Mehmet Özay 08.02.2021
Myanmar’da bir hafta önce, 1 Şubat sabahı gerçekleşen askeri darbenin ardından ülkede toplum kesimlerinin tepkiselliği ve hareketliliği göze çarpıyor.
Başta ABD ve Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası çevreler, Myanmar’da ordu yönetimine darbeye son verme çağrılarına devam ediyor.
Öte yandan, Myanmar’ın üyesi olduğu Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nden (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) gelen çelişkili açıklamalar ise bu bölgesel yapının siyasi birliğe ne denli ihtiyaç duyduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Darbe karşıtı gösteriler
Darbe günü ve ertesinde sosyal medya erişimlerini kesen ordu yönetimine yönelik kitlesel tepkilerin özellikle, hafta sonunda başlayarak birkaç gündür devam etmesi, farklı haberleşme kanallarıyla çeşitli toplum kesimlerinin darbecilere yönelik tepkiyi ortaya koymalarına neden oluyor.
Gösterilerde Ulusal Demokrasi Birliği (National League for Democracy-NLD) lideri Suu Kyi’nin posterlerine yer verilmesi, parti mekanizmasının bu gösterilerin ardında olduğunu ortaya koyuyor.
Ülkenin başkenti Nay Pyi Daw, eski başkent ve ticaret şehri Yangon ile Mandalay gibi önemli şehirlerinde kalabalıklar meydanları doldururken, ordu şu ana kadar sert bir müdahalede bulunmadı.
Bununla birlikte, bazı şehirlerde sokağa çıkma yasağı uygulamasına geçilmesi karşısında, kitleler kararlılıklarını göstermeleri halinde, ortaya şiddet içerikli bir tablonun çıkabilecektir.
Darbeye konu olan Myanmar’da halkın elektrik erişiminin bile yüzde kırklarda olması, iletişim araçlarının kısıtlılığı gibi faktörler, darbe karşıtı gösterilerin belirli şehirlerle sınırlı olacağını akla getiriyor.
Son birkaç günde ortaya çıkan gösterilere bakıldığında bu gelişmeyi önemli kılan husus, başta sağlık çalışanları olmak üzere çeşitli meslek gruplarının ve ülkenin kuzey-kuzeydoğusu’ndaki Kachin etnik yapısının da destek vermesidir.
Burada özellikle, sağlık çalışanlarının, yaşanan kovid-19 nedeniyle toplumsal görünürlüklerinin farkında olarak topluma yaptıkları çağrının karşılık bulduğunu söylemek mümkün.
Bununla birlikte, basın organlarında bazı Budist yapılarının da gösterilerde yer aldığı söylense de, bunların bireysel katılımlar olduğu, örneğin 1988 ve 2007‘deki gibi kayda değer bir çoğunlukta Budist rahipler meydanlarda yer almıyor.
En azından şu anki durumda böylesine bir gelişme yok. Ancak rahiplerin kabalık gruplar halinde meydana inmesi, sivil halkın katılımını teşvik edici bir rol oynayacaktır.
Etnik yapılar fark oluşturabilir
Söz konusu kitlesel eylemlerin devamlılık arz etmesi ve ülke genelinde ses getirmesi, biraz da sınır boylarındaki Karen, Kaçin, Shan, Chin, Mon ve Rakhine bölgelerindeki etnik yapıların da tıpkı Kachinler gibi seslerini yükseltmelerinden geçiyor.
Bununla birlikte, ortada gayet önemli bir çelişkiler ağının da olduğunu söylemek gerekiyor. ülkede var olduğu söylenen ya da en azından geçiş aşamasındaki demokratik yaşamda tek aktörün Suu Kyi olması ve gerek seçimlerin gerekse şu anda darbe sonrası sürecin bu siyasetçi merkezli yürümesi aslında demokrasinin ne denli yanlış anlaşıldığını da ortaya koyuyor.
Demokrasiye geçiş dönemi olarak adlandırılan son on yıllık dönemde, kurumsallaşmış bir yapının olmaması, ülkenin sınır boylarındaki etnik yapıların hak ve taleplerinin verilmesi konusunda büyük umutlar beslenen Panglong Konferansı’nın ve bu çerçevede kalıcı barışın gerçekleştirilememiş olması, üstüne üstlük Arakanlı Müslümanlara yönelik soykırım ile bu kitlenin ülkeden sürgün edilmelerinde, vatandaşlık haklarının kabul edilmemesinde ortaya gayet sorunlu bir demokratikleşme süreci olduğuna işaret ediyor.
Uluslararası baskılardan söz edilebilir mi?
Uluslararası çevrelerin tepkilerinin özellikle ABD’de yeni yönetimin Myanmar’a yaptırım kararı alınacağını ilân etmesinin açıkçası, sözde bir eylemden başka bir anlam ifade etmiyor.
2010 yılından yani, Barack Obama döneminden itibaren Myanmar’daki demokratikleşme sürecine destek veren ABD ekonomik yardımları devlet kurumlarından ziyade özel sektöre ve sivil toplum kurumlarına yapıyor.
Ve başta darbenin başındaki general Min Augn Hlaing olmak üzere önde gelen bazı ordu mensuplarına yönelik yaptırımlar zaten mevcut durumda.
Özellikle, 2017 yılında ülkenin Batısında Rakhine Eyaleti’nde Müslüman Arakanlılara yönelik etnik soykırımdan sorumlu tutulan bu askerlere 2019 yılında ABD tarafından yaptırımlar uygulanmaya başlandı.
Bu durumda, ABD’de Joe Biden yönetiminin yaptığı bu açıklamanın bir göz dağı vermenin ötesinde bir anlamı bulunduğunu söylemek güç.
Öte yandan, dünyanın Batı’dan ibaret olmadığını aradan geçen süreçte Myanmar yönetimi ve özellikle de ordu gayet iyi biliyor. Bu çerçevede, Batı’nın kınama ve yaptırımları karşısında ordunun Çin, İsrail, Vietnam ve Rusya gibi ülkelerle yakın ilişkisi hiç kuşku yok ki, sadece askeri ilişki ile değerlendirilemeyecek boyutlar taşıyor.
ABD yönetimi, Arakanlı Müslümanlara yönelik etnik soykırım suçlamasıyla general Hlaing’a yaptırımda bulunurken, o dönemde ve 2019 yılı Kasım ayında, den Haag’da Uluslararası Adalet Mahkemesi’ndeki yargılanmada Müslümanlara yönelik yapılanları savunan ve böylece açıkça ülke ordusuyla yan yana duran Syu Kii’ye veya NLD hükümetine yönelik herhangi bir yaptırım gündeme getirilmedi.
Bu durum, yukarıda dikkat çekildiği üzere, ülkedeki sözde demokratik yaşamında Suu Kyi’den başka ikinci bir ismin ortada bulunmaması. Batı’nın bu çerçevede karşısında muhatap olarak sadece Suu Kyi’i bulması, ona yönelik herhangi bir siyasi yaptırımın gündeme getirilmesine bile mani oluyor.
ASEAN çelişkisi aşılabilir mi?
Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) ülkelerinden gelen tepkiler ise, bölgesel birliğin arzu edilir siyasi bir yapılaşma göstermediğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Neredeyse her ülke kendi ‘reel-politiği’ çerçevesinde konuyu ele alırken, özellikle Malezya ve Endonezya’nın tutumlarının bizatihi kendi politikalarına dönüp bakmalarını gerektirecek ölçüde çelişkilerle dolu.
2008 yılı sonu 2009 yılından itibaren baş gösteren teknelerle göç hadiselerinde, binlerce Arakanlı Müslüman, deniz ve iklim özellikleri nedeniyle Endonezya’nın en batısında, Kuzey Sumatra’ya ulaşırken, kısmen karadan ancak çoğunlukla sahil bölgelerinden Malezya’ya sığınmaya çalışanlara yönelik uygulanan resmi politikalar ortada.
Malezya’nın çeşitli sektörlerde ucuz işgücü ihtiyacının gizli/açık insan tacirlerince Arakanlı Müslümanların araçsallaştırılmaları, Ramazan ayında Kuala Lumpur’un merkezinde baskınlara maruz bırakılarak sınır dışı edilmeleri, Tayland sınırında ortaya çıkarıldığı üzere karşı karşıya kaldıkları zulmün sonucu olarak toplu mezarların bulunması vb. örnekler Arakan sorununun sadece Myanmar sınırlarında konuşulamayacağını ortaya koyuyor.
ASEAN genel sekreterliği yapmış olan merhum Surin Putsiwan (2008-2012) dile getirdiği üzere, ASEAN içerisinde siyasi birlik yoluna adım atacak ve bunun mekanizmasını kuracak yeni bir yapılanmaya ihtiyaç olduğuna kuşku bulunmuyor. Batı’ya özgü liberal anlayış kabul edilmese de, bölgenin dini, kültürel ve tarihsel değerlerinden hareketle insan hakları vb. konularda yeni açılımlara ihtiyaç olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder