Mehmet Özay 10
Mart 2013
Uluslararası bir kuruluşun Açe’de uygulamaya koyduğu ‘ciddi’ bir projenin
yarı ömrüne gelindiği şu günler eleştirel bir yaklaşım sergilemeyi gerektirecek
boyutta. Söz konusu eleştirellik, arzu edildiği taktirde iyiliği emir
kötülükten sakındırma ilkesi bağlamında da anlaşılabilir. Projenin çeşitli
boyutları olduğuna kuşku yok. Kanımızca bu boyutun en önemli ayağını, pek de
uzak da kalmış bir coğrafya olarak Güneydoğu Asya Müslümanlarına yönelik bir
çalışma olması kadar, bu çalışmadan hasıl olacak tecrübe, bilgi vb.
birikimlerle benzer sorunların depreştiği coğrafyalara ‘modellik’ konusunu
içinde taşımasıyla da önem taşımaktadır. Benzer sorunların depreştiği coğrafya
derken, aslında pek de uzağa gitmeye gerek yok. Açe’nin yanı başında halen
savaş halinin sürgit devam ettiği bir Patani, Barış’a dair ilk adımın atıldığı
ve atılması gereken daha pek çok adımın olduğu bir Bangsamoro, öte yandan
neredeyse son bir yıldır gündemde yoğun bir yer işgal eden Myanmar’daki (Burma)
Arakanlı Müslümanlar sırada bekliyor. Bununla birlikte, henüz gündeme girmemiş
Kamboçya’da, Vietnam’da, Irian Jaya’da (Papua) azınlık konumundaki Müslüman
kitlelerin varlığı Açe’de mevcut ‘model’ projenin ne denli ehemmiyet arz
ettiğini ortaya koymaktadır. Ufkumuzu sadece sosyal, ekonomik, siyasi ve
kültürel mağduriyete maruz bırakılmış, ezilmiş, yetimleriyle ortada bırakılmış
çeşitli İslam toplulukları ile sınırlamamak; aksine bunun ötesine geçerek,
Güneydoğu Asya’nın animist, Budist ve Hindu toplumlarını önce anlama, ardından ‘hakiki’
İslamı irşad bağlamında yapılacak pek çok iş olduğunu da aklımızın bir
köşesinde tutmakta fayda var.
Bu girişin ardından konunun özüne değinmeden önce Güneydoğu Asya’nın
neye tekabül ettiğine kısaca değinmekte fayda var. Çünkü bugüne kadarki
tecrübelerimiz, Güneydoğu Asya’yı, Güney Asya ile Doğu Asya ile örtüştürme gibi
bir zaafiyete dûçar olunduğunu ortaya koyuyor. Kimi bağlamlarda coğrafi
sınırların önemli olmadığı ifade edilebilir. Ancak tarihi, sosyal ve kültürel
ilişkiler mesabesinde konuya baktığımızda bunun pek de öyle olmadığını
görüyoruz. Bir yanıyla Bengaldeş-Hindistan, öte yanıyla Çin’e komşu olan Myanmar’dan
başlayan ve Mekong Vadisi boyunca güneye doğru ilerleyen coğrafyadaki modern
zamanların ulus devletlerinin varlığı söz konusu Bu devletlerin sınırları, doğuda
Güney Çin Denizi’ne, batıda ise Andaman Denizi’ne açılır. Kara parçası
bağlantısı, Tayland dolayımında Malay dünyasına eklemlenmekte farklı bir sosyo-kültürel
iklime geçiş yapar. Malaka-Sunda-Sulu Boğazları kuzey-güney istikametinde
Filipinler’den Endonezya ve Doğu Timor’a uzanan bir yelpaze sergiler.
Güneydoğu Asya toprakları, Ortadoğu merkezli İslam varlığı dışında ve bu
varlıkla ilintili olarak yüzyıllar boyunca hüküm sürmüş devletlerle dikkat
çeker. Bu süreçte bölgeki site devleti yapılanmasından, bölgesel güç unsuruna
kadar irili ufaklı Müslüman devletler varlıklarını şu veya bu şekilde yerli
animist, Budist, Hindu toplumlara karşı sürdürmekle kalmamış, bunun ötesinde
16. yüzyıl gibi erken bir dönemden başlayarak Avrupalı sömürgeci güçlere karşı
da hiç de azımsanmayacak bir mücadelenin ortaya konmasına neden olmuştur. Tüm
bu coğrafi ve siyasi bağlantılardır ki, önümüze sadece İslam toplumlarını
değil, farklı dini-kültür çevrelerine mensup ve sayıları belki binleri bulan
irili ufaklı etnik çeşitlilikle alabildiğine zenginlik taşıyan topluluklar
zincirini koyar.
Bu noktada “Türkiyeli Müslümanlar olarak bu coğrafyaya bakışımız
nasıldır?” sorusu gündeme gelmeli elbette. 20. yüzyılda, Türkiye’nin içinde
bulunduğu özel durumlar, tıpkı diğer bölgeler gibi Güneydoğu Asya’nın da
‘uzakta bir diyậr’ olarak algılanmasına ve en azından kimi çevrelerce arzu
edilse bile istenen iletişimin, ilişkinin büyük ölçüde kurulamamasına yol
açmıştı. Aynı yüzyılın ikinci yarısı boyunca Güneydoğu Asya topraklarında
başgösteren özgürlükçü hareketlerin bölgeyle tanışmamız noktasında kaçınılmaz
bir önceliği söz konusu olduğuna kuşku yok. Öyle değil mi? O zaman, “Niçin
Açe’ye gitmeye niyetlendik?”, “Niçin Açe’de ‘pilot’ mahiyetinde yetim projesi”?
gibi soruların cevabını aramak gerekir. Bu sorular önemli, çünkü adına İslam
coğrafyası denilen bütün içerisinde öyle yerler var ki, kimi ölçülerde
tsunaminin yol açtıklarını aratmayacak düzeyde kabul edilebilir.
Bu noktada Açe’nin neye tekabül ettiğini, yakın döneme Türk basınında
çıkmış ve artık ‘arşiv’ niteliği kazanmış belgelerle ortaya koymak mümkün. Çünkü
bu belgeler, sadece içeriğiyle değil, yazarıyla da ‘onaylanabilecek’ bir
güvenilirlik taşıdığından kıymet-i harbiyesine kimsenin şüphe duymayacağı
muhakkak. Tsunamiden hemen birkaç gün sonra kaleme aldığı bir yazıyla, başta
sivil toplum kuruluşları olmak üzere Türk kamuoyuna Açe’yi hatırlatmayı bir sorumluluk
kabul etmişti bu yazar. O günkü referansları da 1984’de yayımlanan
röportajlarına gönderme yapıyordu. Bu çerçevede kaleme alınan yazı da,
Açelilerle Türkler (Osmanlı) arasındaki bağdan hareketle geçmişte yaşananlara
tekabül etmese de, geçmişin anısına ‘harekete geçilebileceğine’ vurgu
yapıyordu. Öyle ki, bu vurguda “…Bugün bile, cihad bayrakları günümüzdeki Türk
bayrağının tıpkısı” ve “Açe Sumatralıların İslam'a
bağlılıkları bugün bile aynı şiddetiyle sürmekte” diyerek sembolik etkileşimi güçlü ‘İslamcı’ bir detaya da özellikle yer
verildiği dikkat çekiyordu. Gerçi Açe ile Sumatra arasında kopuş gerçekleşeli
neredeyse birkaç asır olmuşsa da önemli değildi. Hasan di Tiro’nun
‘Açe-Sumatra’ çıkışından ilhamla İstanbul’da bir gazetecinin de benzer bir
söylemi dile getirmesinde mazhur olamazdı. Üstüne üstlük yazıya güvenilirlik
katması açısından dünyanın basın ve ekonomi merkezi Londra’da yayımlanan
‘Economist’ Dergisi’nin 7 Kasım 1982 tarihli nüshasından bir alıntı yapılarak
“Açe, dünya üzerinde her bakımdan İslam toplumu denilebilecek hemen tek yerdir”
ifadesine yer veriliyordu aynı gazeteci tarafından. Tam da yeri gelmişken, kimi
çevrelerin “Açe mücadelesi İslami mücadele değil, milliyetçilik esaslı bir
hareket” söylemini seslendirenlere hayretle tanık olduğumu söylemeliyim. Bu
hususun, ileride önemli bir çalışmanın konusu olacağını şimdiden haber vereyim.
Tabii burada Açe’de ‘proje gerçekleştiren’ tüm kuruluşların yukarıda
zikredilen yazı(lar)dan -en azından birincil derecede- ne kadar ilham aldıkları
da tartışılabilir. Ancak Açe toplumsal gerçekliğinde karşılaştığımız tüm
hususlar, yukarıda sunulan tarihsel bağa vurgunun Açe ‘faaliyetlerinde’ öne çıkarıldığını
ve aradan geçen yıllar boyunca sürekli gündemde olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Bu
noktada, ‘pilot proje’nin neye tekabül ettiği üzerinde durmakta fayda var. Bu
proje, Genel Sekreter Yardımcısı ve Büyükelçi makamını işgal eden kişinin 12
Mart 2007 tarihinde ilgili metni imzalamasıyla yürürlüğe girdiği anlaşılıyor. Bu
gelişmenin, mutlaka tarihe not düşülecek bir yanı olduğunu da belirtelim. Bu
tarih, ilgili uluslararası kuruluş tarafından tsunami sonrasında Açe’de başlatılan
ve aralarında Türkiye’nin bulunduğu bazı ülkelerin destek verdiği ve tüm
dünyaya “pilot proje“ olarak duyurulduğu önemli bir icraatının resmen
başlamasına tekabül eder.
2008 yılı sonlarına doğru söz konusu bu pilot projenin vaad ettiklerine
dair kaleme aldığım metin o dönem bir başka haber sitesinde gündeme gelmişti. Çoğunlukla
yapıldığının aksine, niyetim kimi kurumlar arasındaki bir ‘yarıştan’ bahsetmek
değildi o yazıda. Aksine, projenin geniş kapsamlı olmasından hareketle bu
gelişmenin neye tekabül edebileceğine dair birşeyler söylemekti. Üstüne üstlük,
kimilerinin düşündüğü gibi yukarıda zikrettiğim makale ‘ısmarlama’ bir yazı da değildi.
Tıpkı, bu yazının da gündeme gelmesinin birilerini onere etme veya yerme anlamı
taşımadığı gibi. Birileri kalkıp niçin böyle bir metni kaleme alındığını sorabilir.
Aslında cevabı giriş paragrafında bulmak mümkün. Gene de konuyu biraz daha
anlaşılır kılmaya çalışacağım. Ancak öncelikle 2008’deki yazının nasıl gündeme
geldiğini unutanlara aktarayım. O dönem, ofiste danışman olarak çalışmam talep
edildiğinde bazı tereddütlerle birlikte kabul etmiştim. Akabinde, bazı Açeli arkadaşlarla
birlikte projenin selamati için sağlam adımlarla önemli girişimlere başlamak
üzereydik. Bu gelişmenin sunduğu imkậnla projeye dikkat çekmek istemiştim.
Ancak daha sonraki aylarda karşılaştığım güçlükler karşısında başlangıçta
taşıdığımız iyi niyet, maalesef yerini olumsuzluğa terk etti. Bunun nedenleri
üzerinde durmak bir kitap boyutunda olacağından burada bahsetmeyeceğim.
Ancak bu proje neydi, nasıl bir içeriğe ve kapsama sahipti üzerinde
durulması gerekiyor. Bunu, giriş paragrafında açıklanan nedenlerle doğrudan
ilintisi olduğundan bugüne, geleceğe dair bir yeniden yapılanma için önem arz
ettiğini de vurgulamakta yarar var. İlgili kurumun yetkililerince değişik
tarihlerde yapılan ve Açe yerel medyası ve Endonezya ulusal medyasında çıkan
basın açıklamaları pilot projenin mahiyeti bağlamında yeter miktarda bilgi
sunuyor. Bu anlamda ortaya konulacak hususların objektif kriterler olduğuna
kimsenin şüphesi olmayacaktır. Projenin pilotluğu sadece ilgili kurumun, ilk
defa hayata geçirilen yetim projesi olmasından ibaret değil di elbette. Aynı
zamanda, kapsayacağı ileri sürülen yetim sayısı ve proje süresiyle de ilintili(ydi).
Yani, proje 25.000 yetimin 15 yıl süreyle desteklenmesini
içermesi dolayısıyla dikkat çekiyor(du). Öyle ki, proje sadece söz konusu
kurumun yazışmalarında, resmi toplantılarda değil, kamuoyuna yapılan
açıklamalarda da sürekli gündeme geliyordu. Açıklamalara dikkat kesilindiğinde
özellikle yerel ve ulusal medyada çıkan haberlerin öncelik taşıdığı görülüyor.
Bu bağlamda, Açe Eyaleti’nde yayımlanan önemli bir gazete olan “Serambi”nin 5
Aralık 2006, gene aynı gazetenin 9 Temmuz 2008 nüshası; diğer yerel
gazetelerden “Harian Analisa”nın 6 Aralık 2006; “Harian Aceh”nin 31 Ocak 2008
ve Rakyat Aceh’nin 31 Ocak 2008 tarihli nüshalarının yanı sıra, Endonezya’da
ulusal yayın yapan en önemli gazetelerden “KOMPAS”ın 7 Aralık 2006 ve 15 Şubat
2007; “Republika Online” ve “Tempo Interaktif”de 14 Şubat 2007 tarihli
haberler; Endonezya ulusal haber ajansı “Antaranews”de 14 Şubat 2007 ve Açe
Eyaleti’nde faaliyet gösteren “Endonezya Cumhuriyeti Devlet Kalkınma Ofisi (Bappenas)
Açe şubesi sitesinde 15 Şubat 2007
tarihli haber yayınları dikkat çekicidir. Aradan geçen sekiz yıla rağmen, bu
‘pilot proje’nin ahvaline dair bir bilgi mevcut mu? Bu geçen sekiz yılda kimler
elinde projenin yürütüldüğü, Açe Eyaleti genelindeki yaklaşık 120.000 yetime;
Eyalet’teki ilgili kurumların kafi miktarda yetim dosyasını ‘hazırladıkları’ ve
ilgili uluslararası kuruma ‘sundukları’ yönündeki verilere ve projenin ilk
birkaç yılında 25.000 yetimi kapsayacağı ilânına rağmen, bugüne kadar nasıl bir
gayret ve çabanın ortaya konduğu üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Bu önemli
gelişmeyi gören dönemin Açe Valisi İrvandi Yusuf’un kurumun elçisiyle yaptığı
görüşmede Açe Özgürlük Hareketi (GAM) mensuplarının ekonomik bağımsızlıklarını
kazandırmaya yönelik çalışma konusunda talebi 11 Temmuz 2008 tarihli
gazetelerde haber olarak çıkmıştı. Yusuf’un bu talebi sıradan bir talep olarak
algılanamaz. Çünkü Açe Barışı’nın en önemli, belki de ilk aşaması, söz konusu
eski savaşçıların topluma kazandırılması konusunda ulusal ve uluslararası
kuruluşların üstlerine düşen görevlerdi. Bu noktada, yetim projesi ile Açe’ye
girmiş olan kurumun, sosyal, ekonomik kalkınma bağlamında elinin yeter güce
sahip olmasına rağmen Vali’nin bu talebine aradan geçen sürede olumlu cevap
alınamaması da ilgiyle izlenen bir gelişmeydi. Aslında bu konuda söz konusu
savaşçıları biraraya getiren “Açe Rehabilitasyon Kurumu” (Badan Rehabilitasi
Aceh-BRA) ile yakın işbirliği sayesinde önemli sayıda kişinin ekonomik ve
sosyal haklarının kazanımında ciddi bir rol oynamak söz konusu olabilirdi.
Bu yaşanan tecrübe,
Güneydoğu Asya’daki diğer ülkelerde yaşayan Müslüman azınlıklar sorununa, savaş
halinin devam ettiği veya barışın yürürlüğe girmekte olduğu coğrafyalardaki
yetimler kadar, dulların, eski savaşçıların sosyal ve ekonomik kalkınmalarına
yönelik projelere nasıl bakılması gerektiğine dair ciddi bir duruşun
sergilenmesini gerektiriyor. Bu hususu, bir ‘meslek’ olarak icra etme durumuna
indirgemiş olanlara terk edilemeyecek kadar önem arz ettiği ortada.
Sorumluluğun ya da ‘audit’ işinin konuyla ilgilenen her bir fert tarafından
yerine getirilmesi, gelecekte yapılacak çalışmaların sağlıklı yürütülmesinde
başat rol oynayacağına kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder