Mehmet Özay 21.02.2024
Var olan sorunlara bir çözüm bulma sadedinde, bu çabanın
anlamlı bir yeri olduğuna kuşyu yok...
Nihayetinde, bu söylemi dile getiren akademisyen,
entellektüel, profesyonel çevreler sadece, Müslüman toplumlar içerisinde var
olan devasa ekonomi problemleri çözme uğraşında olmadıklarını, aynı zamanda
‘olası bir çözümün’ dünya toplumlarının karşı karşıya olduğu ekonomi
sorunlarının da üstesinden geleceği söylemini, gayet anlamlı bir şekilde dile
getiriyorlar.
Sıklıkla gündeme taşınan, İslam ekonomisi kavramı
özelinde, bazı hususlara değinmekte yarar var.
Ekonomi ve ahlâk
Bu sorunların bugünlerde bazı akademik, entellektüel,
profesyonel platformlarda tartışılmakta olduğu üzere, ‘ahlâki’ (moral/ethical)
boyutunun öne çıkartılıyor olması, gayet ilginç ve düşündürücüdür.
Bu noktada, ‘ahlâki’ olmayan bir ekonomi veya ekonomiler
sistemiyle karşı karşıya olduğumuz hususu kendiliğinden ortaya çıkıyor
demektir.
Paranın dini-imanı!
Burada iki olgu akla geliyor: İlki, halk/iş çevreleri arasında
yaygın olarak kullanılan, “paranın, dini imanı yoktur!”.
Bu yaklaşım, sadece dinle pek de bağdaşık olmayanlarca
-diyelim ki, seküler!- çerrelerce değil aksine, kendini dini alan içerisinde
sayanlarca da zaman zaman gündeme taşınmasını, ‘toplumsal gerçekliğin bir
ifadesi olarak’ değerlendirmek gerekiyor.
Toplumda bireyler arası mali ilişkilere bakılarak
yapıldığı varsayılan böylesi bir ifadede, epeyce bir doğruluk payı bulunuyor.
Maddi anlamda, herkesin kendi çıkarının peşinde olması bu hususa gönderme
yapıyor.
Bununla birlikte, ahlâki temellere dayanmayan bir ekonomi
sisteminin kurallar bütününden azade olmadığını düşünmek zor.
Burada sorun, tarihsel olarak diyelim ki, bir ekonomi
sistemini yapılaştıran unsurların, “ekonomide ahlâk” olgusu üzerinde
düşünmedikleri varsayılabilir. Bu durum, doğal olarak böylesi bir sistemin
“adaletsiz” olduğu sonucunu da doğuracaktır.
Bu tartışmaya bir başka yerde devam etmekte yarar var...
Ahlâki zeminde büyüyen kapitalizm
İkincisi, Max Weber’in, Batı Avrupa’da yerleşik bir
ekonomi sistemi halini alan ve ardından, Kuzey Amerika’da varlığını gayet
kendine özgü koşullarla geliştiren kapitalizmi anlama çabasında, bu ekonomi
sistemine biçtiği ve Hıristiyanlık içerisinde Protestanlaşma sürecinde ortaya
çıkan Kalvinvi (Calvinist) “ahlâki” (ethical) tutumdur.
Yukarıda dile getirilen görüşün dışında ve ötesinde
burada, bir dini inanç normu olarak başlayan ekonomik ilişkilerin, “kendinde
nedenlerden ötürü” kendi rasyonalitesini oluşturarak ekonomi alanında başat
hale gelmesi söz konusudur.
Bu sürecin, yani oluşan ‘rasyonel ekonomi ilişkilerinin’
kendi kaynağı kabul edilen dini inanç normlarını değiştirip değiştirmediği de
araştırmaya matuftur...
Geçmiş ve yaşadığımız dönem
Burada hemen şunu söylemekte yarar var: İslam ekonomisi
kavramının sadece, yaşamakta olduğunuz döneme özgü bir açılım değildir...
Bunu söylerken, aynı zamanda acaba geçmişte Müslüman
toplumlarda ekonomi ilişkilerinin her daim ‘ahlâki’ boyutla örtüşüp
örtüşmediğini de sorgulamak gerekiyor.
Bu çerçevede, örneğin, en yakın geçmişten başlamak
gerekirse, Osmanlı toplumsal yapısında ekonomi kavramı, kurumları, sorunları
vb. söylem dizisinin hiç kuşku yok ki, bize gayet önemli tartışmaların olduğunu
gösteriyor.
Bu alanda çalışan, Osmanlı ekonomi tarihçilerinin
verileri dikkat çekicidir... Bu hususu farklı bir yazıya havale ederek devam
ediyorum...
İslam ekonomisi
Günümüz gelişmelerine bakıldığında, İslam ekonomisine
vurgu yapanlar arasında, dini kimlik ve aidiyet bağlamında, Müslüman
olmayanların da yer aldığı hatırlandığında, konunun biraz daha çetrefil bir hâl
aldığını söylemek mümkün.
Öncelikle şuradan başlayalım...
İslam ekonomisi kavramının ortaya çıkmasına sebep, tıpkı
diğer toplumsal alanlarda ve kurumsallaşmalarda olduğu gibi, Müslüman
toplumların oluşmaya başladığı, -Hicri birinci yüzyılın -aşağı yukarı- ilk
yarısını kapsayacak şekilde (610-661), Peygamber (s.a.v.) ve Hülefa-i Raşidin
dönemindeki uygulamaların temel alındığı ortada.
Nihayetinde, doğulu-batılı düşünürlerin hem fikir olarak
dile getirdikleri üzere, bir din olarak İslam’ın, diğer dini yapılardan öne
çıkmasına yol açan, toplumsal yaşamın her evresini çekip çeviren ve yapılandıran
bir dini anlayış olduğu hatırlandığında, burada temelde bir sorun gözükmüyor.
Bununla birlikte, 10. ve 11. yüzyıla kadar süren ve
‘konsolidasyon’ dönemi olarak adlandırılabilecek olan uzun süre zarfında, ne
tür ekonomik kurumların oluşturulduğu ve bunun toplumsal adaleti ne denli
sağladığı konusu üzerinde durulmayı hak ediyor.
İslami ekonomisi ve ötekiler
Yine, bu aynı döneme dair olmak üzere, örneğin felsefe,
devlet sistemi gibi ‘yüksek’ düşünce yapılaşmalarının oluşmasında,
Hellen-Yunan-Roma dönemlerinde birikimsel olarak gelişme gösteren yazılı
kaynakların, -veya varsa bunların fiziki, yaşamın içerisinde devam eden
kurumsal oluşumların-, Müslüman düşünürler, alimler, varsa ‘ekonomistler’
bağlamında ne türden bir etkileşim sağladığı da bir başka alanı temsil ediyor.
Her ne kadar, felsefeye “olumlu gözle bakmayan” alimler
grubu olmakla birlikte, örneğin Ghazali gibi, felsefeyi velev ki, reddediyor
konumunda olsa da, toplumsal gerçeklik noktasında göz ardı edilmemesinde olduğu
gibi, acaba İslam ekonomisi kurumlarını elinde tutan çevrelerin, söz konusu bu
kadim dönemdeki ekonomi faaliyetlerine ve etkileşimlerine dair, bir tür öğrenme
sürecini tecrübe edip etmedikleri de gayet ilginç bir çalışma alanı olarak
karşımızda duruyor.
Bu sürecin dışında ve ötesinde, belki, -kaba bir
dönemlendirmeyle-, 16. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da gelişme gösteren yeni
bir evreye doğru yönelen ekonomi yapılaşmasıyla karşılaşana kadar, Müslüman
toplumların ve bu toplumların içinde yer aldığı devlet sistemlerinin ekonomik
yapılaşmalarıyla, diğer Müslüman olmayan devletler arasında ne türden farkların
olduğu da gayet önemli bir araştırma alanıdır.
Nihayetinde, İslam’ın yayılma sürecine konu olan ilk dört
yüzyıllık dönem, genel itibarıyla siyasal ve askeri açılımları öncelleyen veya
şartların buna zorladığı bir yapılaşmayı ortaya koymasına karşılık, Müslümanların
siyasal egemenliğine geçen coğrafyalarda ve de bu bölgelerdeki toplumların
ekonomi yapılaşmalarının ne denli değiştirici, dönüştürücü veya yeni
bağlamlarla, İslam ekonomisi için eklektik süreçlere yol açtığı da, bilinmeyi
hak eden süreçler ve olgular arasında yer alıyor.
Adalet vurgusu
İslam ekonomisinden kasıt, toplumda ekonomik koşullar
-bunlar, her ne ise- adaletli bir şekilde ortaya konulması ve yapılandırılması
olarak kabul edildiğinde, erken dönemlerin, -en azından fiziki anlamda-, İslam
devletleri gerçekliği bize sanki, bu alanda ‘pür adalet’ olgusunun her daim sağlandığı
intibaını veriyor.
Bu hususun, tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum...
Öte yandan, İslam’ın yayılma ve konsolidasyon süreçlerine
tekabül eden, yine bu erken dönemlerde sadece, Müslüman olmayan devletler ve
toplumlarla olan savaşlar ve etkileşimler değil, aynı zamanda Müslüman siyasal
yapılar arasında süregiden bir mücadelenin, çekişmenin ve de savaşların
varlığını dikkate aldığımızda, İslam ekonomisinin bu süreçlerde ne türden bir
adalet yapılaşması ürettiği ve bunda sürdürülebilirlik sağlandığı sorusunu
gündeme taşımak gerekiyor.
İslam ekonomisiyle ilgili tartışmaların, bugünün
sorunlarına çözüm bulma çabası kadar, uzak ve yakın geçmişte Müslüman
toplumların ne türden ekonomi modelleri ürettikleri ve bu sistemlerin ne türden
adalet yapılaşmaları ortaya koyduğunu yeniden ve farklı gözle değerlendirmek
gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder