8 Kasım 2013 Cuma

Çin Komünist Partisi’nin tarihi toplantısı / A Historical Convention of Chinese Communist Party

Mehmet Özay                                                                                                                   7 Kasım 2013

Çin’de Komünist Partisi’nin 18. Genel Kurulu 9-12 Kasım günlerinde Beijing’de yapılıyor. Bu Genel Kurul toplantısı, ülkenin tek ve iktidarı oluşturan siyasi partisinin tarihinde önemli bir döneme denk gelmesiyle dikkat çekiyor. Bu gelişme, aynı zamanda Xi Jinping başkanlığındaki Çin yönetiminin kapitalist dünyanın taleplerine yaklaşımının sınanacağı bir sürece de işaret ediyor. Aslında söz konusu bu yeni dönem, sadece Xi Jinping’in değil, onunla birlikte üst düzey yönetimin Çin Halk Cumhuriyeti’nin yönetimini bu yılın başlarında devralmasıyla yakından ilintili.

Jinping’in, daha başkanlık makamına atanmadan önce gerçekleştirdiği ABD gezisi, başta bölge ülkeleri olmak üzere Çin’in rakibi konumundaki ABD’ye verilen açık bir mesajdı. Bu mesaj, hiç kuşku yok ki, yeni dönemde Çin’in açılım politikalarının sembolik bir ifadesiydi. Bunu güçlü kılan bir diğer sembolik edim ise, Devlet Başkanlığı’na resmen atanmasının ardından ‘Kültürel Devrim’in icracısı Mao Zedong’un değil de, Çin’i uluslararası ekonomiye ‘odaklayan’ Deng Xiaoping’in mezarını ziyaretiydi. Öyle ki, Singapur’un kurucu babası Lee Kuan Yew’un “Çin’in komünistlikle falan alâkasının olmadığı” görüşünü serdetmesine neden olan Xiaoping marifetiyle 1980’lerde başlatılan ve Çin’in devlet kontrolünde Batı ekonomi sistemine eklemlenmesi sürecidir. Bu nedenledir ki, Çin ‘iki sistemli bir devlet’ olarak anılmayı hak etmektedir.

Önümüzdeki Cumartesi günü başlayacak ve dört gün sürecek tarihi Kongre’de gözler alınacak yeni kararlarda olacak. Bu bağlamda son dönemdeki haberlere kulak kabarttığımızda, Kongre’de ana gündemi oluşturacak değişim söylemi ekonomi ve finans sektörünü ilgilendiren kararlardan ibaret olmayacak. Zaten bir süredir önemli değişimlere konu olan Çin toplumunun orta sınıflaşma eğilimlerini tecrübe eden tabakalarının taleplerini de dikkate alarak çeşitli alanlarda yeniden yapılaşmanın yolunun açılacağı öngörülüyor. Tabii bu çerçevede ülkenin hızla kalkınmakta olan bölgelerindeki gelişmeleri şimdilik izlemekle yetinen iç ve batı bölgelerinde yaşayan halkın süreçte nasıl bir tepki vereceği de merak konusu. Şimdiden bu görece memnuniyetsiz kitleyi de ‘kalkınma’ süreçlerine dahil edecek düzenlemelere gidileceği yönünde ifadeler rastlamak da mümkün. 

Bu anlamda, önümüzdeki dönemde, toplumsal yapının siyasi, kültürel ve sosyal alanlarında da tedrici bir şekilde yeniden yapılaşmaya tanık olunacak. Hatta ve hatta Çin’in endüstrileşme süreçlerindeki ‘agresif’ politikalarının neden olduğu ve Batı’nın öncülük ettiği post-modern dünyanın karşı karşıya kaldığı ‘sürdürülebilir’ bir kalkınmaya atıf yapan ‘doğa ile barışık’ süreçlerdeki kırılmalar bağlamında ekolojik boyut da şu veya bu süreçte yeniden yapılanmadan payını alacak. Bu noktada, hızlı endüstrileşme ve şehirleşmeye koşut olarak büyük şehirleri saran yoğun hava kirliliğinin son dönemde uluslararası basında giderek daha çok yer almaya başladığını hatırlanabilir. Bu durum, kendini ‘maddi gelişmeye’ endesklemiş devasa ülke Çin’in çevre sorunlarına giderek daha fazla maruz kalacağını ve bu noktada halkın kalkınmaya rağmen, yöneticilerden alternatif politika taleplerinde bulunacağını ve bu bağlamda bir dizi sivil hareketlerin gündeme geleceğini düşünmek pek de uzak bir ihtimal olmayacaktır.

Hafta sonu yapılacak Kongre’de bu sefer ‘açılımın’ sadece ekonomi alanıyla sınırlı olmayıp, zaten bir süredir önemli değişimlere konu olan Çin toplumunun orta sınıflaşma eğilimlerini tecrübe eden tabakalarının taleplerini de dikkate alarak yeniden yapılanmanın yolunu açacağı öngörülüyor. Aslında Mao Zeo’un Kültür Devrimi’nden kısa bir süre sonra, özellikle ekonomi alanında açmazlarla karşı karşıya kalındığını gören Deng Xiaoping’in çareyi ekonomi de ‘açılımda’ bulmuştu. Bu değişim süreci, Lee Kuan Yew’un son çıkan eserinde de dile getirdiği üzere Çin’i Sovyetler Birliği’nin maruz kaldığı akibetten kendini kurtarması anlamı taşıyordu.

Yukarıda kısaca değindiğimiz üzere, Jinping’in Amerika gezisinin ve akabinde verilen mesajların Çin’in bir dizi ekonomik ve toplumsal değişimlerle bağlantılı olarak yeni bir döneme girdiği izlenimi veriyordu. Çin’in ekonomik anlamda geçen otuz yılda gerçekleştirdiği büyümenin, son dönemde ekonomik durgunluğa evrilmesi ilgili çevrelerce “dengesiz büyüme” olarak yorumlanıyordu. Bunun anlamı, küresel ekonomiye hükmeden Batılı ülkelerce, Çin’in ekonomi politikalarını acilen gözden geçirmesi yönünde görüşlerin ortaya atılmasına yol açmıştı. Batı’dan gelen bu ‘baskılar’a karşı, ülke içinde de, özellikle hızlı kalkınmanın model şehirleri olarak karşımıza çıkan ülkenin doğu bölgesindeki Beijing, Shangay, Guanghou, Nanjing gibi şehirlerindeki orta sınıflaşmanın toplumsal talepler noktasında katalizör işlevi gördüğü iddia edilebilir.

Neredeyse son bir yıl içerisinde yaşanan hızlı değişimler Parti Kongresi’nde ülkenin geleceğine yön verecek yeni rotanın belirlenmesi şeklinde karşılığını bulacak. Başbakan Li Keqiang’ın geçen Eylül ayında Dünya Bankası başkanıyla yaptığı görüşmede açıkça ifade ettiği üzere ‘reform’ sürecinde ülke ekonomi politikalarına yön verecek değişiklikler nelerdir sorusunun cevabı içinde şunlar bulunduğu görülür: bugüne kadar ihracat payında kayda değer bir yeri olan düşük maliyetli imâlat sanayii çerçevesinde gerçekleştirilen üretim süreçlerinin aşılması; kalkınmada iç tüketim dinamiklerinin artırılması; özellikle finans sektöründe liberalleşmeye gidilmesi vb. tabii Başbakan Keqiang’ın Dünya Bankası’nın en üst düzey yöneticisiyle yaptığı görüşmede Çin’in yoksulluğun önüne geçilmesi, doğal çevrenin korunması ve şehirleşme süreçlerine hız verilmesi gibi alanlarda işbirliği yapılacağını açıklaması günümüz Çin yönetiminin Xiaoping’in izinden gittiğinin bir başka göstergesini teşkil ediyor.

Bununla birlikte, ülkenin ekonomide liberal, sosyal politikalarda ‘Çin değerlerine’ dayalı yapılaşmasının toplumda farklı yankılar bulduğuna kuşku yok. Bu konuda görüşlerini paylaşan Fudan Üniversitesi’nden bir akademisyen, ekonomideki yavaşlamanın yönetim ve toplum kesimleri arasında gerginliğe yol açtığına dikkat çekiyor. Bunun neticesi olarak neredeyse her gün nükseden toplumsal sorunların ülke yönetim kadrolarının meşruiyetinin sorgulanmasını gündeme getiriyor.

Peki Çin halkının -en azından bir bölümünün sosyo-ekonomik statülerindeki değişimlerin yansıması olarak karşılığını siyasi yapıya yansıtmasının Çin’in etnik azınlıklarına nasıl bir etkisi olacak? Bu noktada, özellikle Çin’in Batı bölgesinde yaşam süren Uygurlara ve Tibetlilere yönelik karşılığının ne olacağı da merak konusu. Çin’in kalkınmada öncelik tanınan bölge ve şehirlerindeki toplum kesimlerinin bireysel ve sivil özgürlüklerle tanışmalarının ülkenin etnik mozayiğini keşfetmelerine olanak tanıyacak mı? Yeni açılım politikaları bağlamında bu ve benzeri sorular önümüzdeki dönemde dikkatle izleneceğine kuşku yok.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder