Mehmet Özay 24.11.2022
Ghazali (Abu Hamid Muhammed) düşüncesinin gelişiminde dönüm noktalarından biri belki de, en önemlisi onun gerçeklik arayışı olgusu ve buna verdiği önemdir.
Arayış
olgusu
Bu
‘arayış’, bireysel varoluşsal (ontologic) bir sorunsaldan başlamakla
birlikte ulaştığı nokta dikkate alındığında, onun bir ilim adamı olarak adının bugünlere
kadar ulaşmasına ve eserlerinin kayda değer bir coğrafyada makbul bulunmasına
neden olduğunu söylemek gerekir.
Bilim
ve felsefe tarihine göz atıldığında, gerçeklik arayışı kavramının ve olgusunun
temelde yeni bir kavram ve olgu olmadığı görülür. Bu çerçevede, Ghazali’nin bir
anlamda dönemine kadar olan geleneksel düşünce biçimlerinin izinden gittiği
ortadadır.
Arayış
sürecinin kaçınılmazlığını ortaya koyan somut olgu ise, onun makam ve şöhreti
terk ederek azımsanmayacak bir süre yani, yaklaşık on yıl boyunca gerçeklik
arayışının peşine düşerek coğrafyalar boyunca gezinmesidir.
Buna
iç bilgi arayışı diyecek olursak, belki bir tür wandering scholar sınıflaması
içerisinde değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Temel
sorun
Temelde
burada sorulması gereken soru, Ghazali’ni yaşadığı Abbadi Halifeliği döneminin
en görkemli yılları kabul edilen bir döneme tekabül etmekle birlikte, onu böylesi
bir arayışa iten toplumsal ve ilmi nedenleri göz ardı etmek, birkaç açıdan eksikliği
içinde barındırır.
Bunlardan
ilki, onun bizatihi yaşadığı dönemin toplumsal ve siyasal koşulları ile bunların
ilim dünyası üzerindeki tezahürleri; ikincisi, onun ortaya koymuş olduğu bireysel
gerçeklik arayışı ve bu yönde sergilediği çabası; üçüncüsü de, bu süreç
sonrasında ulaştığı noktadır.
Bu
noktada, önceki iki yazıda dikkat çektiğimiz üzere dönemin düşünce dünyasında
ağırlığı hissedilen mutekallimun, felsefeciler ve
Batiniyye (ta’lim/talimiyyah),
Ghazali şüpheciliğinin ve eleştirelliğinin hedefi olmuştur.
Bu
olgular dikkate alınmadığında, Ghazali’nin ilmi noktada ulaştığı alanın önemi
hakkıyla değerlendirilmemiş olacaktır.
Doğa
ve doğa ötesi
Ghazali’nin
eklemlendiğini söylediğimiz gerçeklik arayışı edimini ortaya koyan bilim ve
felsefe alanındaki düşünürlerin gerçekliği bu dünya ve öte dünya, bir başka
deyişle maddi alem / fizik (natural world) ile madde ötesi alem / metafizik
(supra-natural world) olarak iki temel ayrıma tabi tutmaları, varılan
sonuçların da doğal olarak birbirinden gayet farklılaştığını ortaya koyuyor.
Bu
iki temel ayrımda Ghazali’nin gerçeklik arayışını ikincisinden yana yani, maddi
ötesi alem üzerinden ele almasında, kendisinden önce gelen bilim ve düşünür
çevreleri kadar, belki de bundan daha da önemli bir kaynak, İbrahim Peygamber’dir.
Bazı çalışmalarda dikkat çekildiği Kur’an’da zikredilen bir vakıa üzerine
dayandırıldığından hareketle buna, “Kur’an-i metod” (Qur’anic methodology)
demek te mümkün.
Bu
noktada, Ghazali’yi benzerlerinden ayıran husus, onun gerçeklik ile maddi dünya
ötesi ilişkisinde bir alternatif ya da dayanak noktası olarak İbrahimi örnekliği
seçmiş olmasıdır.
Ghazali
karşı karşıya kaldığı toplumsal yapıda var olan düşünce biçimleri ve
-muhtemelen bunların pratikte aldıkları haller karşısında, kasıtlı ve bilinçli
olarak ‘bilgi kaynağı’ arayışında olması şaşırtıcı değildir. Bu arayış, zamanla
evrilerek bir bilgi teorisi geliştirdiğini ortaya koyuyor.
Yukarıda
zikredilen dönemin hakim egemen düşünce yapılarını teşkil eden ve Ghazali’yi
şüphe yöntemini kullanmaya sevk eden durum karşısında, sergilediği hakiki bilgi
arayışı onu ‘Sufizme’ ulaştırıyor.
Azımsanmayacak
bu uzun süreç, Ghazali’nin bireysel olarak yaşadığı gerçeklik arayışının tamamlanması
anlamı taşıyordu.
Toplumsal
gerçeklik
Burada
bir an için, durup düşünülmesi gereken bir diğer husus, Ghazali’nin yaşadığı
dönemin özelliğinin ne olduğunun sorgulanmasıdır.
Öyle
ki, örneğin, o dönem, bir dar’ul harb ve/ya Müslüman toplumun azınlıkta
olduğu; İslam toplumunun, siyasal ve bilimsel alanlarda ikincil konumda, baskı
aldında bulunduğu bir süreç mi söz konusudur?
Aksine,
gelişim süreçlerinin zirvesine ulaşıldığı bir Abbasi Halifeliği ile bu dini/siyasi
yapının geliştirdiği çeşitli kurumlarının egemen olduğu bir sosyo-siyasal ve
kültürel gerçeklik bulunmaktadır.
Ancak,
Ghazali’yi ‘rahatsız eden’, bir anlamda düşünmeye, gerçeklik arayışına kışkırtan
tam da, böylesi bir toplumsal yapı içerisinde neşet eden kırılmalardır.
Ghazali’yi
var olan düşünce sistemlerinden “şüpheye” sevk eden bu durum, şüpheciliğin
sanki başka düşünce evrelerine aitmiş gibi bir algının güçlü bir şekilde hakim
olduğu görüşünü sarsan bir tutumdur aslında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder