Mehmet Özay 5 Mart 2015
Bangladeş’te siyasi kaos dinmek bilmiyor... Üzerinde yükseldiği toprak
parçası olarak küçük, ancak 160 milyonluk nüfusu açısından büyük bir ülke olan
Bangladeş’te yaşanan kaos, bir anlamda adına İslam coğrafyası denilen bütün
içerisinde Müslüman toplumların halinin son dönemdeki örneklerinden biri olarak
dikkat çekiyor.
Bangladeş, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olması dolayısıyla bir İslam
ülkesi olarak tanınması ve tanımlanması, D-8 gibi Batıdan Doğuya nüfus,
jeo-stratejik ve jeo-ekonomik özellikleriyle öne çıkan ülkeler bloğunda ve
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi uluslararası örgütlerde yer almasına
rağmen, “Halk Partisi” (Awami League)
hükümetinin 2009 yılından bu yana, ülkenin önde gelen İslami sivil toplum grubu
Jemaat-i İslami başta olmak üzere, genel anlamda muhalefete yönelik baskı ve
şiddeti devam ediyor. Bu süreçte, ne ulusal siyasette rol alan aktörler, siyasi
partiler, sivil toplum kuruluşları, ne de yukarıda zikredilen sözde İslam
toplumlarını temsil kabiliyetindeki kurumların Bangladeş siyaseti ve toplumsal
yapısında açılan yaraları kapatmaya yarayacak yapıcı bir işlev görmelerine
tanık olunuyor. 2006 yılında baş gösteren kaos ortamında, aynı yıl Nobel Barış
Ödülü’ne layık görülen Bangladeş’in son dönemde yetiştirdiği en önemli bilim
adamı Prof. Dr. Muhammed Yunus’un siyasilere yaptığı ‘Oturun, sorunları
birlikte halledin’ tarzındaki tavsiyesi de işe yaramadı. Kaldı ki, Muhammed
Yunus’da süreçte Şeyh Hasina’nın hışmından payını alanlar arasına katıldı.
Bu durumda, gözler ve de talepler ister istemez Batı’ya, Batı’nın temsilcisi Amerika Birleşik
Devletleri’ne ve birlik havasının büyük ölçüde sorgulandığı Avrupa Birliği’ne
dönüyor. Bu anlamda, Batı kulvarında işlerin “tek vücud” gittiğini de söylemek
zor. Uzun erimli bakıldığında, bölgenin en sorunlu ülkesi konumundaki Myanmar
başta olmak üzere gerek doğuda gerekse Ortadoğu’da İslam coğrafyasında olup
bitenin bir anlamda müsebbibi, devam ettiricisi konumunda olan Batılı kurumlar
ve yapıların Bangladeş gibi bir ülkede sorunların çözümüne ne kadar katkı
sağlayacağı pek de konuşulmuyor, sorgulanmıyor. Kaldı ki, tıpkı benzeri
ülkelerde olduğu gibi sömürgecilik/sömürgecilik sonrası, bağımsızlık
dönemlerindeki girift ilişkiler ele alınmadan anlaşılması ve çözüm bulunması da
oldukça zor.
Öte yandan, Bangladeş söz konusu olduğunda ülke siyasetinde etkisi
hissedilen yanı başındaki dev komşusu Hindistan’ın varlığı, Batılı ülkelerin
Bangladeş siyasetinde etkin olmalarını da sınırlayıcı bir etkisi olduğunu
düşünmek mümkün. İş ekonomi ve ticarete geldiğinde hiçbir Batı ülkesinin
parmağını kıpırdatmayacağı malum. Bu bağlamda, Bangladeş’te bugüne nasıl
gelindi sorusuna kısaca cevap vererek devam edelim.
Ulusal Parti iktidarının 2006 yılında sona ermesi ve yönetimin askeri
cuntaya geçmesinin ardından 2008 yılı sonlarında yapılan seçimler ülkenin yeni
yönetiminin Şeyh Hasina Wajed liderliğindeki Halk Partisi’ne geçmesini sağladı.
O günden bu yana ülkeyi yöneten Şeyh Hasina, bir anlamda tıpkı 1970’li yılların
başında önce ‘demokratik’ bir yapılanma arzu eden, ancak ardından ‘tek lider’
ideolojisine sarılan babası Mucibburrahman’ın izinden gittiğini kanıtlarcasına
ülkenin önde gelen siyasi parti lideri ve sivil toplum grubunun liderlerine
yönelik baskı, şiddet, yargılama süreçlerini birbiri ardına ortaya koymaya devam
ediyor. Şeyh Hasina’nın bu siyasi rotası gözlemciler tarafından onun Mısır’ın
Hüsnü Mübarak’i ile karşılaştırılmasına bile neden oluyor.
2013 yılı Aralık ayında yargılama süreçlerinden ilki Abdulkadir Molla’nın
ölüm cezasına çarptırılması ve ardından benzer bir sürecin Prof. Dr. Gulam
Azzam’a uygulanmasıyla gündemde yer işgal etmişti. Ne yazık ki, Ortadoğu’daki
gelişmeler, Myanmar, Endonezya, Malezya ve Bangladeş gibi ülkelerde olup bitene
dikkat çekilmesi zorlaştırıyor. Bunda basın kuruluşlarının ve mensuplarının
rolü olmadığını söylemek de güç.
Aradan geçen süreçte, Bangladeş’te iyileşme bir yana, durum giderek daha da
vahim bir hâl aldı. Yargılamalar sürüyor ve Cemaat-i İslami liderlerine yönelik
ölüm ve diğer çeşitli hapis cezaları verilmeye devam ediyor. Aslen Bangladeşli
akademisyen Prof. Dr. Abdullah al-Ahsan kendisiyle yaptığım mülakâtta dile
getirdiği üzere, söz konusu yargılamalarla ilgili en önemli sorun sanık
konumunda bulunanların kendilerin savunma araçlarından yoksun olmaları ve buna
hükümet tarafından bir türlü olanak tanınmamasıdır.
Peki Şeyh Hasina ne yapmak istiyor? Yaşı yetmişe yaklaşmış Başbakan,
yoksulluk, işsizlik ve benzeri temel sorunlarla çalkalanan ülkesini rayına
sokmak ve adını gelecekte hayırla anılacak bir siyasetçi olarak bırakmak
yerine, ‘siyasi güç’ olgusuna sımsıkı yapışmış bırakmak istemiyor. Sergilediği
‘tekil’ siyaset anlayışı, kendi partisi Halk Partisi kadrolarında da hayal
kırıklığına yol açıyor. Öyle ki, geniş halk kesimleri çareyi ‘Askerden medet
ummaya’ kadar vardıracak bir umutsuzluk kulvarında bulunuyor. Yaşları altmış ilâ
doksan arasında değişen liderleri hapsedilen, idama mahkum edilen Cemaat-i
İslami’nin gençlik kolları da benzer bir kırılmaya maruz bırakılıyor. Geniş
halk kesimlerinde doğurulan korku psikolojisinden yurt dışında yaşayan
Bangladeşli vatandaşlar da nasibini alıyor. Kendisiyle görüşme fırsatı bulduğum
bir akademisyenin dile getirdiği üzere bu kitle ülkeye dönmekten çekiniyor ve
hatta korkuyor. Bu yılın başında Ulusal Parti Başkanı Khaleda Zia’nın
başlattığı grevleri takiben polisin hedef gözetmeksizin ateş açması üzerine
ölenler kadar, göz altına alınanların karakollarda can vermesi bu korku
atmosferinin oluşmasında başat rol oynuyor.
Öyle ki, başkent Dhakka’da hiçbir şekilde halkın gösteri yapmasına izin
verilmiyor. Bu korku ortamı, Başbakan Şeyh Hasina’nın ülkeyi bir polis gücüne emanet
etmesinin ürünü olarak yorumlanıyor. Bu sürecin de başlangıcını gene 2009’da dayanıyor.
Şeyh Hasina 2009 yılından bu yana emniyet müdürlüğüne 100.000 kişilik kadro
oluşturduğu ve bunun önemli bir bölümünü de memleketi Gobalganj’dan sağladığı
düşünüldüğünde bir anlamda uzun erimli bir projeyi gündeme taşıdığı ve buna devam
etmekte kararlı olduğunu söylemek mümkün. Yukarıda atıfta bulunduğum, bu yılın başındaki
grevlerin ardında muhalefetin adil seçimlerin yapılması çağrısına “Başbakan’ın 2019
yılına kadar seçim yok” karşılığı bunu açıkça ortaya koyuyor.
Tüm bu süreçlerde seküler ve İslamcı ayrımı gözetmeksizin sindirmeye ve hatta
ortadan kaldırmaya and içmiş görünümündeki Başbakan Şeyh Hasina’nın karşısında Cemaat-i
İslami’nin de kendi kabuğuna çekilerek tepki verdiği görülüyor. Kimi gözlemcilerin
dile getirdiği üzere, Cemaat-i İslami bir anlamda, fiziki olarak büyük zarar gördüğü
son yıllardaki uygulamalar ardından bir süredir Ulusal Parti tarafından yürütülen
mücadelede arka plânda yer almayı tercih ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder