Mehmet Özay 15.04.2020
Araştırma
üniversitesinin belki de dikkat çekilmesi gereken birincil görevi, modernitenin
kurduğu ve geliştirdiği binary -ikili- yapıları kökten sökmektir.
20. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren modernitenin sorunlu yapısının fark edilmesinin
neden olduğu gelişme, adına post-modern denilen yapılaşma ile ortadan
kalkmadığı gibi, aksine modernitenin kökleri ile bağlantısı nedeniyle bir tür
devamlılık olarak zuhur etmekte ve etkinliğini bir anlamda güçlenerek devam
ettirmektedir.
Oysa, modernitenin
kökeninde yer alan binary kodlarını
sömürgecilik dönemi başlangıcı ile ele almak gerekmektedir.
Yoksa, 20. yüzyılın
ikinci yarısında ortaya çıkan bir başka post olgusu yani, post-kolonyalizmin
açtığı varsayılan ‘gedik’in bir gedik olmadığı, aksine tıpkı modern/post-modern
ilişkisinde olduğu gibi, yeni bir tür sömürgeleştirmenin kapısını aralama
uğraşı olduğu ortaya konulmalıdır.
Binary kodların küresel olarak yaygınlaşması
anlamına gelen sömürgecilik döneminde ne olup bittiğini anlamak, moderniteyi ve
sonrasında yani, bugüne kadar gelen dönemi hakkıyla değerlendirmekle eşdeğerdir.
Genelde sosyal
bilimler, özelde sosyolojinin içine düştüğü tuzağı, belki bu şekilde aşmak ve
yeni bir sosyal bilim alanı oluşturmak mümkün olabilir. Bununla kast edilen,
sömürgecilikle oluşan modernitenin içinde geliştirdiği binary yapılar ki bununla öncelikle ben (batı), (beyaz) (merkezde
erkek) ile öteki (tüm diğerleri) ilişkisinin oluşturduğu bir meşruiyet ortamı
söz konusudur.
Temelde sömürge
öncesi döneme, yani Skolastik Hıristiyanlığa gidildiğinde Avrupa’da beyaz/erkek
olgusu ile beyaz/kadın olgusunun yan yanalığından ziyade, bir gizli ‘öteki’
olarak beyaz kadının varlığından söz edilebilir.
Batı/beyaz/erkek ve
kadın ile birlikte, aynı toplumsal evrenin içinde yer aldığı iddia edilen
diğerleri arasındaki gizli ayrım, sömürgecilikle birlikte kendini açık seçik
ortaya koyma fırsatı ve imkânı bulmuştur. Öteki coğrafya, öteki varlık
Batı/beyaz/erkekle kesin bir ayrışma oluştururken, Batı/beyaz/erkek için yeni bir
etik durumun oluşmasına yol açmıştır.
Sömürgeciliğin bu
ilk evresindeki farklılaşma yani, Batı/beyaz/erkek ile ötekinin tüm formları
arasındaki gerilim, ilişki süreçlerinin derinleşmesiyle yani sömürgeciliğin
yaygınlaşması, sömürgeleştirilen topraklarda üretim araçlarının ve süreçlerinin
yerli yerine konulması ile toplumsal alanda derinleşen ve çoğalan
farklılaşmalar birbiri ardına türemiştir.
Modern dönemde yaşanan
ve karşılaşılan ve bir anlamda binary
modüller olarak meşrulaştırılan cinsiyetçi, ırkçı, sınıfsal, siyasal vb.
ayrışmaların kökeninde böylesi bir uzun erimli bir yapılaşmanın olması, bir
anlamda bu oluşumların kökeninin anlaşılması ve kabullenilmesinin önündeki
zorluğu teşkil etmektedir.
Karl Marx’ın 19. yüzyıl
ilk yarısında keşfedeceği toplumsal/sınıfsal farklılaşmanın kökeninin bu erken
sömürgecilik döneminde atılmış olmasına şaşmamak gerekir. Ancak Marx’ı
sınırlandıran, onun batı Avrupa sınıflı toplumunu tanımlaması çabasına
karşılık, bunu evresellik iddiasıyla genişletme çabasını sergilemek suretiyle
kendi içinde çelişkilere düşmesidir.
Bunun en temel
nedeni, içinden çıktığı Avrupa toplumunun modernleştirici değerlerini
benimsemiş ve evrensele bu sorunlu değerler bağlamında erişmek istemesinden
kaynaklanmaktadır.
Nihayetinde,
Marxism’in 20. yüzyıl başlarından itibaren gelip dayandığı sınırlar, onu
yeniden yorum çabaları ki içinde eleştirel düşünce, feminizm, çevrecilik vb.
gibi post-modern döneme damgasını vuran tüm -izm/-cilikler ile bir başka
bağlamda yeşertme uğraşlarından başka bir şey değildir.
Bu sürecin
içerisinde sözde, öteki olarak kendini tanımlama istiadındaki çevrelerin adına
İslami modernizm, İslami çevrecilik, İslami feminizm vb. sözde
kavramsallaştırmalarıyla ortaya koydukları unsurların bir yukarıda zikredilen/öncekinin
kopyası, sahtesi olmak kadar, onun devamlılığına ve gelişimine yol veren bir
bağlamı olduğuna dikkat çekilmelidir.
Batı modernleşmesi
karşısında kendi modernleşmesini koydukları iddiasında olanların, Batı modernleşmesine
muhalefet ettikleri iddiası, en hafif bağlamıyla bir yanılgının ifadesidir.
Bu kişilerin kendilerini,
Batı modernleşmesi içinde olduklarını düşünmemeleri gayet doğal. Bunun asli
nedeni, bu modernleşmeci olguya bizatihi kendinde Batılılaşma sürecine ayak
uydurarak, Batı’daki ya da Batı’nının ürünü kurumlarda diyelim ki,
üniversitelerde yetiş/tiril/erek kazandıkları düşünce ve tutumlardır.
Araştırma
üniversitesinin bu çok temel varoluşsal durumu fark edip etmediği konusu hiç
kuşku yok ki can alıcı bir meseledir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder