Mehmet Özay 25.11.2023
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı bize, tarihsel olarak yeni bir Türk devletinin varlığını haber verirken, bu gelişme, aynı zamanda bir önceki Türk devleti kabul edilen Osmanlı’nın, siyasi varlığının sona erişinin de 100. yılına tekabül ediyor.
Bu
bağlamdan hareketle, tarihi gelişmeleri bir başka açıdan ve yaklaşımla ele
almak gerektiğinde, Osmanlı Devleti’nin yıkılışının bizim ve geniş Müslüman
toplumlar için ne anlama geldiği sorusu gayet önemli olduğuna dikkat çekmekte
yarar var.
Soru/n
ne?
Burada
dikkat çekilmek istenen soru/n, salt Osmanlı Devleti’ni sona erdiren güç veya
güçlerin eleştirisi üzerine temellendirilemeyecek kadar önemli bir duruma tekabül
ediyor.
O
da, Osmanlı’nın varlığının sona ermesinin, Müslüman toplumlarda ‘tanzim’,
‘yenilenme’ olgularına ne türden etki ettiğidir.
Gayet
geniş ve uzunca bir izaha ihtiyaç duyduğuna kuşku olmayan bu olguya, bu kısa
yazıda cevap vermek mümkün değil. Ancak, olan biteni belki evvelinden yani,
Osmanlı’nın kuruluşundan ele alarak kısmen ortaya koymakta yarar var.
Nihayetinde,
‘tanzim’ ve ‘yenilenme’ olguları ile kastedilenin, tarihsel bir süreklilik arz
ettiği düşünülecek olursa, Osmanlı’nın kuruluşundaki durumunun bir şekilde,
Osmanlı’nın yıkılışı sonrasında nelerle karşılaşıldığına da ışık tutacaktır.
Sorunu
anlama çabası
Hemen
ifade edelim ki, Cumhuriyet döneminde özellikle, 1950’den başlayarak, siyasal
ve sivil alanda kendine yer açan önemli toplumsal hareketlerin ve bu hareketler
içerisinde yer alan – ve ancak, bütünlük arz etmeyen- kitlelerin Osmanlı’yı dış
güçlerin ortadan kaldırdığı yaklaşımı gibi gayet rahatlık içeren bir duruma (comfort
zone) gönderme yaparak tarihi anlama çabası halen devamlılık gösterse de,
bu durum sadece bu kitle için daha büyük bir sorun teşkil etmekten başka bir
anlama gelmiyor.
Sorun’un,
belki Osmanlı’nın Türklüğü meselesinden veya Türklüğü devlet içerisinde uzunca
bir dönem ne kadar var kıldığından başlayarak halifelik ve bu anlamda, küresel
Müslüman toplumu temsil meselesine kadar uzanan önemli safhaları bulunduğunu
samimi bir şekilde ortaya koymak gerekiyor.
100
yıl önce olan biten olgunun, -bir yönetim erki olarak- bir hanedanlığın bitip
yerine, -klâsik anlamda hanedanlık olmasa da, modern ulus-devlet (nation-state)
sisteminin -özellikle gelişmemiş/az gelişmiş/gelişmekte olan kategorisindeki
ülkelerde karşılık bulan, bir tür siyasal hanedanlıkların üretildiği bir yapıya
evrilmesiyle de anlaşılamayacak bir boyutu bulunuyor.
Yenilikçi
söylem: ‘İlâhi kelimetullah’
Sorunun
ne olduğu konusu, Osmanlı Devleti’nin kendine ontolojik ve epistemolojik olarak
çizdiği ve belirlediği alanda, nelerin olup bittiğiyle ve ait olduğu belirtilen
bu alanlara dair süreçte nelerin değiştiğiyle alâkalı bir yönü olduğuna işaret
ediyor.
14.
yüzyıl başlarındaki kuruluş sürecinin hemen öncesinde, Anadolu Selçukluları’nın
doğudan gelen baskınlara karşı, -kimilerince belki tarihsel bir şans,
kimilerince kaderin cilvesi kabul edilebilecek şekilde ya da gayet kendinde ve
anlamlı bir sürecin ifadesi olarak, Ertuğrul Gazi’nin ortaya koyduğu çaba ile
gelen açılım, yeni bir siyasal yapının teşkiline sebebiyet veriyordu.[1]
Böylece,
kuruluş sürecinde üzerinde yer işgal ettiği teritori ile fiziki olarak yanı
başında yer alan Doğu Roma Devleti (Bizans) ile ilişkisi, yeni kurulan Osmanlı
Beyliği’nin kurucu unsurları, doğmakta olan devletin gayet dinamik bir bağlamda
ortaya çıkmakta olduğuna işaret ediyor.
Bu
çerçevede, “İlâhi kelimetullah” gibi güçlü kavramın ve bunun pratikteki
karşılığı olan “gaza” olgusunun bize aktardığı anlamın,[2]
kuruluş döneminin hemen öncesinde İslam dünyası adıyla zikredilebilecek
-özellikle de Kuzey Afrika, Batı Asya arasındaki ve geniş Malay dünyasının
İslamlaşan ve İslamlaşmakta olan coğrafyalarını dışta bırakacak şekilde-
bölgelerde var olan değişimlerin, kırılmaların ve kopuşların, ne tür bir İslam
düşüncesini gündeme getirip getirmediğiyle ilintilidir.
Bu
süreç bağlamında dikkat çekmek istediğim husus, yaşanmakta olan İslam’ın,
Müslüman toplumlar nezdinde bulduğu karşılığın ‘yeniden tanzimi’ meselesidir.
Yani,
‘Osmanlı’, kendi siyasal ve toplumsal yapılaşması öncesindeki Müslüman siyasal
ve toplumsal yapılarında ortaya çıkan yozlaşmayı ortadan kaldıracak ve böylece,
Müslüman toplumu ve geniş bir sistemi yeniden ‘ihya’ edecek yeni bir hamlenin
adıdır.
‘Tanzim’
çabası
İslam
bilgi kaynaklarında atıfta bulunulan yenilenme (tajdid) olgusunun, bir
iç ve bir de dış olmak üzere, iki temel bağlamı olduğunu ileri sürerek ‘tanzim’
hususuna devam edeyim.
İç
bağlam, İslam toplumlarının kendi içlerinde İslami yaşama dair takındıkları
tutumun yozlaşmış, yozlaştırıcı etkileriyle ortaya çıkan toplumsal
gerçekliktir.
Dış
bağlam ile dikkat çekmek istediğim husus ise, Müslüman toplumların Müslüman
olmayan toplumlarla ve bu anlamda, tarihsel süreç dikkate alındığında
özellikle, Batı Hıristiyan dünyasıyla olan etkileşimden kaynaklanan yozlaşmacı,
yozlaştırıcı etkidir.
Bununla
birlikte, dış bağlam yani, Batı Hıristiyan dünyasıyla etkileşimden neşet eden
durumda yozlaşma kavramı yerine, örneğin ve özellikle de, askeri yapıda
karşılık bulduğu üzere ortaya çıkan kurumsal kötürümlük ve gerileme ile
açıklanmaya çalışılır.
Bunun
en açık örneği, herhalde, Osmanlı’nın 16. yüzyılda Kanuni sonrasında başlayan yönetim/bürokrasideki
yalpalamaların ve ardından, 17. yüzyılda savaş meydanlarında karşılaştığı
kayıpları karşısında takınılan tavır olsa gerek...
Osmanlı’nın
kuruluşuna zemin teşkil eden gelişmeler bakıldığında, iç ve dış faktörlerin
etkin olduğunu söyleyebiliriz.
Bu
noktada, doğudan gelen akınların Anadolu Selçukluları üzerindeki tesiri dış
alanla ilgilidir.
Öte
yandan, Büyük Selçuklular’da başlayan -burada Abu Hamid Muhammed el-Ghazali’yi,
dönemini dolaylı olarak eleştirdiği anlaşılan ve bu bağlamda, yeni eserler
ortaya koymaya iten toplumsal koşulları hatırlamak gerekir- ve ardından,
Anadolu Selçuklularına sirayet ettiği ileri sürülebilecek iç değişimlerin,
yozlaşmaların İslam toplumlarının kendi iç özelliklerindeki yozlaşmalar ise iç
alana tekamül ediyor.
Osmanlı’nın
gizli/açık tanzime yönelik açılımının bu bağlamlarla birlikte ele almak mümkün
gözüküyor.
‘Tanzim’ ve
‘yenilenme’ye tekabül eden uzun bir tarihi sürecin ardından, Osmanlı’nın içine
düştüğü hâl, iç sebepler ile başlayan ve ardından, dış sebeplerle desteklenen
ve periyodik olarak giderek yükselen bir yozlaşmaya tekabül ediyor.
Burada, olan
biteni anlamak amacıyla İbn Haldun’a atfedilen dönüşümsel teoriye (cycle
theory) başvurmak, burada ele alınan konu çerçevesinde, sadece bir tasvir
çabasından öteye gitmeyecektir.
Nihayetinde
karşımızda, ‘tanzim’ ve ‘yenilenme’ gibi iki temel ontolojik ve epistemolojik
bağlamın olması bizi, Osmanlı’nın siyasal varlığının sona ermesiyle ortaya
çıkan durumu, ne şekilde açıklamamız gerektiğini sorgulatacak düzeydedir.
Bu durum,
sadece sınırlı bir coğrafya ve Müslüman kitlesi için değil, aksine küresel
boyutta ve tüm Müslüman toplumu ilgilendiren boyutuyla dikkat çekiyor.
[1] Mehmet Hemdemi Çelebi Solakzade. (1298/1880). Solakzade Tarihi, Bab-ı Ali: Mahmud Bey Matbaası, s. 6.
[2] Mehmet Hemdemi Çelebi Solakzade. (1298/1880). Solakzade Tarihi, Bab-ı Ali: Mahmud Bey Matbaası, s. 3; Douglas E. Streusand. (2011). Islamic Gunpowder Empires: Ottomans, Safavids and Mughals, Boulder:
Westview Press, s. 66.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder