Mehmet
Özay 06.10.2019
![]() |
foto:asianitinerary.com |
30 Eylül, Padang
depremininin onuncu yılıydı. Endonezya’da Batı Sumatra eyaleti başkenti Padang’ın
32 mil açığında Meranti Adası yakınlarında deniz tabanında meydan gelen 7.6
şiddetindeki deprem eyalet başkenti Padang ve kuzeyindeki Pariaman’da etkili
olmuştu. 2009 yılındaki bu depremde, bini aşkın kişi hayatını kaybettiği
deprem, daha çok ses getiren ilginç olayları ile akıllarda yer etmişti.
Söz konusu insan kaybının
depremin doğrudan etkisi ve/ya onun neden olduğu tahmin edilebilecek tsunamiden
ziyade, aksine dağlık bölgede depremin tetiklediği toprak kaymaları sonucu bazı
köy yerleşimlerinin toprak altında kalmasından kaynaklanıyordu.
Bununla birlikte, daha
ilk arama kurtarma çalışmalarının tam anlamıyla başlamadığı ilk günlerde
bölgedeki kayıpları yüksek gösteren özellikle, aralarında BM’nin de olduğu
çeşitli uluslararası kuruluşlar ile basının etkisiyle bölgeye yardım
kuruluşlarının akınına uğramıştı.
Akıllarda
2004
Gerek tahminlerin yüksek
gösterilmesi gerekse yardım kuruluşlarının bölgeye akın etmesinin bir gerekçesi
olduğu düşünülebilir.
Bunun temel nedeni 2004
yılında yaşanan ve aynı adanın kuzeyinde deniz tabanında meydana gelen yüzyılın
felâketi olarak adlandırılan gelişmenin hâlâ akıllarda bıraktığı izdi.
Bu noktada Padang
depremine dikkat çekmemizin bir nedeni var. Açıkçası, 2009’dan sonra başka depremler
görülmedi değil Endonezya’da. Ancak Padang depremi, 2004’de aynı adada yani,
Sumatra Adası’nın kuzeyinde Açe eyaletini vuran deprem ve tsunamiden sonra,
bölgedeki doğal felaketlere karşı alınabilecek tedbirler için dönüm
noktalarından biri olma özelliği taşıyordu.
Endonezya’nın üzerinde
yükseldiği Takımadaları’n, Hint-Avustralya ve Pasifik kıtalararası üzerinde
bulunması dolayısıyla sık sık depremlere konu olan Endonezya özellikle 2004
yılında, aynı adanın kuzeyinde Açe Eyaleti ile Hint Okyanusu’na kıyısı olan on
bir ülkeyi etkilemesi ile bir anda küresel basının gündeminde yer işgal etmeye
başladı.
Öyle ki, 2004’ten sonra
bir anda Endonezya küresel medyada duyulmasının bu depremler sayesinde olduğunu
söylersek yanılmış olmayız. Bölgenin doğal hadiselerine doğrudan maruz kalan
halkın bir tür alışkanlık kesbettiği özellikle depremler, başka bölgelerdeki
depremlerden ayrılan özellikleriyle görece daha az yıkıcı etki bırakıyor.
Buna ilâve olarak, zaman
zaman görülen yıkımların ise, insan etkisinin neden olduğu alt yapı
eksikliğinden kaynaklandığı ise yakinen bilinen bir durum.
Halkın alışkanlık
kesbettiği derken, temelde sadece Sumatra ve Takımadalar’ın diğer bölgeleri
değil, neredeyse bütün Asya-Pasifik bölgesinin batı sahillerini etkileyen, yıl
içerisinde meydana gelen periyodik doğal gelişmelerin zaman zaman felâket
halini almasının yeni bir olgu olmadığını söylemek istiyorum.
Özellikle, adına Muson
(mausim/season) denilen ve yılda iki defa gerçekleşen yağış dönemi farklı
yönlerde esen sert rüzgârlar nedeniyle tayfun, kasırga halini alıp yerleşim
yerlerini vurabiliyor, uçak ve deniz seferlerini durdurabiliyor; sel
baskınlarıyla yaşam ve tarım alanlarında önemli hasarlara yol açabiliyor.
Bu anlamda, bölge
halklarının depremlerin, tayfun ve kasırgaların içine doğduğunu söylersek
yanılmış olmayız.
Padang depremi
vesilesiyle bunları hatırlatmamızın nedeni, doğal hadiseler adı verilen
gelişmelerin insan eliyle, gerek öncesinde gerek sonrasında alınabilecek
tedbirlerin alınamaması, basit ihmalkârlıklardan aşikâr yolsuzluklara kadar
uzanan yapısal bir nitelik arz ediyor.
Kalkınmacı
modernleşme ve felâketler
Bununla birlikte, dikkat
çekilmesi gereken bir diğer özellik, bölge ülkelerinin sanayileşme, şehirleşme,
küresel talepler karşısında yağmur ormanlarının tarümar edilerek yeni tarım
arazilerinin açılması, kısaca adına kalkınmacı modernleşme denilen süreçler
çerçevesinde insan–doğa ilişkilerinin çoktan beridir değişmeye yüz tutmuş
olmasıdır.
Daha çok bu, küresel
mekanizmaların devreye girmesiyle iklim değişikliği şeklinde zuhur eden bu
değişimin, aslında yerelden başlayarak insan-doğa ilişkilerinin tarım alanları,
deniz ve nehirler, barajlar, yerleşim yerlerinin inşaası ve benzeri
özelliklerle birbiriyle ilintili süreçlere konu oluyor.
Yıkıcı etkinin büyükçe
bir bölümünün yukarıda zikredilen ikinci şıktaki gelişmelerle bağlantılı
olması, insanın doğa ile olan ilişkilerini yeniden düşünmesini sağlayacak
zeminlerin oluşmasına yol açıp açmadığı ise şüpheli.
Batı başkentlerinde
zirveler üzerinden gündeme getirilen iklim değişiklikleri söylemlerinin, yine
batı merkezli çok uluslu şirketlerin ürünü oldukları kapitalizmin körüklediği tüketimcilik
olgusu, dünün sömürge toprakları, modern zamanların üçüncü dünya ülkeleri,
bugünün ise gelişmekte olan ülkeleri ile anılan topraklarda aslında olumlu
değişmelerin önünün alındığı bir sisteme gönderme yapıyor.
Yukarıda değinildiği
üzere, bölge doğal afetlerle yeni karşılaşmıyor. Yeni olan bir şey varsa o da,
adına küreselleşme denilen olgunun medya organları üzerinden kendini yeniden
üretmesi ve bu üretim sürecinde doğal afetlerin araçsallaştırılmasıdır.
Medyanın
ilgisi
Bu nedenle, doğal afetler
neden olduğu zarar gücü, coğrafi etki alanının genişliği, olağanüstü görsel etkileri
gibi faktörleriyle, küresel medyanın kaçırmak istemediği gelişmelerden biri.
Adına ‘en çok seyredilme’
denilen olgunun doğurduğu rekabetçilik -bir yerlerde yarar denilebilecek bir anlayışı
gündeme taşısa da- sıradan gelişmelerin medya tarafından aslından uzak,
abartılı, yanlış vb. şekillerde hazırlanması ve sunulmasını da beraberinde
getiriyor.
Bir süredir gündemde olan
ve adına yalan haber (fake news)
denilen maharetin doğal afetlerle pek de mahir bir şekilde yeniden üretilir
hale gelmesine dikkat çekmekte fayda var.
Padang’a ilk ulaşan ve
depremin etkilediği söylenen yerleri yakinen müşahade eden ilk gruplara mensup kişiler
olarak, küresel medyanın bölgede nasıl bir rol oynadığına da şahit olma imkânı
bulmuştuk o dönemde.
Deprem nedeniyle kara yolunda
açılan yarıkların, görsel mahiyetini abartabilecek teknolojik imkânları ile
bölgeye gelen uluslararası basın çalışanları, gece yarılarına kadar depremin
yıkıcılığını küresel ortama aktarmanın mücadelesini vermelerini biraz da
şaşkınlıkla izliyorduk.
Bilgisizlik
ve yolsuzluk
Küresel medya rolünü icra
etmenin memnuniyetini taşımış olduğuna kuşku yok. Ancak sürecin başka
adımlarının da, bunun peşi sıra gelmesi hiç kuşku yok ki, bilgisizlik ile
yolsuzlukların etkileşiminin ne denli güçlü etkiler doğurabileceğini de
göstermektedir.
Eyalet başkenti Padang ve
Pariaman’da görece az sayıda ‘yüksek’ binanın çökmesiyle oluşan enkazlara
rağmen, bütün bölgenin önemli bir yıkıma konu olduğu haberi nasıl olsa ortalığı
kaplamıştı. Genel sekreterinin yanlış yönlendirildiği aşikâr olan bir uluslararası
kuruluşla adına uluslararası denilen naif bir sivil kuruluşun nadide
işbirliğinin bir örneği olarak Medan’dan ambulansla yiyecek getirenlere; bölgeye
gelip gözlem yapanların, “Bari ülkemize dönerken elimiz boş dönmeyelim, söyleyecek
lafımız olsun” diyerek, Padang’daki açık marketlerden bölgenin standard
yiyeceklerini alıp dağıtanlara; Körfez bölgesinin ultra-gelişkin Arap
ülkelerinin kendini yeni yeni göstermeye başlayan yardım kuruluşlarının 4x4’lü
full ekipmanlı araçlarıyla günler sonra bölgeye ulaşması ve yapacak pek de bir
şeylerinin olmamalarıyla karşılaşmaları gibi bir dizi tuhaflıkları başka bir
şekilde izah etmenin yolu olmasa gerek. Üstüne üstlük bir başka tuhaflık da
vardı o dönem ortalıkta dolaşan. Türkiye’ye daha sonra darbe yapmaya
yelteneceklerin el çabukluğuyla, “Acaba Padang’da nasıl okul açabilirizin”
hesabıyla bir mezarlıkta kazara karşılaştıkları ‘Türk’ ismi üzerinden nasıl bir
bilgisizlik ürettiklerini de da o zamanlar yazmıştık zaten.
Adına doğal afetler denilen
süreçlerin kimileri için ne kadar verimli imkânlar olduğuna dair örnekleri
akademik çalışmalarla destekleyecek akademisyenlere ihtiyacımız olduğu ne kadar
da aşikâr.
Endonezya
kendi mücadelesini kendi verebilir
Bir diğer tuhaf durum,
Endonezya gibi sürekli doğal afetlere maruz kalan, bununla birlikte 2004 deprem
ve tsunamisini tecrübe etmiş bir ülkenin, Padang gibi hem de ülkenin en
gelişmiş alt yapısının olduğu bir bölgede nasıl olup da işin içinden çıkamamış
olması bulunmaktadır.
2004’te bölgeye sadece
yedi milyar dolar gibi bir meblağ yardım maksadıyla girmedi. Bununla birlikte,
teknik bilgi ve yardım, eğitim, vb. süreçlerin Endonezya resmi ve özel
kuruluşlarıyla paylaşıldığına tanık olundu.
Ancak adına gelişme
denilebilecek bu süreçlerin nedense ülkede daha sonra baş gösteren doğal
afetlerle mücadelelerde etkin kullanılıp kullanılmadığı şüphesi sürekli
gündemde olmaya devam etti. Hemen burada ister istemez akıllara, 2016 yılı
Aralık ayında Açe’de meydana gelen depremde sahil bölgelerine yerleştirilen
tsunami uyarı cihazlarının çalışmadığı haberleri geliyor!
250 milyona yaklaşan
dinamik ve giderek eğitim düzeyi yükselen, bürokrasisi merkezden en küçük adaya
kadar intizamlı bir şekilde ulaşan, demokrasisi gelişmeye yüz tutmuş,
kalkınmacı ekonomiler içerisinde yer alan Endonezya gibi bir ülkenin böylesi
doğal afetlerle mücadele edebilecek kapasiteye sahip olmadığını kimse
söyleyemez. Sorulması gereken, bu süreçlerin niçin hak ettiği şekilde
işletilemediğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder