Mehmet Özay 29
Haziran 2016
Geçen Perşembe günü İngiltere’nin Avrupa Birliği üyeliğinin referanduma
götürülmesinin ardından ortaya çıkan tablo bir panik ortamı yaratmış gözüküyor.
Yapılan açıklamalarda İngiliz halkının verdiği kararın, sadece Avrupa ekonomi
tarihi açısından değil, küresel olarak da etkileri olacağı varsayılan bir dönüm
noktasına işaret ediliyor. Küresel bağlam içerisinde dikkat çeken bölgelerin
başında hızla gelişmekte olan 13 ekonomiden 9’una ev sahipliği yapan
Asya-Pasifik bölgesi yer alıyor. Bu çerçevede, sadece bölgenin değil, küresel
bir eko-politik meydan okumasıyla da dikkat çeken Çin’in bu gelişmeden azade
tutmak mümkün değil. Çin’in AB ile olan serbest ticaret anlaşmaları
çerçevesinde Birlik’le olan ilişkilerinde İngiltere’nin motor gücünü oluşturuyor.
Bu bağlamda, İngiltere’nin AB’den ayrılmasının Çin üzerinde ne türden bir sonuç
veya sonuçlar silsilesi doğuracağı da tartışılan konular arasında bulunuyor.
Çin’in genel itibarıyla AB ile ilişkilerinde ‘öncü güç’ olarak
İngiltere’nin adını zikretmek gerekiyor. Şi Cinping’in devlet başkanlığıyla
birlikte, Çin’i ekonomik anlamda giderek daha fazla küresel işbirliklerine
açılmasında AB ile ilişkiler çerçevesinde, Başkan’ın geçen yılın Ekim ayında
yapılan Avrupa ziyareti hatırlanabilir. Bu gezinin önemli ayaklarından birini
de İngiltere’deki görüşmeler oluşturdu. Bu çerçevede, görüşmelerin dikkat çeken
yönlerinden belki de birincisi, Çin hükümetinin 62 milyar dolarlık
ticaret/yatırım anlaşmasına imza atmasıydı. 2000-2015 yılları arasında Çin’in
Ada’ya doğrudan yatırımlarının 16.6 milyar dolar olduğu ve Çin şirketlerinin
İngiltere’de büyük ölçekte 22 yatırımı olduğu hatırlandığında, bu son ziyaretle
bunun önümüzdeki süreçte daha da artacağı sinyali verilmişti. Bununla birlikte,
iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2015 yılı verilerine göre 78,5 milyar
dolar civarında olmasına karşılık İngiltere Çin’in birincil ticaret ortağı
konumunda değil.
Şi Cinping’in AB ile işbirliğine verdiği önemin arka planında, Çin’in
2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne girişinden sonraki 15 yıl sonra AB
tarafından ‘piyasa ekonomisi’ uygulayan bir ülke olarak kabul edilmesi yer
alıyor. Bu anlamda gerek ABD’nin gerekse AB’nin konuyla ilgili olarak zaman
zaman Çin’e yaptıkları nüfuz biliniyor.
Bunun en son örneğine, Merkel’in Haziran ayı ortasında Çin’e yaptığı en son
ziyarette tanık olunmuştu. Bu noktada, İngiltere’nin AB ile yollarını ayırma
kararıyla, Çin’in bu süreçte AB tarafından verilen ‘sözün’ yerine
getirilmesinde temel muhatabının öncelikli olarak Almanya olacağına işaret
ediyor. AB’nin piyasa ekonomisi şartlarının Çin tarafından yeter düzeyde
karşılanması talebine karşılık, Çin’in verilen sözün yerine getirilmesi
yönündeki karşı talebinin zafiyetinin taraflar arasında bir tür ‘ticaret
savaşı’ ihtimalini ortaya koyuyor. Ancak ne AB ve Çin ne de küresel ekonomi
böylesi bir savaşı kaldıramayacağından hareketle taraflar, İngiltere sonrası
ilişkilerde yeni bir yol haritasında bulunması gibi rasyonel bir çözüme doğru
yol alacaklardır.
Çin-AB İlişkilerinde Yeni Yol
Haritası
Hiç kuşku yok ki, Çin, yani dünyanın ikinci ve İngiltere, yani beşinci
en büyük ekonomisi arasındaki ilişki, salt iki ülke arasındaki bağla açıklanamaz.
Çin’in İngiltere’deki varlığının salt Ada ülkesiyle değil, Ada üzerinden AB ile
eko-siyasi bağlamında değerlendirmek gerekir. Belki bundan daha da çok
İngiltere’nin Çin-AB ilişkilerindeki rolüyle yapısal bir özellik arz ediyor. Bugün
gelinen noktada, Çin iş çevrelerinin halihazırda İngiltere’deki varlıklarının
geniş AB pazarında nasıl bir rol değişimine konu olacağı bir merak konusu. Çin-İngiltere
arasındaki bu görece güçlü bağın, aşağıda kısaca değinileceği üzere tarihsel
bir veçhesi de olduğu hatırlandığında, son gelişme üzerine iki ülke
ilişkilerinin büyük bir değişime konu olacağını düşünmek de gerçekçi
olmayacaktır. Ancak yeni bir yol haritasının belirlenmesi için de gerekli
adımların atılması beklenecektir.
AB, Çin İçin Vazgeçilmez Bir
Ticari Ortak
Tüm bu hususiyetler dikkate alındığında, İngiltere’nin AB’den
ayrılmasının Çin’de psikolojik etkileri kadar, pratikte ticaret ve yatırımlar
noktasında da zamana yayılan bir etkisi olacaktır. Tabii bu noktada, bir yandan AB’de dizginleri
elinde tutan güçlerin açıklamalarından da anlaşıldığı üzere İngiltere’nin
Birlik’ten ayrılması öyle kendi haline bırakılmayacaktır. Çin özelinde de, Çin’in
‘bekle-gör’ politikasından ziyade, ilişkileri yerli yerine oturtma konusunda
girişimleri olacağının sinyali de verildiği görülüyor. Kaldı ki, İngiltere’nin
Birlik’ten tam anlamıyla ‘kopması’ için birkaç yıl gibi görece uzun bir sürecin
olduğu da unutulmalı. Bu süreç, İngiltere’yi Birlik’ten ayırırken, doğan
belirsizlikler karşısında, öncelikle Birliğin kendi içinde ve akabinde Birlik
ile Çin arasındaki ticaret ve yatırım imkanlarının yeniden yapılandırılması için
yeterli bir zaman sağlayacaktır.
Unutulmamalı ki, Şi Cinping’in AB ziyaretinin arka planında ABD’nin
Asya-Pasifik bölgesini kaplayan ‘Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’yla (TPPA) doğan
bir tür ‘dışlanmışlık’ psikolojisini ve bunu doğuracağı ekonomik zafiyetlerin
üstesinden gelmesi bulunuyor. Bu anlamda, Çin yönetiminin bir yandan tüketim
ekonomisinin alabildiğine gelişme gösterdiği ve bunun körüklendiği bir iç
piyasa, öte yandan, ülkenin bugün küresel ekonominin ikinci gücü olarak
edindiği yeri koruma adına giderek daha fazla liberal ekonominin kurallarına
bağlılık konusunda sergileyeceği pragmatiklik, Çin-AB ilişkilerini de yeni
döneme göre dizayn edilmesini sağlayacaktır. Söz konusu bu pragmatik
yaklaşımın, yukarıda kısaca dile getirildiği üzere Çin’e, AB’nin talep ettiği
‘piyasa ekonomisi’ sıfatını kazanmasının da yolunu açacağını bir kez daha
hatırlatalım.
Bu yeni yol haritasında AB’nin taleplerinin dışında, Çin’in agresif
küresel yatırımcı rolünü İpek Yolu Kuşağı çerçevesinde Doğu ve Orta Avrupa’ya
taşıma planının da kayda değer bir rolü olacaktır. Şi Cinping’in belki de Çin
için yüzyılın projesi veya projelerinden biri olmaya aday ‘Kara ve Deniz İpek
Yolları’ Projesi’nde işin kara bölümünde tüm imkanları sonuna kadar zorlama
konusunda kararlılık sergileyecektir. Bu noktada, AB’deki ekonomik koşulların
da zorlamasıyla Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin bu sürece ‘yeşil ışık’ yakma
noktasında ipe un sermeyeceklerdir.
Zikredilmesi gereken bir diğer önemli husus mali yatırımlar konusunda.
Çin para biriminin ‘uluslararasılaştırılmasında’ Çin Halk Bankası’nın beş
milyar yuanlık bono alımı, Çin Tarım Bankası’nın da bir milyar yuanlık ikili kur bono alımlarını Londra
merkezli gerçekleştirmesinden mütevellit Londra’nın sahip olduğu rol yeni bir
mali merkeze taşınacaktır. Bu noktada, Almanya en önemli aday konumunda olduğu
söylenebilir.
İngiltere – Çin İlişkilerinde
Tarihi Perspektif
İngiltere dendiğinde sadece Avrupa kıtasının batısında görece orta
büyüklükte bir Ada ülkesi anlaşılmaz. İngilizlerin on altıncı yüzyılın
sonlarında Hint Okyanusu’na açılmaları ve Hindistan merkezli kurulan İngiliz
Doğu Hint Şirketi’nin sadece dönemin İngiltere’siyle değil, belki bundan daha
çok Asya’nın iki kadim medeniyeti Hindistan ve Çin arasındaki ticari faaliyeti
organize eden yüzüyle ortaya konuyordu.
İngiliz Krallığı’nın, 1588 yılında İspanya Krallığı karşısında
kazandığı deniz zaferi İngilizlerin dönemin Hint Okyanusu merkezli sömürgecilik
faaliyetlerinde etkin rol almasına yol açtı. Bugün adına ‘Endonezya’ denilen
ülkenin batısındaki Sumatra Adası merkezli başlayan ticari faaliyetlerinde
zamanla tekstil ticaretinin varlığının öne çıkması, akabinde ‘çay’ talebindeki
artış İngilizleri önce Hindistan ve Çin’le ticari ilişkilerine ivme kazandırdı.
Bir Ada ülkesi olan İngiltere, bu iki kadim coğrafya ve medeniyet arasındaki
ticari faaliyetlerini Penang, Singapur ve Hong Kong Adaları bağlantılarıyla
sağlarken bu sürecin zorunlu bir yönelimi olarak bölge siyasetini de
şekillendirmekten geri kalmadı. O günlerden yakın geçmişe kalan en önemli
bakiyelerden biri Hong Kong yönetiminin 1997 yılına kadar İngilizlerin
hakimiyetinde bulunmasıydı.
Ekonomik Göstergeler Ümitvar
Gelecek
Çin’in gelişen bir ekonomi olması, iç tüketim mekanizmalarının ve orta
sınıf yapılaşmasının varlığı, tüketim ekonomisi, Hong Kong merkezli İngiliz
kültürüne ve ‘sporuna’ eğilimler gibi faktörler İngiltere’nin Çin’le
ilişkilerinde ‘ön açıcı’ hususlar olarak dikkat çekiyor. Çin’in akademik
araştırma ve bilimsel eğilimler ve buluşlarda halen batının standartlarını
yakalama uğraşı, İngiltere’nin bu alanlardaki birikimlerinin de işlevselliğini
artırıyor. Bu anlamda, iki ülke ticaretin 2013 yılında yetmiş milyar doları
bulması bunun ilişkilerin geldiği noktayı göstermesi bakımından önem taşıyor.
Bu istatistiki veriyi İngiltere adına daha da değerli kılan Çin’e ihracatın
yüzde on beş düzeyinde artış göstermesidir. Öte yandan, Çin’ çeşitli ülke ve
bölgelere yönelik ‘agresif’ yatırım atağında İngiltere’nin önemli bir payı
olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu çerçevede, Çin’in 2005-2013 yılları arasında İngiltere’ye
yatırımı 18 milyar dolarken bu oranın önümüzdeki on yıllık süre zarfında 150
milyar doları bulacak olması iki ülkeyi kopmaz bir bağla birbirine
kenetlendiğinin göstergesidir.
Çin-AB İlişkilerinde Almanya Faktörü
Bugün gelinen noktada, İngiltere’nin AB dışında kalması, Çin-AB
ilişkilerinde sürdürülebilirlik sorununu gündeme getiriyor. Bununla birlikte,
küresel ekonomik yapılaşmalar ve özelde Çin’in liberal ekonomiye endekslenen
duruşu, İngiltere’ye rağmen Çin’i ABD ile ilişkilerinde geri adım
attırmayacaktır. Ada ülkesinin Birlik’ten ayrılmasının ardından Almanya-Fransa
ve İtalya devlet/hükümet başkanlarının verdiği tepki, AB’nin ekonomik ve de
siyasi varlığının güçlendirilerek devamından yana olduğunu ortaya koyuyor. Bu
duruş, hiç kuşku yok ki, Çin’le ilişkilerde de yankısını gösterecektir. Birliği
ekonomik anlamda domine eden Almanya ‘Şansölyesi’ Angela Merkel’in, son on
yılda Çin’e dokuz resmi ziyaret yaptığı hatırlanacak olursa, Almanya-Çin
ilişkilerini salt iki ülke üzerinden değil, AB ile bağlantısıyla birlikte ele
alınmasını gerektiriyor. Bu anlamda,
yukarıda zikredilen Çin’in İngiltere yatırımlarının Almanya üzerinden
devamlılığının sağlanabileceği düşünülebilir. Tabii bu durum, Çin-İngiltere
arasında geleneksel ve tarihsel kökleri zengin Çin-İngiltere ilişkilerinin
durması anlamına gelmeyecektir. Aslında, küresel ekonomide ulusaşırı
şirketlerin varlığı, ekonomi değerlerin mobilizasyonu İngiliz şirketleri kadar
Çin şirketlerinin de farklı kombinasyonlar geliştirebilmesine olanak
tanıyacaktır. Ortada kayda değer bir siyasi belirleyicilikten değil, aksine
küresel ekonominin ‘sağlıklı’ yürütülebilmesine matuf ABD öncülüğündeki bir ‘üst
tasarım’dan bahsedilecek olursa, küresel ekonomi mimarlarının ne AB’yi ne Çin’i
bu son gelişmeden ötürü ‘mağdur’ etmeyeceği de aşikâr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder