Mehmet Özay 15.05.2017
Çin
devlet başkanı Şi Cinping’in 2013 yılında ortaya attığı İpek Yolu projesi artık
küresel gündemde. 14-15 Mayıs günlerinde 29 ülkenin devlet ve hükümet başkanının
ağırlandığı Pekin’deki toplantılarda,
Tek Yol-Tek Kuşak adıyla söz konusu İpek Yolu projesi kullanışlı hale getirilmeye
çalışılıyor. Çin yönetiminin günümüzde en önemli dış politikası olarak gündeme
gelen ve hatta yüzyılın projesi olarak değerlendirilen bu gelişme, tarihi İpek
Yolu güzergâhının yeniden canlandırılması kadar, bundan öte anlam/lar/ıyla
dikkat çekiyor.
Çin’in küresel
sorumluluğu
Çin,
1949 yılından bu yana komünist ideolojiyle idare edilirken, özellikle son otuz
yılda da Batı’nın liberal ticaret politikalarını uygulayan bir ülke. Ekonomik
kalkınmışlık düzeyine ulaşan Çin, bugün İpek Yolu projesinde tanık olunduğu
üzere, siyasal rejimiyle çelişkilerine hiç değinmeden bu gelişmişliğini,
küresel bir vizyon çerçevesinde diğer ülkelere sunan ve hatta bunu “yatırım fonlarıyla”
desteklemeye matuf bir nitelik arz ediyor. Bu noktada, “karşımızda hangi Çin
var? sorusu kadar, “Çin yönetimi bu proje ile neyi hedefliyor?” soruları üzerinde
durulmayı hak ediyor.
Bu
gelişme hiç kuşku yok ki, Başkan Şi Cinping’in 2013 yılı başında yaptığı
başkanlık konuşmasında dile getirdiği ve ülkede reform ve rönesans yönelimli
bir gelişmeye kapı aralanacağını ifade eden konuşmasıyla bağlantılı. Cinping
bir yandan siyasi bir rejim olarak komünizmi temsil eden partiye karşı
sorumluluk taşıyor. Öte yandan, ülkenin yönünü liberal ekonomiye çevirmeye
başladığı 1970’li yılların ikinci yarısından bu yana giderek daha çok
eklemlenilen küresel kapitalizme karşı da bir sorumluluk içerisinde. Bugün
gelinen noktada, Başkan Cinping bu eklemlenmeyi iç ve dış faktörlerin de
tetiklemesiyle bir küresel güç olmaya doğru ilerletme arzusunda. Bunun
pratikteki karşılığı ise, ülke içerisinde uzun dönem iki haneli ekonomik
büyümedeki düşüşten yeniden yükselişe geçmek, küresel plânda ise İpek Yolu gibi
büyük vaatler içeren bir projenin inisiyatifini üstlenmek.
Ulusaldan küresele
Çin kalkınmışlığı
Son
otuz yıldaki ekonomik kalkınmışlığın, ülkenin batı ve güney sahillerindeki bölgelerle
sınırlı oluşu, ülkede bir tür rekabeti ve de toplumsal huzursuzluğu
körüklediğine kuşku yok. Bu noktada, Şi Cinping gibi vizyoner bir başkan ve
yakın çevresi, bir süredir ekonomideki gerilemeyi ve durağanlığı ateşleyecek bir açılım peşinde. Kaldı ki, nüfusu
bir milyarı aşan ülkenin bugüne kadarki kalkınma hamlelerinden arzu edilen payı
almamış farklı bölgelerdeki geniş toplum kesimleri de, kalkınma hamlelerinden
pay almanın beklentisi içerisinde.
Bu
nedenle, ülkenin kuzey, doğu ve batı bölgelerinde eyaletlerde de kalkınma
hamlelerini birer birer hayata geçirilmesi hedefleniyor. Bu anlamda, merkeze ve
deniz ulaşım ağına kapalı bu bölgelerin yeni bir modelle kalkınma süreçlerine
eklemlenmeleri söz konusu. Bunun en önemli yolu geçmişte bu bölgelerin nasıl
rol oynadıklarının analiziyle ilgili. İşte bu noktada, Çin yönetimi tarihi ve
geleneksel İpek Yolu’nu gündeme taşıyarak, ülkenin kalkınma süreçlerini
merkezden çepere yayma yolunu arıyor. Bu noktada, bu ulusal kalkınma politikası
daha geniş perspektifteki İpek Yolu projesinin bir aşamasını oluşturuyor.
Çin’in orta ve batı bölgelerinden başlayacak ve Orta Asya, Güney Asya
ekseninden Avrupa kıtasına ulaşacak İpek Yolu projesi de Çin’in yukarıda dikkat
çekilen kamuya bağlı alt yapı ve yatırım şirketleri merkezli kalkınmacı süreci
örnek alacak. Bu süreçte, İpek Yolu’nun geçeceği ülkelerde de benzer yatırım
profilinin ortaya çıkacağı konusunda güçlü emareler var. Öyle gözüküyor ki, Çin
yönetimi, ulusal bütünlük içerisinde Güney-Güneydoğu Asya ile Doğu ve Batı
Avrupa ile yolları kesiştirecek küresel bir ağa imza atma peşinde.
Bu
proje, Çin’in tarihi geçmişten ilham alan ilk projesi değil. Güney Çin
Denizi’nde egemenlik iddialarını gündeme getiren Çin yönetiminin en güçlü
referans kaynağı tarih olduğu biliniyor. Ancak Şi Cinping önderliğinde Çin
yönetimi bugün, İpek Yolu projesiyle Güney Çin Denizi yaklaşımından farklılık
arz edecek ve hatta çelişecek şekilde küresel bir vizyonun liderliğine kapı
aralamaya çalışıyor. Çelişecek diyoruz, çünkü Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki
askeri ve sivil yapılaşmasının bölge ülkeleri ve küresel ticarette söz sahibi
ülkelerce, serbest ticareti faaliyetleri engelleyici olacağı gerekçesiyle
tepkiyle karşılanıyor.
İpek Yolu küresel egemenlik
yolunda bir araç
Çin,
İpek Yolu projesiyle salt ticari ilişkiler ağını genişletme çabası içinde değil.
Aksine siyasi bir vizyon sergileyerek, ekonomik bir güç olmanın ve bunu daha da
geliştirmenin yanı sıra, kendini küresel çapta siyasi bir güç olarak da kabul
ettirme peşinde. Temelde bu çıkış, hiç kuşku yok ki, ABD’de Donald Trump
yönetiminin, “Önce Amerika” politikasıyla içe kapanma eğilimli bir ekonomi
politikasını öncelleme girişimine tanık olunduğu bugünlerde çok daha farklı bir
anlam içeriyor. Bu nedenledir ki, Çin yönetiminin, bu devasa ticaret projesinde
nasıl bir yol izleneceği kadar, küresel güç unsurlarıyla nasıl farklılaşacağı
ya da ortak bir yol izleyeceği noktasında da dikkat çekici bir nitelik taşıyor.
Çin ve değerler
Bununla
birlikte, özellikle Anglo-Sakson geleneğe mensup milletlerin güttüğü küresel ticaret
politikalarında emtiadan, alt yapıdan önce veya en azından bunlarla birlikte,
‘değerler zümresinin’ de kayda değer bir rol oynadığı görülür. Bugün ise, bu
benzer olguları dile getiren Çin yönetiminin karşı karşıya kaldığı en önemli
sorun ve çelişki ne türden değerler zümresiyle küresel kamuoyunun karşısına
çıktığıyla ilintilidir. Bu noktada Çin yönetiminin doğudan batıya doğru
genişleyen bir rotada, ticarete konu olacağı varsayılan emtia kadar, belki
bundan daha ziyade bu ticari faaliyetlerin nasıl ve hangi temeller üzerinde
yükseleceği konusuna nasıl bir yaklaşım sergileyeceği yakın dönemde tartışma
gündeminin ilk sıralarında yer alacaktır.
Çin’in,
doğu ve özellikle de Güney Çin Denizi’nin yüzde doksanlık bölümüne yönelik
egemenlik iddiası bölge ülkeleri başta olmak üzere, bölge denizlerinde ticari
ve de siyasi çıkarlar gözeten ülkelerce eleştiriliyor. Oysa, İpek Yolları
projesi, en azından şimdilik yüksek sesle bir itiraza yol açmış gözükmüyor. Bu
hususta, birkaç nedeni ileri sürmek mümkün. Örneğin, İpek Yolları projesinde
onlarca ülkenin yer alması, özellikle Güney ve Güneydoğu Asya ülkelerine Çin’in
doğrudan alt yapı yatırımları, küresel ekonominin dar boğazı aşma konusunda
yeni açılımlara ihtiyaç duyması, ABD yönetiminin Asya-Pasifik bölgesinde küresel
ekonominin yüzde 40’ına tekabül edecek kapsamlı ticaret ve işbirliği
anlaşmasını rafa kaldırmış olması gibi unsurlar akla geliyor.
Çin,
tercübe ettiği tüm kalkınmacı süreçlere rağmen, Kuzey Avrupa ve Kuzey
Amerika’nın yenilikçi üretimcilik adıyla anılan ve bir anlamda ‘keşifçi’ ruhun
bilimsel araştırma ve kapitalist üretim süreçleriyle buluştuğu alanlarda pek de
söz sahibi olduğu söylenemez. Bu ve benzeri nedenlerle Çin, 1980’li yıllardan
itibaren ‘başarıyla’ gerçekleştirdiği kalkınmacı modelini, imâlat sanayiinden,
orta sınıflaşma eğilimlerinin belirgin hale geldiği kendi iç nüfus yapısı
içerisindeki tüketim alışkanlıklarına evirdi. Bununla birlikte, ülkenin güneydoğu
doğu sahillerindeki şehirleri ve bölgelerdeki orta sınıfların ötesinde, ülkenin
devasa coğrafyasının çeşitli köşelerinde bu süreci hararetle bekleyen daha
fazla sayıda kitlenin varlığı ve talepleri Pekin yönetiminin gündeminde. İşte
bu bağlamda, Çin yönetimi İpek Yolu projesi gibi, geleneksel ticaret
ilişkileriyle başlatılacak bir sürece yaslanmayı bir zorunluluk addediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder