Mehmet Özay 01.04.2021
ABD’de George Floyd davasının hafta başında başlamasıyla, gündemde en önemli konunun hâlâ adalet olgusu olduğu bir kez daha ortaya konuluyor.
Adaletin
sağlanmasının aracı ve mekanizması olarak, ABD gibi bir modern ulus-devletin yasama,
yürütme ve yargı organlarının ne denli başarılı olup olmadığı bir yana,
mahkemede yer alan kişilerin gündeme getirdikleri ve/ya getirmedikleri bize,
daha derinlerde bir olgunun varlığına işaret ediyor.
Siyah/beyaz dikotomisi ve toplumsal algı
Bir polis memurun
aşırı şiddet kullanarak -kimilerine göre kasıtlı, kimilerine göre kasıt
olmaksızın Floyd’un ölümüne neden olmasından öte, ABD toplumunda egemen bir
yapı olarak Beyaz ile bu egemen yapı içerisinde azınlık konumunda olduğu
belirtilen siyah/Afrika-Amerikalıların ilişkilerinin
merkezde olduğu görülüyor.
Olayın
gelişiminde... Floyd’un, Derek Chauvin adlı polis memurunun aşırı şiddetine
maruz kalmadan kısa süre önce alışveriş yaptığı market ve oradaki çalışanların
kendisine yönelik sergilediği yaklaşım tarzı ve polis ekibinin çağrı üzerine
ilgili bölgeye gitmesi; polis memuru Chauvin’in Floyd’a uyguladığı tavra başta,
yanı başındaki meslektaşları olmak üzere, çevredeki sivillerden tanık olanların
tutum ve yaklaşımları temel birer toplumsal yaklaşım ve ahlâki gösterge olarak
karşımızda duruyor.
Tekil bir olay
örneğinde karşımıza çıkan ve görece bir mikro özellik olarak algılanma eğilimi
olsa da, bu vak’a, temelde geniş toplumsallıkla alâkalı bir durumun prototipi
olarak değerlendirmeyi hak ediyor.
Bu çerçevede,
çeşitli alanlardan uzmanların, bir siyahi vatandaşın hayatını kaybetmesinin,
sadece ‘beyaz’ bir polis memurunun ve/ya polis memurunun görevli bulunduğu
emniyet kurumunun alanıyla sınırlandıramayacakları düşüncesi, açıkçası Amerikan
toplumunda yaygın olarak benimsenmiş bazı davranış kalıplarının olduğunu ortaya
koyuyor.
İstatistiki
verilerle polisin, “kendisine verilen hak” gereğince hayatına son verdiği
kişilerin siyah-beyaz oranında ibre ilkinden yana göstermesi, Amerikan
toplumunda Floyd’un maruz kaldığı ve/ya benzeri olayları nicelik olarak
değerlendirmek bir yana, nitelik olarak ele alınması gerektiğine işaret ediyor.
Bu noktada,
Amerikan toplumunun geniş kesimlerinin bir kurumsal yapı olarak emniyet
birimine verilen hakların ne şekilde geçerlilik taşıdığı ve bunların ne denli,
yine geniş kitlelerce kabul edilebildiği sorusu bize, konunun tekil
sorumluluklardan öte toplumsal bir bağlama gönderme yapmamızı zorunlu kılıyor.
Şayet, Anglo-Sakson
köklerinin belirleyiciliğindeki ABD toplumu, adına siyahi veya
Afrika-Amerikalılar denilen kitlenin sosyalleşmelerini tamamlayamamış ve bu
anlamda Amerikan toplumunda sosyal olmanın dışında kalan, ‘sapkın’,
‘yalıtılmış’, ‘izole edilmiş’ unsurlar olduğunu benimsiyor ise, bu durum tek
bir polis memurunu ya da bu polis memurunun mensubu olduğu emniyet kurumunu öne
çıkartmak yerine, aksine toplumun bizatihi kendisini sorgulamayı gerektiren bir
durumdur.
Aslında tam da bu
nokta, ABD’nin kökleriyle ilgili temel bir sorunsala işaret ediyor. ABD toplumu
ve siyasal sistemi bu gerçeklikle yüzleşmek yerine, bunun üzerine inşa edilmiş
toplumsal ve siyasal yapısında, bazı ‘kara delikler’ bulmak suretiyle suçu kara
deliklere atmakla meşgul.
Akademi neyi meşrulaştırıyor?
Bunun alt
yapısının da bizzat bilerek veya bilmeyerek akademi çevrelerince
gerçekleştiriliyor olması gayet ilginç.
ABD’li polis
memurlarının ve/ya emniyet kurumunun siyahilere/Afrikalı-Amerikalılara karşı ne
denli ‘vahşice’ bir tavır ve yaklaşım içinde olduklarını göster/ebil/mek için
bazı karşılaştırmaları araştırmalar ortaya konuluyor.
Söz konusu bu karşılaştırmalı
araştırmalarda ABD’li polisler ile örneğin, bir Avrupa ülkesindeki polislerin
tavrına yönelik olgular nihayetinde karşımıza ilkindin sorunlu yapısını ortaya
koyuyor.
Aslında sorunun ya
da araştırmanın cevabı en başta belli olmasına karşın, ‘determinizmin’
inandırıcılığını ortaya koymak bir tür belirleyicilik unsuru oluyor.
Bu veya benzeri
araştırmalardaki temel hata gayet açık... Bir Avrupa toplumunda, -ki yukarıda
bahse konu olan araştırmada bir Kuzey Avrupa ülkesi seçilmiş-, ne siyahilerin
varlığı içinde bulunduğumuz dönemde niceliksel olarak benzerlik taşıyor, ne de
tastamam konunun özünü teşkil eden tarihsel ve sosyolojik gerçeklik olarak
anlamlı bir ilişki taşıyor.
Kanıksanmış kötülük
Buradan konuyla ilintili
bir başka noktaya temas etmekte yarar var. Söz konusu duruşmaya davet edilen
kişilerden biri olan Floyd’un kız arkadaşının açıklamaları...
Kızcağız, sorgulamada,
Floyd’un uyuşturucu kullandığından vs. söz etmesi sıradan bir anlatı değil.
Açıkçası bu durum, pek de haklı gerekçe gibi gözükmemekle birlikte, tam da
polisin niçin ve hangi nedenle siyahi adamın üzerine çullandığına bir sebep
teşkil ediyor. Bu noktada, kızın masumane açıklamasalarının, aslında pek de
masumane olmayan bir karara gerekçe teşkil edebileceğini hatırlatmakta yarar
var...
Tıpkı, Floyd’un
alışveriş için girdiği markette sigara için verdiği 20 Dolarlık banknotun
“sahte olduğu şüphesini taşıyan” ve ardından bu siyahi müşterinin, “uyuşturucu
bağımlısı olduğuna kanaat getiren” market sahibinin polisi aramasındaki
sebepler zinciriyle örtüşüyor.
Tabii burada bir
kriminal analiz yapıyor değilim. Ancak burada söylemek istediğim, siyasi bireyin
toplumda nasıl algılandığı konusunda sadece ‘mikro düzeyde’ değil, makro
düzeyde varlık gösteren bir yapının var olduğuna işaret etmek.
Afrikalıyı benimseyememiş Anglo-Sakson
Ateşli silahlar
kullanarak bireylerin hayatına kast etme vakalarında olduğu şekilde, ABD’li
polise “bu hakkı” veren aslında yasaların dışında, toplumsal yapının bizatihi
kendisidir.
Yapılan birkaç
araştırmada, buna dair gayet dikkat çekici veriler ortaya konuyor. Aslında bu
araştırmalar olmasa da, uzmanlar dışında da, sıradan insanların bile
sorgulayabileceği temel bir gerçeklikle karşı karşıyayız. O da silah kullanma
özgürlüğü...
ABD’de niçin
insanlar silah kullanma özgürlüğüne sahiptir? Bu “doğal insan hakları”
savunucularının gündeme getirdiği bir olgu mudur? Bunun derinlerine inmeden,
tarihsel gelişim sürecinde ABD toplumunda kendini, “ötekine” karşı koruma
güdüsünü geliştirmiş bir “Anglo-Sakson” aklının varlığı, bize sorunun cevabını
veriyor.
Ve deniyor ki,
daha “Modern ateşli silahlar yasası” ortadan yokken, -1700’lü yıllar
kastediliyor- ABD topraklarının güneyinde, yani siyahilerin/Afrika kökenlilerin
demografik yapıda gayet önemli bir temsiliyet taşıdığı bölgelerde, Anglo-Sakson
beyaz adamın uygulamaya geçirdiği ve hedefinde siyahilerin olduğu devriyeler
vardı.
Bugün, ABD’de daha
çok siyahilerin/Afrikalı Amerikalıların ve diğer ‘azınlık gruplarının’ ve hatta
yaşanan adaletsizliğe karşı çıkma eğilimindeki beyazların söylemi, Anglo-Sakson
çoğunluğun azınlıklar üzerine gizli/açık yüklendiği bir toplumsal kin olduğu
yönünde. Temelde bu söylemin de eleştiriye açık gayet önemli bir yanı var.
ABD toplumu tek
bir milletten müteşekkil toplumsal ve siyasal yapı değil. Her ne kadar
Avrupa’nın belli başlı bölgeleri başı çekse de, neredeyse eski kıtanın her
köşesinden milletlerin göçler boyunca ‘Vaad edilmiş topraklarda’ yaşam sürdüğü
ortada. Dolayısıyla, azınlıklar denilerek siyahi/Afrika kökenli Amerikalıları
ya da günümüzde Hispanikleri yani, Latin Amerikalıları ve Uzakdoğulu Asyalıları
hedef alan bir söylem, irrasyonel bir duruma işaret ediyor.
Floyd vak’ası
özelinde tartışılan husus, sadece bir polis memurunun sergilediği yaklaşım
değildir. ABD, aslında üzerinden hiç de atamadığı bir tarihsel hatanın
ceremesini çekmekle meşgul. Bu konuda adaletin tesisi, polis memuru Chauvin’e
olası hapis cezası ile gerçekleştirilemeycek kadar derinlerdedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder