Mehmet
Özay 26.03.2018
Hollanda sömürge yönetiminin Açe Darüsselam
Sultanlığı topraklarını işgali ve istilası 26 Mart 1873 tarihinde başlamıştı. Bu
işgalin Açe’yi kasıp kavuran savaş ortamı ve doğurduğu tüm sonuçları
çerçevesinde iç ve dış aktörleri, yakın ve uzak coğrafyalardaki gelişmeler,
erken modernleşme ve emperyalizm gibi farklı bağlamları ile ele alınmayı hak
eden bir anlama tekabül eder. Tüm bunların yanı sıra, belki de bunlardan da öte
Açe’deki savaş, dönemin yani 19. yüzyıl son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk yarısı
boyunca değişik yönelimlere sahne olan sömürgecilik ve emperyalizm bağlamları ile
Pan-İslamizm olgusu etrafında ele alınmayı hak ediyor.
Açe’nin, İslamlaşma süreci dikkate
alındığında yaklaşık bin yıllık kadim tarihi gelişimi ve vardığı nokta;
sömürgecilik dönemi dikkate alındığında neredeyse beş yüz yıllık bir sürecin
gelip dayandığı sınırlar; adına modernleşme ve kalkınma denilen ve kökenlerini
erken modern dönem Avrupa’sındaki “dini reforme” etme çabaları ve bunun
akabinden geldiği ileri sürülen ve “aydınlanma” ile anılan Rönesans’a dayanan yeni,
ancak yıkıcı bir ‘akıl’ inşa etme sürecinin Takımadalar coğrafyasında tezahürü
olmasıyla da önem taşımaktadır.
Batı toplumlarının ürettiği adına sanat
denilen yapı içerisinde yer alan filmleri, edebiyat eserleri ile dünyayı ‘özne’
ve ‘nesne’; ‘bizler’ ve ‘ötekiler’; ‘beyaz’ ve ‘siyah’ olarak ikiye ayıran ve
ayrıştıran anlayışın en öz haliyle ortaya çıktığı yer olarak Açe’deki savaş
halen ele alınmayı ve anlaşılmayı bekliyor. Ancak bu anlaşılma çabasının kimler
tarafından gerçekleştirileceği meselesi bile kendi başına sorunlu olduğu kadar,
halen de çözülmeyi bekleyen bir sorun olarak ortaya duruyor.
İslamiyetin ortaya çıktığı toprakların ‘Arabistan’
gibi bir Yarımada bölgesi olmasına rağmen, tarihi gelişim sürecinde Müslüman
toplumların varlığının ve ilerlemesinin büyük ölçüde ‘karasal toplumlar’ eliyle
gerçekleştirildiği yönündeki algının yerleşmesi için azami gayret sarf edilmesi
bile, İslam tarihinde Takımadalar ve bu bölgenin öncelikli kültürel ve siyasal
gelişimine kapı aralamış olan beldesi Açe’nin anlaşılmasının belki de önündeki
en önemli engellerden birini oluşturuyor.
Yukarıda dile getirilen ve getirilmeyen
tüm özellikleriyle Açe tarihi, bir laboratuvar olma özelliğine haiz. Tıpkı
tsunami sonrasında ortaya çıkan maddi ve sosyal gerçeklikleriyle nasıl bir laboratuvar
olma özelliği taşıdığı gibi. Öyle ki, bu laboratuvar önümüze Batı’nın kültürel,
dini, siyasi, ekonomik gibi toplumsal yapılaşmalarının neye tekabül ettiğini
öğrenme fırsatı sunuyor. Ancak bu anlama çabasının bununla kalmayacağı, aksine,
bu yapıların ardında gizli olan araçsallaştırılan felsefi “donanımı” ortaya
koyması bakımından da oldukça verimli bir alana tekabül ediyor.
Hollanda savaşını anlama ve anlamlandırma
çabasında bir başka dikkate alınmayı gerektiren husus, Açelilerin verdikleri
mücadelenin hangi tarihsel ilişkiler üzerine inşa edildiğiyle alâkalıdır. Açe
siyasi eliti ve dayandığı toplumsal gerçeklik bu toprakların ‘vatan’ bilinmesi
olgusu; vatan’ın sadece ‘geleneksel’ yaşam alanına imkân tanıyan maddi
sınırlarla çevrili olmayıp, bağımsızlıkla ilintili oluşudur. Bu düşünce
silsilesinin yapı taşlarından biri de, belki de en temel olanı kuşkusuz ki,
dini alana tekabül etmektedir.
Siyasi elitin, Hollanda sömürge yönetimi
ve temsilcilerine verdiği sözlü ve siyasi cevap ile, savaş meydanında verilen
cevap arasındaki ilişki Açelilerin tarihsel dinamizminin bir örneği olarak
değerlendirilmelidir. Buna sebep ise, Açelilerin bu türden bir mücadeleyi ilk
kez vermediklerini, aksine tarihin değişik evrelerinde benzer durumlar
karşısında benzer tepkiler verdiklerini hatırlamak gerekir.
Bu noktada, örneğin dünya sömürgecilik
tarihinin erken dönemlerinde Hint Okyanusu’na açılan Portekizlilere karşı
ortaya konulan siyasi kararlılık ve mücadele ruhu kadar, bu mücadeleyi salt bir
maddi ve köksüz bir tepkisellik ile değil, aksine bir siyasi güç ve vatan
toprakları üzerinde toplumsal yapılarla kurumsallaştırmalarla belli köklere
bağlama uğraşı anlamlı bir duruşa işaret etmektedir. Bunun bir benzerinin, 19. yüzyıl
son çeyreğinde gelişmiş sömürgecilik veya emperyalizme doğru evrilen
sömürgecilik evresinde, 16. yüzyılın aksine dünyanın çok daha büyükçe bir kısmı
tarafından tanık olunacak şekilde Hollanda sömürgeci istilasına karşı verildiği
ortadadır.
Açelilerin yukarıda dile getirilen 16. ve 19.
yüzyıllarda verdikleri mücadelelerini ‘köklere’ bağlama çabası, yakın ve uzak
diğer İslam toplumlarının bu sürece ne kadar dahil olabildikleriyle birlikte
ele alınmalıdır. Açe devleti 16. yüzyılın şartları içerisinde sahip olduğu
dinamizme karşılık, 19. yüzyıl sonlarına doğru artık neredeyse büyük ölçüde
yitirdiği anlaşılan ‘güç’ yapısı sadece Açe’nin bir egemen toplum ve devlet
olarak sonunu getirmekle kalmamıştır. Bunun ötesinde, tıpkı Hollanda savaşının
başlaması ve devam ettirilmesindeki nedenler kadar, küresel sonuçları içinde
barındırmasıyla önem taşımaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder