Mehmet Özay 23 Haziran 2015
Malezya’da Başbakan Necib bin Razak yönetimine karşı muhalefet hareketi
giderek genişleme gösterirken, hükümetin bu süreçte tatminkâr politikalar
geliştirememesi ülke siyasal gündemini giderek daha da dar ve kaotik bir ortama
evrilmesine neden oluyor. Muhalefet saflarını oluşturan ve 1999 yılından bugüne
değin ülkede ‘reform’ hareketinin öncüsü konumundaki ‘Halk Cephesi Koalisyonu’
Enver İbrahim’in yeniden hapsedilmesi ve ardından Malezya İslam Partisi’nin
(PAS) koalisyon ortaklarınca eleştirilere neden olan yaklaşımlarından sonra
yeni bir safhaya evrilirken, Başbakan’ın kardeşi ve ülkenin en önemli finans
kurumlarından biri olan CIMB Grubu Başkanı Nazri bin Razak yeni bir parti kurma
çalışmalarına başlaması gündemde önemli bir yer işgal ediyor. Tüm muhalefet
çeşitliliği içerisinde Malezya toplumunda geniş kesimler çıkış yolu ararken, bugünkü
gelişmeleri sağlıklı bir yere oturtabilmek için yakın geçmişe kısaca bakmak
gerekir. Necib bin Razak’ın Başbakanlık görevini 2009 yılı Nisan ayında
Abdullah Badawi’den devralmasıyla, bir türlü gelmeyen ancak yeni bir umutla
sarılınan ‘reform’ dalgasının ülkeyi saracağı yönünde bir intiba oluşmuştu.
Bu süreçte, bizzat Başbakan’ın ülkeye yeni bir çehre kazandırma amacı ve bu
bağlamda siyasi meşruiyetini pekiştirme gayreti kadar, ulusal politikanın bir
gereği olarak, ülkenin kalkınmış ülkeler sınıfına atlamasını hedefleyen “2020
Vizyonu”nu gerçekleştirmeye matuf bir çabanın da itici bir güç oluşturduğuna
kuşku yok. Bununla birlikte, oy potansiyeli ve politikalarıyla hitap ettiği
kesim bağlamında ağırlıklı olarak kırsal bölgelerde yaşayanları hedef alan ‘Birleşik
Ulusal Malay Birliği’ (UMNO) önderliğindeki Ulusal Cephe hükümetinin
muhalefetten ‘reform’ sözcüğünü ödünç almasının sembolik olarak ortaya koyduğu
üzere, Başbakan yönünü artık kemikleşmiş kırsal seçmenden çok kimlikli/etnikli/dinli
yapısıyla, farklı ve güncellenmeyi hak eden talepleriyle gündeme gelen şehirli seçmeni
hedef aldı.
Bir tür gelecek seçim yatırımı olarak düşünülebilecek olan bu
yaklaşım, birbirine ‘dokunmayan’ toplumsal unsurlar arasında uzlaşmanın
sağlanmasının da temelini oluşturmaya adaydı. Öyle ki, Başbakan’ın başta Çin ve
Hint kökenliler olmak üzere ülkenin dört bir yanında etnik azınlık gruplarını
da kapsayacak şekilde politikalar geliştirmesi, bu kitlelerin çeşitli
etkinliklerine katılarak, toplumsal liderleriye ‘aynı karede’ yer alması bir
tür iyimserlik havasının yayılmasını sağladı. Aslında ulusal siyasi arenada ve
toplumsal çerçevesinde bu yönelim, sadece Başbakan Necib bin Razak için değil,
UMNO için de aşılması gereken bir eşik anlamı taşıyordu.
Başbakan için bu yönelimin haklılaştırılması bir sonraki seçimi garanti altına
almak kadar, yukarıda ifade ettiğim üzere, 2020 Vizyonu’na ulaşmada ihtiyaç
duyulan toplumsal üretim güçlerinin en önünde yer alan Çinlileri bu hedefe
kilitlemek ve bu bağlamda, yaklaşık elli yedi yıldır bir türlü arzu edilir bir
düzeye ulaştırılamamış ‘ulus devlet’ bilincinin de giderek toplumda karşılık
bulmasına matufdu. Bu yönelim çerçevesinde sokaktaki vatandaşın yakında
hissedeceği açılım eğitim, sağlık ve dini kurumlara destek mahiyetinde ortaya
konurken, üst yapıda iş çevrelerini yeni yatırımlar, başta bölgesel ve küresel
gelişmelere paralel olarak yeni ekonomik hedeflerde aktif hale getirmekti.
Necib bin Razak’ın bu çıkışında aslında ortada ‘keşfedilmiş’ bir durumdan söz
etmek mümkün değil. Başbakan’ın yaptığı, 1999 yılından itibaren çok etnikli ve
dinli toplumsal yapıda karşılık bularak, ülke siyasetinde gücünü giderek
artıran ‘reform’ merkezli bir yönelim sergileyen muhalefetin ‘siyasi söylemini’
ödünç almaktan ibaretti.
Haddı zatında, Başbakan ve de tabii ki hükümetin, ilk birkaç yıldaki uygulamaları,
yakın gelecekte pratiğe geçireği sözünü verdiği vaatleriyle doğru yolda
olduğunun göstergelerini yakinen veriyordu. Ancak Başbakan’ın üstesinden
gelmesi gereken, sadece yeni bir siyasal ve toplumsal düzen şemasıyla ortaya
çıkan muhalefetin söylemini ödünç alarak bunu doğrudan halka yansıtma çabasını
sergilemekle sınırlı değildi. Bunun ötesinde, belki de daha çok merkezden
çevreye doğru hiyerarşik olarak yayılan UMNO kadrolarında, uzun yıllar
iktidarda olmanın verdiği bir tür ‘güven’ ile, bu gücün kaybedileceğine dair
bir tür ‘korku’nun ürettiği olumsuz tepkinin ipuçları da zamanla ortaya çıkmaya
başlamasıyla baş etmesi gerekiyordu. Bu noktada, örneğin, Dr. Mahathir Muhammed
gibi karizmatik bir liderlik profili ve bunun sağladığı ‘yönlendiricilikden’
ziyade, daha çok UMNO genel kurulunun ‘siyasi baskı’ mekanizması olarak da
işlev gören desteğine bağımlı bir yapıya tabi olan Necib bin Razak’ın partisini
ve de hükümeti ödünç aldığı söylemler çerçevesinde yönlendirmede ne kadar
başarılı olduğunu kuşkuludur.
Özellikle yakın çevresinin tesirinde kalarak reform değerinde bir icraatta
bulunmayışının karşılığını, 5 Mayıs 2013’de yapılan 13. Genel Seçimler’de şehirli
seçmen kitlesi oylarını UMNO ve ittifak kurduğu Çin/Hint kökenli partilere
vermeyerek ortaya koydu. Seçimin ‘resmi’ sonuçlarına göre Ulusal Cephe’nin
iktidarını devam ettirmesi sonucu ortaya çıksa da, genel oyların %52’si
muhalefet bloğunun oluşturduğu ‘Halk Cephesi’ koalisyonuna gitti. Bu bağlamda,
5 Mayıs, Başbakan için “ikiz kriz” sürecine başlangıç anlamı taşıyordu. Bir
yanda, özellikle 1948 yılında sömürge döneminde çıkartılmış ve hükümete ve
UMNO’ya muhalefet makamındaki parlamento üyeleri, gazeteciler, öğretim üyeleri,
aktivistler gibi çok farklı kesimleri için ‘susturmaya’ matuf bir işlerlik
kazandırılan ‘İsyana Teşvik Yasası’nı kaldırmayarak muhalefetin tepkisinin
devam etmesine yol açarken; başta UMNO olmak üzere iktidar koalisyonu
çevrelerinde kayda değer oy kaybının doğurduğu tedirginlik halinin ürettiği
tepkisellik gün yüzüne çıkmaya başladı.
Bu gelişme karşısında, Başbakan’ın ve de hükümetin bu iki krizle mücadeleye
nasıl karşılık verdiğine bakıldığında, ortada açıkçası içe kapanma
denilebilecek ve gelenekselleşmiş politikalara dönüş dikkat çeker. Bu
çerçevede, adına muhalefet denilen toplumsal kesimleri temsil makamındaki
liderleri çeşitli manipülasyonlarla hedef alan ‘yıpratıcı’ politikalar
izlenirken, iktidardaki UMNO ve müttefiki partileri ayakta tutan grupları
ülkenin görece başat yatırım ortamından nemalandırma sürecine devam kararı
çıktığını söylemek mümkün. İşte bu durum, Başbakan’ın 2009’da ülkeye yeni bir
vizyon kazandırma amacıyla başlattığı değişim ve dönüşümü sürecinin nasıl
tıkandığı ve bu bağlamda iktidar aygıtı içerisinde var olmayı devam ettirme
adına UMNO’nun nasıl eski reflekslerine dönerek politikalar yapma seçeneğine
mahkum olduğunu ortaya koyar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder