Mehmet Özay 30.03.2021
Myanmar’da 1 Şubat’ta gerçekleşen darbeden bu yana yaşananların geldiği nokta, ülkenin geleceği noktasında giderek karamsarlığı artırıyor. Ordunun (tatmadaw) giderek yükselen şiddet içerikli yönelimi karşısında, sivil itaatsizlik hareketinin özellikle, belirli şehirlerdeki varlığını ne kadar sürdürebileceği ise merak konusu.
Bununla
birlikte, bu yaşananlar karşısında, ülkede bir dönüşümün gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği ve/ya bunun nasıl olabileceği soruları da giderek daha fazla
gündeme geliyor.
Bu konuda,
sadece merkezdeki sivil yapıların yeterli olmayacağı ortaya çıkarken, ülkenin
dört bir yanındaki etnik yapıların bu süreçte nasıl rol alacağı yeni bir
sürecin ortaya çıkması anlamı taşıyacaktır.
Temsiliyetsizlik
Darbenin
hemen ardından göz altına alınan, Kasım ayında yapılmış olan seçimlerin galibi Ulusal Demokrasi
Birliği’nin (National League for
Democracy-NLD) üst düzey
kadrosu özellikle, parti başkanı Suu Kyi’nin göz altı süreci, ülkenin başta Bamar etnik çoğunluğunun olduğu
şehirlerde çok büyük kitlelerle olmamakla birlikte tepkinin ortaya konmasına
neden oldu.
Ordu, sivil
kitlelere yönelik görece tepkisizlik politikasını, ölümcül bir karşılık vermeye
doğru yöneltmesi hiç kuşku yok ki, darbe sonrası dönemin giderek belirsizleşmesine
de yol açıyor.
Bu noktada,
ülkede darbeci generaller ile sivil politikacıları masaya oturtacak bir
mekanizma bulunmuyor. Ya da Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) teşebbüsünde ortaya çıktığı
üzere, böylesi bir mekanizmayı hayata geçirme çabasının -en azından şu ana
kadar- sonuç vermemiş olduğu gözlemleniyor.
Bu süreçte,
Batılı ülkelerin darbeci generallere yönelik yaptırımlarının, darbe sürecini
sonlandırmaya yönelik herhangi bir etkisi olup olmadığı ise, bugüne kadar
darbecilerin geri adım atmamasıyla kendini açıkça ortaya koyuyor.
Arakan’ın gölgesi
Darbeyle
birlikte, Arakan Müslümanlarına yönelik olarak özellikle, 2012 yılı Haziran
ayında itibaren gündeme gelen baskı, şiddet ve etnik soykırım yeniden
hatırlanırken, aslında 2012’den itibaren önü alınamayan sürecin, bugünkü
darbeci gelişmelerin dinamiğini oluşturuyor.
Aradan
geçen, neredeyse on yıla varan süre zarfında, Arakan Müslümanları’nı ulusal,
bölgesel ve küresel platformlarda siyasi temsiliyete sahip, bütünleştirici
anlamda bir tek yapının ortaya çıkmaması ne kadar şaşırtıcı/ydı.
Böylesi bir
Arakan temsili yapısının, yarı sivil-sivil yönetime kavuşan Myanmar’da merkezi
yönetimle görüşmeler yapma imkânı bulunamamasına neredeyse benzer bir durum,
bugün bir başka siyasal gerçeklik boyutunda karşımıza çıkıyor. Açıkçası, bugün
de benzeri bir durumla karşı karşıya olunduğu gerçeği yadsınamaz.
Öyle ki,
bugün de darbecilere karşı ülkenin demokgrafik olarak çoğunluğunu oluşturan Bamar’lar arasında, Suu Kyi’den başka
bir siyasinin ve/ya siyasi yapının olmaması gayet ilginç bir duruma tekabül
ediyor.
Yüzyıllık kaos
Myanmar’da
darbe sonrasındaki gelişmeler, neredeyse bütün bir 20. yüzyıl boyunca yaşananların
bir tekrarı niteliğinde.
Bir başka
ifadeyle söylemek gerekirse, ülkede 1948 yılında gelen bağımsızlıkla birlikte,
ordunun devletin kurucu yapısı olarak, siyasette ve siyasetin belirlediği tüm
toplumsallıklarda kendini dikte ettirmesi bugün yaşananların temelini
oluşturuyor.
19. yüzyıl
boyunca gelişme gösteren kısmi İngiliz sömürgeciliği, 1940’lı yılların
başındaki Japon işgali ve ardından gelen Pasifik Savaşı’nın doğurduğu şartlarda
toplumları güvenlik ekseninde örgütleyen yapı olarak kurulu bir güç olarak ordunun
varlığına kuşku olduğu söylenemez.
Bu
süreçlerde, özellikle de modern döneme adım atma aşamasındaki Burma’da adına
ordu denilebilecek yapının söz konusu toplumu düzlüğe çıkarmada bir araç
olmasının yadsınır bir tarafı bulunmuyor.
Bununla
birlikte, o dönemki adıyla Burma devletinin kuruluşuna giden süreçte yaşanan ve
toplumsal gerçekliğin birbiriyle çelişmesi anlamına gelen gelişmeler, kendini
daha bağımsızlığın ilânından birkaç ay önce yaşanan bir tür iç darbe ile ortaya
koymuştu.
Dönemin
askeri ve siyasi lideri konumundaki Ang San’ın bir saldırıya kurban gitmesi,
onun liderliğinde ülkenin zengin ve köklü etnik yapılarının birlikteliğiyle
ulus-devleti inşa etme çabasının da akamete uğraması anlamına geliyordu.
Etnik yapılar ve bütüncül tepki
Bu tarihi
sürecin bugünle ilişkisi tam da burada ortaya çıkıyor. Yani 1 Şubat darbesi
sonrasında meydanları dolduran kitlelerin darbeciler karşısında sadece
niceliksel değil, niteliksel olarak da yetersizlikleri keşfedilmiş olmalı ki,
ülkenin dört bir yanındaki etnik yapıların insan gücünden yardım talep
ediliyor.
Burma’nın
bir ulus-devlet niteliğinde bağımsız siyasi bir yapıya evrilmesi sürecinde,
ilgili etnik yapıların desteğinin olmaması halinde, yeni kurulacak devletin sürdürülebilir
bir siyasal ve toplumsal yapısının var olmayacağı öngörülmüş ve Panggor Konferansı ile bu süreç ortaya konulmuştu. Yeni devletin ilânından
yaklaşık on yılı aşkın bir süre sonra, ordu içerisinde darbecilerin icraata
başladı.
O günden
itibaren ordu kurumunun kendi toplumuna bakışında değişiklik olmadığı gibi, Panglong Konferansı’na katılan ülkenin
sınır boylarındaki çeşitli etnik yapılarla siyasal ve toplumsal ilişkilerin
geliştirilememesi çoklu çatışma süreçlerinin gündeme gelmesine yol açtı.
Bugün,
başkent Nya Pyi Taw, Yangon, Mandalay gibi Bamar
toplumunun çoğunlukta olduğu şehirlerde dikkat çeken gösterilerin darbecileri
geri adım attırmayacağının ortaya çıkması karşısında yardıma çağrılanlar işte
bu sınır boylarındaki, on yıllarca ulusal ordu yani tatmadaw ile çatışan etnik yapılar olması gayet anlamlı.
Geçen yıl Ağustos ayında, yani
Myanmar’da Kasım seçimleri öncesinde kaleme aldığımız bir yazıda, şöyle
demiştik: “...
ülke demokrasinin kırılgan bir nitelik arz etmesinde, sınır boylarını oluşturan
bölgelerdeki çeşitli etnik yapılarla merkezi hükümet arasındaki çatışma ve
anlaşmazlıklarda bugüne kadar kapsayıcı anlaşmalar yapılamamış olmasının rolü
büyük...” Darbe sonrasında gündeme ve darbecileri kararlarından caydırmayı
hedefleyen sivil itaatsizlik tutumunun, ordunun şiddetli tepkisine dayanabilmesi
zor. İşte bu nedenle, bu inisiyatif içindekiler etnik yapıları desteğe davet
ediyorlar.
Ancak bu desteğin
sivil itaatsizlik boyutunda mı olacağı yoksa kendi bölgelerinde tatmadaw’la zaten de facto çatışma halinde olan yapıların farklı bir yapılanma ile
merkezde rol alıp almayacaklarını önümüzdeki günlerde görebiliriz.