Mehmet Özay 10 Ağustos 2015
Endonezya’nın iki önemli dini cemaati “Alimler Birliği” (Nahdat’ul
Ulama-NU) ve “Muhammediyye”de, geçen birkaç hafta boyunca kongreler vardı. Önümüzdeki
dönemde liderlik yapacak kadroları belirlemeye yönelik kongreler, ulusal
düzeyde ilgi çekmesiyle takip edilmeye değer bir konuydu. NU’nun 33. kongresi,
hareketin merkezi Doğu Cava’da Jombang’da meşhur geleneksel dini okullara yakın
bir mekânda gerçekleştirilirken, Muhammediyye’nin 47. Kongresi Güney Sulawesi
Eyaleti başkenti Makassar’da yapıldı. NU’da liderlik Said Aqil Siradj’a
geçerken, manevi lider olarak Ma’ruf Amin seçildi. Muhammediyye’de ise, iki
dönemdir başkanlığı yürüten Din Syamsuddin’in yerini bir sosyoloji profesörü Haedar
Nashir aldı.
Milyonlarca üyeleri ile sadece Endonezya dini-toplumsal yapısında değil,
küresel olarak da dikkat çeken bu iki yapılaşmanın -özellikle de
Muhammediyye’nin- gerçekleştirdiği toplantılar ve yeni kadroları seçim
süreçlerindeki intizam bir olgunluğun göstergesiydi. Bu iki yapının kongrelerinin
önemini ortaya koyan bir diğer husus ise, Devlet Başkanı Joko Widodo’nun
(Jokowi) ve bazı bakanların açılışlara iştiraki kadar, Başkan’ın bu iki yapı
üzerinden vermeye çalıştığı mesajlardı. Bunlara aşağıda değineceğim.
Ülkenin bu iki önemli ‘sivil oluşumunun’ toplumsal yapıda neye tekabül
ettiğini anlamak için varlıklarının bağımsızlık öncesi geçmişe dayandığına
dikkat çekmekte fayda var. Bağımsızlık öncesinde, yani Hollanda
sömürgeciliğinde din eksenli sosyo-kültürel yapının oluşmasındaki rolleri
kadar, İslami anlayışın hangi yönde evrileceği noktasında kendi aralarında da
bir çekişme mücadeleye tanık olunur. 1912 yılında kurulan, Batı Sumatralı ‘hocaların’
kurucusu olduğu “Muhammediyye” ekolünün modernist görüşler ekseninde şekillenen
yapılaşmasını, 1926 yılında Doğu Cava’da geleneksel dini eğitim kurumlarının
liderlerinin öncülüğünde hayata geçirilen “Alimler Birliği” (Nahdat’ul Ulama)
izledi. Kuruluş yıllarında Endonezya Müslümanlarını biraraya getiren ve kayda
değer bir yapılaşma sergileyen ‘Masyumi’ adlı siyasi partide 1950’li yılların
ortalarına doğru yaşanan kırılmanın ve bir daha geri gelmeyen birliğin
sancıları bugüne kadar sürüyor. Bu noktada, söz konusu kırılma dönemi ve
devamında NU ve Muhammediyye’nin ne türden sorumluluklar yüklendiklerinin de
kayda değer bir araştırma alanı oluşturuyor.
Hiç kuşku yok ki, bu iki cemaatin bugün içinde bulundukları konum, Sukarno
ve Suharto döneminde oynadıkları/oynayamadıkları rollerin devamı mahiyetinde.
Bu çerçevede, Başkan Jokowi’nin Muhammediyye kongresindeki açılış konuşmasında,
bu önemli cemaatin ülkenin ‘halen’ ihtiyaç duyduğu reform sürecinde ‘katalizör’
görevi görmesi isteğini dile getirmesi önemliydi. Aslında, bir anlamda
gizli/açık yinelenen bu talep bile, Suharto’nun 32 yıllık iktidarının sona
erdiği 1998 yılı Mayıs ayında itibaren başlayan ve bugüne kadar devem eden
reform sürecinin niteliğine gönderme yapıyordu. Reform hareketinin, böylesine
görece uzun bir döneme yayılmak yerine, çoktan bitirilmiş ve ‘konsolidasyon’
sürecine başlanmış olması gerekiyordu. Ancak Başkan’ın bu ifadesinden,
gelişmelerin hiç de bu eksende oluş/a/madığı ve bunda dolaylı olarak Muhammediyye’nin
sorumluluğuna bir atıf olduğunu düşünebiliriz. Bu bağlamda, dile getirilmesi
gereken bir diğer husus, kısa bir süre önce dile getirdiğim üzere, Jokowi’nin
siyasi kariyerinde ‘reformcu’ bir politikacı olarak ulaştığı Devlet Başkanlığı
görevini yürütürken, kapsamlı bir siyasi ideoloji ve liderlik edebileceği
kadroların olmayışı bugün onu Muhammediyye’den açıkça destek aramaya itiyor.
NU’nın açılışına da katılan Başkan Jokowi, burada yaptığı konuşmada ‘NU’yu
dünyaya İslam’ın barış dini olduğunu göstermesi çabası sergilemesini ve bu
çerçevede çeşitli çevrelerle işbirliği içerisinde olması çağrısında bulundu. İslam’ın
‘Rahmet’ dini olduğuna kuşku yok. Kuşku, uzunca bir süredir nasıl olup da
Müslümanları ‘canavarlaştırma’ çabasının sergilenebildiğidir. Belki bu bağlamı
anlamaya ve açıklamaya matuf bir çabanın ortaya konması gerekiyordu. Öte
yandan, İslam’ı ‘barış’la özdeşleştirmenin bir gerekçesi olsa gerek. O neden
de, Jokowi’nin aynı konuşmada, “fakirlik ve eşitsizliğin (burada vurgu
‘adaletsizlik’e olsa gerek) terörizmin kaynağı” minvalli ifadesinde kendini
açığa vuruyor. Başkan Jokowi işin ‘bam teline’ dokunma eğilimi gösterirken,
tabii ortamın özelliğinden olsa gerek, konunun detaylarına gir/e/mediği de
gözlerden kaçmadı. Bununla birlikte, Başkan’ın böylesi bir söylemi şu veya bu
şekilde öne çıkarmasında haklılık payı yok değil. Ayrıca, bu yaklaşım, ister
istemez, Endonezya’da kimi Müslüman çevrelerde Jokowi’nin ‘komünist ajanı’
olduğu yollu söylemi hatırlatsa da, aynı çevrelerin milyonlarca üyesiyle bu iki
ana cemaat yapısının, yoksulluk ve adaletsizliğin ortadan kaldırılmasında -en
azından geçen reform sürecinde- ne türden bir başarı skalasına sahip olup
olmadıklarını sorgulamaya yanaşmıyor. Gene iş dönüp dolaşıp, Jokowi’nin Muhammediyye’den
reform sürecine tam destek olması” talebine gelip dayanıyor!
Söz ‘yoksulluktan’ açılmışken, Kırsal Kalkınma’dan Sorumlu Bakan Marwan
Jafar’ın, NU toplantısı bağlamında yaptığı açıklama ilgi çekiciydi. Bakan
Jafar, geleneksel dini yapılanma olarak daha çok kırsalda yaygın olan NU’nun, bu
toplum kesiminin kalkınma sürecinde rol alabileceğine, hatta sorumluluğu
olduğuna vurgu yapıyordu. Aslında devletin kırsal kalkınmaya milyarlarca
Dolarlık fonlar aktarmasına rağmen, fonların merkezden-köye ulaşıncaya kadar tabiri
caizse ‘erimesi’ ve nihayetinde köylünün eline pek de işe yarayacak bir
meblağın ulaş/a/mamasının temel nedeni üzerinde durmuyordu. Her halde bu
noktada, NU yetkililerinin söyleyecek sözü olmalıydı diye de düşünmeden
edemiyoruz.
Toplantılara bir tepki de ‘yarı bağımsız’ bir kurum olarak bilinen “Endonezya
Alimler Konseyi”nden (MUI) geldi. Konsey lideri Anwar Abbas, ülkeye daha iyi
hizmet amacıyla her iki cemaatin ‘stratejik’ bir yakınlaşma içine girmesine ve
çok daha yapıcı roller almalarına vurgu yapıyordu. Tabii, gerek Başkan
Jokowi’nin, gerekse MUI liderinin talepleri bağlamında gündeme gelen açık bir
çelişkiye de dikkat çekmeliyiz. Bu noktada, NU ile Muhammediyye’nin eğitim
süreçleri ve cemaat perspektifi ayrımlarından ötürü kaçınılmaz olarak farklı
değerlendirilmeye ihtiyaç duyuyor.
Tüm bu ve benzeri açıklamalar çerçevesinde acaba bu iki cemaat yapısı ile
siyaset ilişkisi nedir sorusu gündeme geliyor. Bu bağlamda, Muhammediyye’nin
her ne kadar çeşitli kademelerinde aktif veya pasif görev alan mensuplarının
mevcut siyasi partiler içerisindeki bir takım roller üstlenseler de, yeni
seçilen Hadir Nashir’in ilk demecinde bir ‘cemaat’ olarak ‘siyasete tarafsız’
kaldıkları vurgusudur. NU kongresinde de, başkan seçilen Said Adil Siradj
yanlıllarınca, NU’nun siyaset kurumları karşısında ‘tarafsız’ kalması yönündeki
demeçler dikkat çekiyordu. Bu anlamda, örneğin Muhammediyye’den gelen söz
konusu bu açıklamanın, Jokowi’nin bir türlü bitmek bilmeyen ‘reform’ sürecine
‘katalizör’ olarak davetiyle, şu veya bu şekilde, doğal bir çelişkiye işaret
ediyor. Başkan Jokowi’nin Muhammediyye’den beklentisi, sadece ulusal siyaset
çerçevesinde değil, Filistin’e destekten dünya başırına katkı gibi ‘üst plânda’
bir çağrıda bulundu. Bu çağrıların önemine kuşku olmamakla birlikte,
Muhammediyye’nin bu ‘yükün’ altından kalkabilecek bir entellektüel yeterliliği
olup olmadığı da cevabını bekleyen sorular arasında.
Bu çerçevede, iki cemaatin de ‘siyasete tarafsız kalma’
yaklaşımlarının anlaşılabilir boyutu olmakla birlikte, siyaset alanın da içinde
yer aldığı geniş toplumsal yapıda yapıcı-tutarlı ve toplumu ‘iyiye’ dönüştürücü
rol oynama arzuları olduğuna kuşku yok. Bu bağlamda, her iki yapının
mensuplarının eğitim, bürokrasi, ordu-polis, iş çevreleri gibi toplumsal
dinamiğin merkezindeki kurumlarda rol almakla birlikte, bu kurumları
dönüştürebildiklerini söylemek de pek mümkün değil. Bunun en açık göstergesi
de, Başkan Jokowi’nin yukarıda ifade ettiğimiz ‘reform’ yolunda talep ettiği
açık destek. Zikrettiğimiz bu toplumsal kurumlar ülkenin en sorunlu, değişim
önünde en direnç gösteren kesimleri olmaları hasebiyle, ortada bir başka tezata
gönderme yapıyor. Ülkede neredeyse endemik bir hâl alan ‘yolsuzluğun’
aşılamamış olması, milyonlarca mensubu olan bu iki yapının siyaset alanı bir
yana, dini-toplumsal unsurlarıyla nasıl bir performans sergilediğini ortaya
koymaz mı? Bu noktada, sadece tekil veya gruplar arasında dönen sınırlı bir
yolsuzluk olgusundan bahsetmediğimiz gibi, yolsuzluğun salt ‘maddi’ alanla sınırlığı
olmadığını ve buna indirgenmemesi gerektiği de cesaretle dile getirilmelidir. Ortaya
böylesi bir ‘fotoğraf’ çıkıyorsa, o zaman bu iki yapının bölgesel ve küresel
sorunlar çerçevesinde gerek ümmete gerekse insanlığa sunabilecekleri neler
olabilir diye bir başka soruyu gündeme taşıyabiliriz. Küresel demişken… Gerek
kimi siyasiler gerekse medyada çıkan çeşitli yazılar, her iki cemaate küresel
sistemin argümanlarını hatırlatacak şekilde bir görev biçtiklerine de şahit
olunuyor. Bu minvalde, gelen tepkiler arasında ‘ılımlılık’ öne çıkan bir olgu
oldu.
Ülkenin bu iki önemli ‘sivil oluşumunun’ bağımsızlık öncesi geçmişi dikkate
alındığında sosyal yapı kadar politik yapının da şu veya bu şekilde kurucu
unsuru olduğu görülür. Her ne kadar, günümüzde her iki ‘cemaat de’ siyasi
alanda aktif yer almamak, tarafsız kalmak gibi söylemleri öne çıkarsalar da, yakın
geçmişte bu yapılar içerisinde yer alan gerek tekil gerekse grupsal yeterlilik
bağlamında mevcut siyasi oluşumların içinde hem de oldukça aktif olarak yer
aldıkları gözlemleniyor. Örneğin bu noktada NU’nun önde gelen liderlerinden ve
Hasyim Muzadi’nin -cemaatin liderliğini yaptığı bir dönemde- 2004 yılı
başkanlık seçimlerinde Endonezya Mücadeleci Demokrat Parti lideri Megawati
Sukarnoputri’nin yardımcısı ve öte yandan gene NU’nun önemli isimlerinden ve
Abdurrahman Wahid’in kardeşi Salahuddin Wahid’in 2004 seçimlerinde özellikle
Doğu Timor’daki insan hakları ihlallerinin bir numaralı sorumlusu olarak dikkat
çekilen eski general Wiranto’nun yardımcısı olarak seçimlere katılmasını nasıl
açıklayacağız? Ya da 1999-2001 yıllarında devlet başkanlığı yapan merhum
Abdurrahman Wahid’in siyasi projesini nereye koyacağız? NU lider kadrosunun
siyasetle ilişkisi bu minvalde seyrederken, Muhammediyye’nin eski lideri Amien
Rais’in meclis başkanlığı yaptığı ve devlet başkanlığı teşebbüsü unutulamayacağı
gibi, daha geçen hafta Din Syamsuddin, Muhammediyye’nin siyasi parti
kurabileceği sinyali dikkat çekiciydi. Her iki cemaatin böylesi siyasi yatırımları ortada dururken, siyaset
dünyasıyla ilişkilerinde taraflılık/tarafsızlık dikotomisi nasıl açıklanacak?
Endonezya’da bir reform dönemi gerçekleştirilecek ise yukarıda zikredilen
iki cemaatin buna katkısına şüphe yok. Ancak bu yapıların kendi iç
dinamiklerini iyi hesap etmeleri, toplumsal yapı içerisinde uygulanagelen
devasa yanlışlara açık yüreklilikle ‘hayır’ diyebilmeyi ve çözüm üretebilmeyi
acilen gündeme taşımaları gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder