Mehmet Özay 15.11.2022
Ghazali adıyla meşhur Abu Hamid Muhammed’in İslam coğrafyasında belirgin bir önem taşıdığına kuşku yok. Ghazali düşüncesini, aradan geçen yüzyıllara rağmen, hâlâ anlamlı kılan unsurun, uyguladığı metodolojik bütünlükle açıklamak mümkün.
Bununla birlikte, her düşünür ve alim gibi Ghazali’yi de ‘inşa eden’ bir
toplumsal yapı ve bu toplumsal yapıya onun verdiği tepkilerin üzerinde durmak gerekir.
Bu yaklaşım, bize sadece Ghazali düşüncesini değil, aynı zamanda geliştirdiği
düşüncenin temel dayanaklarını, neden ve niçini’nin de anlaşılmasına olanak
tanıyacaktır.
Burada yapılmakta olan vurgunun sadece Ghazali’nin, al-Farabi ve Ibn Sina’ya
yönelik eleştirileri üzerine oturtulan bir yaklaşımın dışına çıkıldığı
görülmelidir. Kaldı ki, bu iki ‘özel İslam filozofu’nun dışına çıkarak, Ghazali’nin
muhatap aldığı ve eleştirmeye değer bulduğu çevreler arasında mütekallibun, Batıniler
ve felsefecilerin yer alması gayet anlamlıdır. Bu temel üç gruba yönelik eleştirel
yaklaşımı aslında, bizatihi hem metod olarak hem de sosyolojik/bilimsel
gerçeklik alanı olarak Ghazali’nin dönemini ne denli iyi anladığını da ortaya
koymaktadır.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, yaşadığı dönemin sosyolojik verilerinin
bize, onun neden eleştirel düşünceyi geliştirdiğine dair gayet önemli veriler sunduğunu
ileri sürebiliriz. Bu durum, tam da ‘Ghazali dönemi sosyolojisi’ adı verilebilecek
bir adlandırmaya imkân tanımaktadır.
Bu noktada, Milâdi 11. yüzyılın ikinci yarısına ve 12. yüzyılın ilk on
yılına sığan Ghazali’nin yaşamı sadece, bireysel bir nitelik taşımadığı gibi,
eserleri de gelişigüzel veya zamanının sınırlarıyla çevrili değil.
Aksine, arada geçen yüzyıllar boyunca neredeyse her nesil tarafından onun yenilenerek
okunmasını sağlayan ve böylece bin yılın ötesine yani, bugüne taşıyan hususlar,
ortaya koyduğu eserlerde karşılığını bulan yaşadığı dönemin sosyolojik gerçekliklerinin
şu ya da bu şekilde bir tür devamlılık arz etmesiyle açıklanabilir.
Bununla birlikte, bu yaklaşımın bir tür sınırlılığı içinde taşıdığına da
kuşku bulunmuyor. Nihayetinde gerek toplumsal değişme olgusu, gerekse inanç
ekseninde ortaya konulan müceddid kavramının her yüzyıla yayılması konusu, “niçin
Ghazali ve düşüncesi?” sorusuna daha anlamlı ve rasyonel cevaplar verilmesini gerektiriyor.
Ghazali’yi bir fıkıh alimi, bir sufi ve/ya bir müceddid olarak okumanın
anlamlı olduğuna kuşku yok. Bununla birlikte, aynı zamanda Ghazali’nin niçin
bir fıkıh alimi, bir sufi ve bir müceddid olduğu yönünde soruları da gündeme
getirmek gerekir.
Tam da bu noktada, karşımıza donuk, kendinde, mutlak bir birey ve onun
düşüncesi değil, aksine tastamam toplumla iç içe, içinde yaşadığı toplumu
anlamaya çalışan ve anladıkça eleştirelliği kendinden başlayarak toplumun
geneline yönelten bir bireyin çıktığı görülür.
Buradan bir adım daha ileri giderek, Ghazali dönemine yapılmaya çalışılan
vurgu, Ghazali’nin tabiri cazise sebepsiz yere veya toplumsal ilişkilerden soyutlanmışlıkla
kendine, yeni ilim ve/ya yeni düşünce alanları açmak ve/ya var olanları eleştirmek
suretiyle, ortaya yeni bir eklemlenmiş bilgi ürünü koyma düşüncesini
geliştirmediği açıkça görülür.
Bunu kaleme aldığı biyografik çalışması (al-Munqidh min al-Dalal) başta olmak üzere ilgili diğer çalışmalarında eleştirel
tutumunda görmek mümkün.
Bu noktada, eleştirel tutumunu neye, kime, hangi kasıtla geliştirdiği
sorusu temelde, onun bir Müslüman birey olarak yaşadığı dönemin sosyal ve
siyasal çalkantıları ve hatta bundan daha çok belki de, tüm bunların zuhur
edişine neden olan düşünce sistemindeki sorunların kendi zihninde (intellect),
vicdanında ve kalbinde (qalb) oluşturduğu varoluşsal nitelikli sorulara
verdiği karşılıklardan kaynaklandığına işaret ediyor.
Çeşitli eserlerde Ghazali tanıtılırken, ‘döneminin adamı’ tabirine tekabül
edecek şekilde, gizli açık Abbasi Halifeliği’nin ulaştığı ilim evrenine
gönderme yapılır. Bu göndermede haklılık payının erişilen zirve dönem kadar,
aynı Abbasi Halifeliği döneminin kırılmaların, travmaların yaşandığı bir dönem
olması gerçeğini göz ardı etmeyi gerektirmiyor.
Halifelik makamı ile siyasal/askeri iktidar kurumunun belki de ilk kez
denilebilecek bir bağlamda ayrışması; Fatimiler özelinde görüldüğü üzere, “alternatif
halifelik” zeminin oluşturulması; bu iki siyasal ucun felsefi uzantılarını ya da
temellerini oluşturan mütekallimlerin, Batıniliğin güçlü yapısı Ghazali’nin hem
bir yandan pratikte bir ‘ilim adamı’ olarak devlet yapısında işgal ettiği yer,
hem de düşünce dünyasında yoğunlaştığı alanlar olarak üzerinde durulmayı
gerektiriyor.
Dış bir etken olarak aynı yüzyıl içinde Haçlıların başlattıkları karşı
sürecin önemini göz ardı etmemekle birlikte, yukarıda değinilen toplumsal
olguların aslında dönemin İslam dünyasının nasıl bir düşünce ve pratik
çerçevesine oturduğunu göstermeye yetiyor.
Ghazali’yi ve Ghazali düşüncesinin ortaya çıkmasında dönemin toplumsal
yapısındaki bu kırılmalar ve travmalar etken olurken, Ghazali düşüncesinin
dikkatle okunması halinde bize, aynı zamanda 12. yüzyıl şartlarındaki
sosyolojik yapısı hakkında gayet önemli veriler sunacağını da düşünmek
mümkündür.
Bu yaklaşımın, İslam toplumlarının bugün karşı karşıya oldukları sorunlara
bir çare olabilecek veriler sağlayıp sağlamadığı ise, bir başka yazının konusu
olmayı hak ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder