonalitesini oluşturuyor denilebilir. Ancak burada dikkate şayan
husus, -yukarıda vurgulandığı üzere-, Ghazali’nin başvurduğu ve uyguladığı
metodolojiler arasında yer alan sistematik yaklaşımı ve yorumsamacılığıdır.
Döneminin
sadece mutekallimin ve felsefecilerini değil, taklitçilerini de (Batıniyye)
eleştireye tabi tutan Ghazali’nin, bu iki özel metodolojisinin ne denli kullanılıp
kullanılmadığı üzerinde durulmaya değer bir konudur.
[1] Ali Issas Othman. (1960). The Concept of Man in
Islam: In the Writings of Al-Ghazali, Cairo: Dar al-Maaref, s. 7, 8.
[2]
Ali
Issas Othman. (1960). The Concept of Man in Islam: In the Writings of
Al-Ghazali, Cairo: Dar al-Maaref, s. 12.
[3] Ghazali. (1980). Deliverance from Error
(al-Munqidh min al-Dalal), (Tr.: Richard J.
McCarthy), Beirut: American University of Beirut, s. xi.
[4] Ghazali. (1980). Deliverance from Error
(al-Munqidh min al-Dalal), (Tr.: Richard J.
McCarthy, American University of Beirut, s. 18.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder