Mehmet Özay 13.06.2021
Gelişmiş ülkeler zirvesi (G-7) İngiltere’nin ev sahipliğinde yapıldı. İngiltere, ABD, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Japonya’nın hükümet ve devlet başkanlarının katılımıyla gerçekleştirildi.
Dünyanın farklı
bölgelerinde etkisini ciddi anlamda hissettiren kovid-19’un varlığına karşın,
G-7 zirve ve ilintili toplantılarının fiziki olarak gerçekleştirilmesi,
İngiltere’nin pandemiyle mücadelede elde ettiği başarının gizli/açık bir
ifadesi hükmünde.
Anglo-Sakson birliği
Toplantının bir
başka önemli gelişmesi, diğer üyeler bir yana, İngiltere ve ABD ile ilişkilerin
yeniden rayına oturmuş görüntüsünün verilmesi.
Sabık başkan
Donald Trump’ın Atlantiğin öte yakasındaki Batılı gelişmiş ülkelerle, bir başka
şekilde söylemek gerekirse Avrupa Birliği patronlarıyla gerginleşen ilişkileri
sonrasında Anglo-Sakson dünyanın iki önemli ülkesi yeniden hedef birlikteliği
sergileme konusunda kararlılıklarını ortaya koyuyorlar.
İngiltere’nin
AB’den ayrılması (Britain Exit-Brexit) ile birlikte, kendi yolunu kendi çizmesi
konusunda Japonya ve ardından Trans Pasifik Ortaklık İçin Kapsamlı ve Gelişimci
Anlaşma (Comprehensive and Progressive
Agreement for Trans-Pacific Partnership-CPTPP) yapıya akredite olma
konusunda sergilediği çabanın ardından hiç kuşku yok ki, ABD ile yenilecek
ticari ilişkiler önem taşıyor.
Batı kurulu düzeni ve Çin
Küresel ekonomi
yönetiminin adı anlamına da gelen G-7, hiç kuşku yok ki, Batı liberal kurulu
düzenin kurulu yapısı özelliği taşıyor. Bu noktada, her ne kadar gelişmiş dense
de ve temelde vurgu küresel ekonomi olsa da, örneğin dünyanın ikinci büyük
ekonomisi olan Çin bu birlik içerisinde yer almıyor.
Söz konusu bu
durum, özellikle Şi Cinping’in 2012 yılında Çin Komünist Partisi başkanlığı ve
devlet başkanlığı statüsünü almasından itibaren başlayan süreçle yakından
ilgisi olduğuna işaret edilmelidir. Öyle ki, Şi Cinping, Çin devletine yeni bir
vizyon biçme görevini 2013 yılından itibaren Tek Yol Tek Kuşak, Deniz ve Kara
İpek Yolları gibi birbiri ardına gündeme getirdiği projelerle ortaya koyuyor.
Bu gelişme
karşısında özellikle, ABD’nin 2010-2015 yılları arasında dönemin başkanı Barack
Obama döneminde belki de, Çin karşısında elde edilebilecek en önemli ekonomi
bloğunun inşasında büyük çaba sarfederken, halefi Donald Trump’ın içe kapanmacı
politikaları hiç kuşku yok ki, Çin’le yaşanan çatışmanın bir ürünü olduğu gibi,
Çin’i kuşatmak bir yana özellikle, Asya-Pasifik ülkelerinin Çin’le belki de
giderek daha çok yakınlaşması anlamı taşıyordu.
Yine Trump
döneminde, ABD-Çin arasında yaşanan ‘ticaret savaşlarının’, ABD açısından en
azından bugüne kadarki gelişmelere bakıldığında, bir çözüm değil, çözümsüzlük
üretmesi de bunun bir göstergesi.
Kovid-19’la geç kalınan küresel mücadele
Geçtiğimiz üç gün
boyunca devam eden G-7 zirvesinin öne çıkan konularından biri kovid-19 ile
mücadele oldu. Adına gelişmiş denilmese de, İngiltere başbakanı Boris
Johnson’un itirafıyla geç kalınan mücadelenin gelecek yıllarda benzeri bir
sağlık sorunu karşısında aynı hataları tekrar etmeme yönündeki düşüncesi dikkat
çekiciydi.
Bir başka husus
ise, Batı ülkelerinde gerileme eğilimi sergilese de, Hindistan ve Japonya başta
olmak üzere dünyanın öte yarısında etkisini sürdüren salgının özellikle Afrika
kıtasında nelere yol açabileceği henüz bilinmiyor.
Belki de bundan
olsa gerek, zirvede kovid-19 aşılarının küresel topluma adaletli bir şekilde
ulaştırılması konusundaki feragatkârane tutum dikkat çekiciydi. Ancak bunun ne
kadar inandırıcı olduğu ve pratikle ne denli etkin bir şekilde ortaya konacağı
konusunda şüpheler de yok değil.
Öyle ki, daha
kovid-19 aşılarının birbiri ardına gündeme geldiği yakın geçmişte, Batı Avrupa
ve Kuzey Amerika ülkelerinin hakkaniyet bir yana, tam da içinde bulundukları
kapitalist dünyanın değerlerine uygun bir şekilde, nüfuslarına oranla ne denli
müsrifane bir şekilde, aşıdan pay kapma yarışı sergilediklerine tanık olduk.
Kovid-19’la
mücadelede başından bu yana, Batılı ülkelerin ve halklarının “bize birşey
olmaz” tutumlarıyla sergiledikleri kaygısızlık ve “hayır bize yalan söyleniyor,
virüs yok, bireysel özgürlüğümüzü çalıyorlar” söylemiyle bir o kadar kibirli
tutumları, bizatihi kendi toplumlarındaki yüzbinlerin hayatını kaybetmesine
neden olurken, şimdi de güya kendi topraklarında sona erdiğini zannettikleri
bir süreçte, başta Afrika olmak üzere diğer bölgelere aşı yardımına
hazırlanıyorlar.
İklim değişikliği kovid-19’a örnek olabilir mi?
Yukarıda dikkat
çekildiği üzere, İngiltere başbakanı Boris Johnson’un gelecekte olası kovid-19
benzeri küresel pandemilerle mücadelede ortak hareket edilmesi konusundaki
yaklaşımı alkışlanmaya değer bir tutuma işaret etmiyor.
Aslında söz konusu
bu “sağlık” sorunu karşısında, aradan geçen bir buçuk yıllık süre zarfında
Batılı ülke yönetimlerinin ne kadar ciddi ve yapıcı oldukları gayet
tartışmalıdır. Ve Boris Johnson’un gelecekte olası benzeri durum karşısında
şimdiden hazırlık yapma konusundaki söyleminde rasyonalite ve samimiyet aramak
mümkün değil.
Aynı G-7
toplantılarının diğer dikkat çeken bir konusu olan iklim değişikliğinde de,
aynı Batılı gelişmiş ülkelerin on yılları bulan görüşmelere rağmen, yerküre
atmosferinde karbon gazının ulaştığı en yüksek dönemin yaşanıyor olması,
geçmişte yapılan toplantılarda alınan kararların bugüne kadar etkin bir şekilde
uygulanamadığına işaret ediyor.
Batı, bilim ve insanlık
Batı biliminin
çözüm değil çözümsüzlük üzere kurulu yapısı bugün çok daha açık şekil bir
şekilde ortadadır.
Öyle ki, temelde
bugün insanlığın karşı karşıya kaldığı ve yeryüzündeki her bir bireyin günbegün
tecrübe ettiği kovid-19 salgınının açtığı maddi, psikolojik vb. sorunlara
rağmen, iklim değişikliğinin görünen ancak görünmüyormuş gibi algılanan tüm
etkileri bugüne kadar göz ardı edildi. Konunun uzmanlarının ifadesiyle,
bugünden itibaren iklim değişikliği konusunda gerekli adımlar atılmazsa,
kovid-19’un açtığı sorunların çok daha ötesinde sorunlarla karşı karşıya
kalınabilir
Batı bilimin bir
yandan bozan bir yandan onaran işlevi gören yaklaşımı yerine, aslında dünya
toplumlarının farklı bir temellendirme ile bilimi ve yaşamı ele almaları konusu
üzerinde durulmayı hak ediyor.
Düne kadar
kovid-19 aşısı kapma yarışındaki Batılı gelişmiş ülkeler, şu an için
kendilerinden uzaklaşmış gözükmesiyle birlikte artık Afrika’yı da düşünebiliriz
görüşünü gündeme taşıyarak aşı kampanyasına başvuruyorlar.
Ancak yaşanan
tarihsel tecrübelere bakıldığında, iklim değişikliğiyle gelecek küresel
zararlarda, Batılı uluslar “herkes kendi başının çaresine baksın” söylemini
kolaylıkla benimseyeceklerine ve ortaya koyacaklarına kuşku bulunduğu söylenemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder