14 Şubat 2021 Pazar

ABD-Çin ilişkilerinde yeni döneme farklı bir bakış / A different view of the new era in US-China relations

Mehmet Özay                                                                                                                            15.02.2021

ABD’de Joe Biden yönetiminin Çin’le ilişkileri yenileme çabası içerisinde olacağına dair tahminler yapılıyor. Bu yaklaşımı destekleyecek şekilde, Asya-Pasifik bölgesindeki ülkelerin bu yönde bir talep ve beklenti içinde oldukları da biliniyor.

Bu noktada, Joe Biden-Şi Cinping arasında ilk görüşmenin, 25-28 Mayıs tarihlerinde, Singapur’da yapılacak olan Dünya Ekonomi Forumu toplantıları çerçevesinde gerçekleşme ihtimali bu iki görüşü, en azından bugünden bakıldığında, haklı çıkaracak gibi gözüküyor.

Dünyanın iki büyük ekonomi gücünü yöneten başkanların, birbirleriyle doğrudan görüşmelere başlamalarının önemli olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte, son dönemde, ABD-Çin rekabetinde görünenin ötesinde bir gerçeklik olduğu görüşüne dikkat çekmek suretiyle, olan bitene yeni bir perspektiften bakmakta yarar var.

Çin’in köklü bürokrasisi

ABD ile Çin arasında yaşanmakta olan rekabet kendini, sadece ekonomik alanda ortaya koymuyor.

Görünür bir ekonomik rekabetin olmasının doğallığı bir yana, bunun ötesinde Weberyen bir yaklaşımla ifade etmek gerekirse, bir anlam dünyası ve bunun yansıması olarak Çin’in köklü tarihsel yapılaşmasının belirleyici bir nitelik olarak ortaya çıkmakta olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Bu durum, özellikle bürokratik yapılanmada somut bir şekilde görülüyor.

Siyasi ideolojik rejim olarak komünizm, ekonomi yönetimi olarak liberal değerlere sarılmış olmasının ötesinde, Çin’i bugün yönetim mekanizmalarında dikkat çekici boyuta taşıyan ve bu anlamda ABD karşısında öne çıkaran husus, kaynağını tarihsel bütünlükten alan söz konusu bu bürokratik yapısıyla bağlantılıdır.

Bunu söylerken, daha önceki yazılarımızda dikkat çektiğimiz, Çin’in kapitalizmi bir ekonomi modeli olarak belirlemesinin ve uygulamasının, Batı kapitalizmi veya küresel kapitalizm için bir tehdit veya kapitalizm hedefinden sapma değil, aksine gayet doğal ve arzu edilir bir sürece tekabül ettiği yönündeki görüşümüzden uzaklaşmadığımızı ifade etmekte fayda var.

Bu yaklaşımla, açıkçası son beş yüzyıllık süreçte özellikle, küresel ekonomik ve ardından politik gerçekliği oluşturma konusunda bir sistem olarak kapitalizm ve onun temsilci bazı ülkelerce ortaya konulan güç yapılaşmasının, bugün için aşılabilir olmadığını hatırlatmak gerekir. Zaten Çin’i yukarıda dikkat çekilen dikotomik duruma iten, bir anlamda zorlayan da bu ekonomik gerçekliktir.

Ancak bugün gelinen noktada, özellikle Pasifik Savaşı’nın ardından kapitalizmin lokomotifi unvanını taşıyan bir ülke olarak öne çıkan ABD’de yaşanmakta olan iç sorunlar, ortaya aynı ekonomi sistemine tabi bir başka ülkenin rakip olarak çıkmasına neden olmaktadır.

Sovyetlerin hatasını tekrarlamayan Çin

Bu noktada, Sovyetler Birliği ideolojik tıkanmışlığı kadar, ekonomi yönetimindeki beceriksizliğinin sonucunu 1980’lerin sonlarında yıkım ile öderken, Çin’in aynı süreci yönetebilir olmasında, kapitalizmin bizatihi kendinde taşıdığı rasyonalite kadar, bundan ayrı olarak bazı olguların da bir dizi değişkenler olarak ele alınmasında yarar var.

Bugün, Çin denilen ülkenin ekonomik gerçekliğinin ortaya çıkmasında, önemli katkısı olan son kırk elli yıldaki yapılaşmasında dikkat çeken dönemleri genel hatlarıyla hatırlamak gerekir.

ABD yönetimi, 1970’lerin ortalarında Henry Kissinger ile Çin’in küresel ekonomik yapıya entegre sürecinin ilk adımlarını atmaya başladı. Bir sonraki süreçte, 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasını, dönemin dışişleri bakanı George Schultz ve ekibi marifetiyle yönetebilirken, yine o günlerde komünist rejimle idare edilen bir diğer ülke olan Çin’i, küresel ekonomi sistemine entegre etmeyi de başardı.

Yüzyılın başında Çin’in 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olarak kabul edilmesi, 2008 yılında küresel ekonomide Japonya’yı arkada bırakarak ikinici sıraya yükselmesi ve 2013 yılından itibaren geleneksel ve tarihsel kara ve deniz ipek yolları projelerini hayata geçirmesi, bu iki temel projeyi destekleyecek ikili ve bölgesel anlaşmalarla Orta Asya’dan, Hint Okyanusu’na ve Afrika’dan Avrupa’ya kadar geniş bir coğrafi alanı ekonomik tesiri altına alması ve nihayetinde 2020 yılı Aralık ayı ortalarında, 15 üye ülkeli Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği (Regional Comprehensive Economic Partnership-RCEP) anlaşmasının imzalamasına ön ayak olması, yeni bir kapitalist gücün ortaya çıkma sürecini oluşturmaktadır.

Çin’in kapitalizme entegrasyonu

Çin’in, bu uzun döneme yayılan küresel kapitalist düzene entegrasyonu 1976’da Mao Zedong’un vefatının hemen ardından ortaya konulmaya başlandı.

Bununla birlikte, bu süreçte sadece ABD’nin bu ülke siyasi elitini davet konusunda sergilediği gizli/açık veya yumuşak/sert baskıyı değil, aynı zamanda yukarıda dikkat çekildiği üzere, Çin’in erken imparatorluk dönemlerinden bu yana var olan, köklü devlet geleneğinin yapısallaştırıcı unsurlarının bu davete icabetteki katkısından ve etkisinden de bahsetmek mümkün.

Söz konusu bu karşılık, görünür siyasi ideolojisi komünizm olmakla birlikte, örneğin Sovyetler Birliği gibi yayılmacı, küresel bir komünist ideal, bir başka deyişle enternasyonal bir komünist düşünce ile ortaya çıkmadı.

Bazı araştırmacıların gündeme getirmeye çalıştığı gibi, yanı başındaki komşu bölge Güneydoğu Asya topraklarında, bir başka deyişle ASEAN da bile, komünist ideolojisini Sovyetlerin diğer bazı coğrafyalarda yaptığına benzer şekilde üst düzeyde bir agresif yapılaşma sergilediğini söylemek bile güç.

ABD yeni dönemi yönetebilecek mi?

Çin tarafında ekonomik kalkınma bağlamında tüm bu gelişmeler olurken, ABD tarafından Çin’in yükselişine yöneltilen eleştirilere bakıldığında, ortada farklılaşan bir eko-politik yönelimin olduğunu görülmektedir.

Çin’in Soğuk Savaş dönemindeki yıkım sürecini gayet yumuşak bir şekilde atlatması, ekonomik yapılaşmasını liberalizme kaydırma ve giderek adaptasyonu başarıyla gerçekleştirmesi, bu devlet yönetimine aynı zamanda bir güven aşıladığı da ortadadır.

Bu güvenin giderek pekiştirici bir nitelik kazanması ve bugün ABD’deki kimi çevrelerin de kabul ettiği üzere, meritokrasiyi öne çıkaran ve yukardan aşağıya bürokratik yapılanmanın kendini yoğun bir şekilde hissettirdiği bir yönetim biçimi Çin’i, ABD karşısında bir rakip konumuna taşımaktadır.

İşte bu temel yapı, Çin’in sadece ekonomide liberal değerlere sarılmış olmasıyla ve bunun küresel ticaret süreçlerine pozitif yansımasıyla açıklanmayacak bir duruma işaret etmektedir.

Bunun ardında, Max Weber’in gayet detaylı bir şekilde ortaya koyduğu bürokratik sistemin, Çin tarafından uzun bir geçmiş tecrübesi ve birikimiyle sürdürülüyor olmasında aramak gerekir. ABD yönetimini endişelendirenin de, açıkçası böylesi bir yapıyla karşı karşıya kalmak olduğunu söyleyebiliriz.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/02/14/abd-cin-iliskilerinde-yeni-doneme-farkli-bir-bakis-a-different-view-of-the-new-era-in-us-china-relations/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder