12 Aralık 2025 Cuma

Artist olmak isteyen akamedisyen!

Mehmet Özay                                                                                                                             11.12.2025

Artist olmak isteyenlerle, akademisyen olmak isteyenler arasında bir fark vardır.

Bu fark olmalıdır ve de, gayet anlamlıdır.

Bununla birlikte, artist olmak isteyip de, bu artistliği akademisyenlik üzerinden ortaya koymaya çalışmak, anlamlı bir tutum ve davranışa tekabül etmemektedir.

Bununla birlikte, bu durumun belki de, salt günümüz toplumlarına özgü bir özellik olmadığı aksine, gayet donanımlı uzun bir geçmişe sahip olduğu ileri sürülebilir.

Her ne kadar, artist olmak,  artistlik mesleği, artistçe hareketler vs. modern dönemin öne çıkan alanlarından biri olsa da, tarihin erken dönemlerinden itibaren ya da insan toplumlarının yazıyla ilişkilerinin başlamasından itibaren, artistlik ile okur yazarlık arasında bir şekilde ilinti kurulduğu varsayılabilir.

Geçmişte olan biteni, pek fazla sorgulayacak halimiz yok.

Bu durumda, durup, “Artist olacaktın da, niçin akademisyenliği seçtin?” sorusunu gündeme getirerek, bugüne dair bir durumu ortaya koyabiliriz.

Yüksek lisans yaptığım dönemde, artistliğe, -o dönem itibarıyla- yakın bir geçmişte mesleğe giriş yapmış olan bir öğrenci arkadaşımız vardı.

İyi, hoş, güzel ehl-i sohbet biriydi... Zamanla baktım ki, aklı ‘akademisyenlik’te değil arkadaşın...

O dönemin koşullarında, askerlikten kaytarmak için bu yolu seçtiğini fark ettim. Ve bunu da zaten izhar ediyordu...

Sadece o değildi, askerlikten kaytarmak amacıyla akademiye girenler...

Ancak, onun özelliği, aynı zamanda artist olması ya da başladığı artistlik sürecinde ileri kademelere çıkmaktı.

İkinci halde bir sorun yok, kanımca...

Ancak, akademi kurumu üzerinden bir yolsuzluk süreci oluşturarak artistlik yapmak, pek hayırlı bir iş olmasa gerek.

Herhalde, bunu bir şekilde kendisine yakinen hissettirmiş olmalıydı...

Ancak, -aynı zamanda ‘bilim dünyası’ demekle yanlış yapmayacağımı düşünerek-, akademisyenliğe giriş mahiyetinde kayda değer bir aşama olan yüksek lisans döneminde bu arkadaş, ne tür bir artistlik yapmış olabilir diye şimdi dönüp baktığımda, derslerde hocalara soru sorarken yüzünde oluşturduğu mimikler aklıma geliyor...  

İçerisinde biraz hinlik, biraz aşağılama, biraz naiflik olan mimikler...

Yani, “-mış gibi” yapıyordu... Sırıttırmamaya çalışıyordu ama, demek ki, aradan geçen bunca yıl sonra hâlâ hatırlandığına göre epeyce sırıttığını söylemek mümkün...

Bu arada, askerlik vs. diyerek artistlikle kurduğum ilişkide, “toplumsal cinsiyet” ayrımcılığı yaptığım sanılmasın...

Kızlar, kadınlar her neyse... O alanda da, artistlere rastlamak mümkün...

Beden formlarından başlayıp, diskur boyutuna değin uzanan, çeşitli aşamaları ortaya koyma becerisine sahip bu gruptakiler.

‘Erkekler’ grubunda da var, tabii ki bu hususiyet...

Ancak ‘kadınlar’ grubunda amirine, memuruna yaranma adına girilen birbirinden âlâ kılıklar daha bir gösterişli hâl alıyor sosyolojik olarak...

Belki de, buna bir şekilde, bukalemunluk artistliği demek uygun olacaktır...

Bir de şu türler mevcut...

Kaza eseri, akademisyenlik yoluna sapanlar!...  

Buna ‘akademik dille’ ifade edecek olursak, ‘tarihi hata’ veya ‘tarihi şans’ sonucu akademisyenliğe girenler de, demek mümkün.

Yapacak başka bir iş bulamama gibi, sosyolojik bir gerçekliğin sonucu olarak, gündeme gelen akademisyenliktir bu...

Yukarıdaki örneğin aksine, burada başlangıçta bir ‘artistlik’ mevcut değildir. Ancak, sonradan zuhur eden bir artistlik vardır.

Baktın ki, ortalık müsait, niçin artistlik yapmayacakmışın ki!

Ve de önünde gayet önemli örnekler var ise, dönüp kendine ‘Neden olmasın?” sorusunu sorarak ve aynı zamanda, cevabını “Tabii olur... Onlar oluyor da, ben niye olmayayım!” cevabını üretip, artistlik yollara başvuranlardır bunlar.

Bu grupta olanlar, zaman geçtikçe cevvalleşiyorlar...

Kendilerinde var olan kısır bilgileri abartmakla başlayan ve her şeyi bilirimciliğe kadar uzanan bir sürece tabi bu gruptakiler.

Bilgimizin kısır olması normal... çalışır çabalarsak, bilgimizi makul bir yerlere getirmek mümkün...

Normal olmayan ise, bu kısır bilgiyi ortadan kaldıracak yollara başvurmak yerine, bu kısır bilgiyle artistlik taslamak...

Herhalde, bu daha ekonomik bir çabayı gerektiriyordur.

Bununla ilgili olarak yine geçmişte, gündeme getirilen şöyle bir ifade vardı: “Ağzı olan konuşuyor!”...

Evet, literal anlamda bunda bir yanlışlık yok.

Ancak, burada kaçırılmaması gereken vurgu şu: Biyolojik olarak ağzı var.

Ancak bilgi, hikmet, anlayış, kavrayış vb. bağlamlarda gayet büyük eksikliği olmakla, konuşma, söylem geliştirme vb. arasında derin bir uçurumun olacağını düşünmeyerek ortalıkta söz alanlar bunlar.

Bir de şöyleleri var...

Bilgi sahibi, gayet donanımlı... Gelin görün ki, bu bilgi ve donanımı, ‘hayırlı’ veriler üretmek yerine, ‘artistlik yaparak’ mevki makamın ardına düşenler bunlar.

Adamın/kadının işi ‘yuvarlamak’...

Lafı eveliyor, geveliyor... Bir şey söyleyecek, hadi dinleyelim diyorsunuz... Bir de bakıyorsunuz ki, adam ‘tekrarcı’...

Bir süre sonra anlıyorsunuz ki, adam meğer tribünlere oynuyormuş! Artisliğin de böylesi yani...

Tribünler dolu... İhanet ve sadakate aynı adamda/aynı kadında, aynı adamın/kadının söyleminde rast gelmemek mümkün değil..

O edindiği bilginin hakkı mı! ona gerek yok... Tribünlerin istediğini verdiğinde zaten işleri halletmiş oluyorsun.

İslam düşüncesi, İslam medeniyeti falan filan... Ne gerek var efendim... Oyna tribünlere, olsun bitsin.

Vesselâm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder