Mehmet
Özay – Kuala Lumpur 05.07.2019
Japonya’nın ev
sahipliğinde gerçekleştirilen G-20 zirvesi, son dönemde küresel ekonomideki
gelişmeleri ele alan toplantılara sahne oldu.
Küresel ekonominin iki
büyük gücü, ABD ve Çin arasında yaşanan ticaret savaşları konusunda Donald
Trump ve Şi Cinping arasında yapılan görüşme, hiç kuşku yok ki, gündemin ana
konusunu oluşturuyordu.
Zirve
ve beklentiler
Trump ve Cinping
görüşmesi, sadece iki ülke arasında ticaret rejimi alanında yaşanan
tartışmaları ve anlaşmazlıkları çözmekle sınırlı değildi.
Görünüşte böyle olsa
bile, küresel ekonomideki durgunluğu sona erdirmeye yönelik bir dizi karar
alınabileceği düşüncesiyle, toplantıya katılan diğer ülkeler başta olmak üzere,
Doğu ve Güneydoğu Asya’daki gelişmekte olan ülkelerde gözlemlendiği üzere,
genel anlamda bir beklenti doğurdu.
İki liderin yaptıkları toplantı
sonunda ortaya çıkan sonuçlar üzerinde durulmaya değer. Trump’ın, geçen Mayıs
ayının başlarında, Çin’den gelen bazı ticari ürünlere yönelik yeni vergiler uygulama
kararı, dikkatlerin Osaka’da yapılacağı duyurulan toplantılara çevrilmesine
neden olmuştu.
Bu noktada, Trump-Cinping
görüşmesi, iki ülke arasında ticari ilişkileri canlandırmaya yönelik ciddi bir adım
atılmasının beklenmediği yönünde daha önce yapılan tahminleri doğrular şekilde
gerçekleşti.
Trump’ın, Çin’e yönelik
yeni bir ticari yaptırımda bulunmayacağını açıklaması, belki de görüşmelerin en
olumlu yanını oluşturuyordu.
Ancak, bu konuda yıl
başında yapılan görüşmelerde de benzer bir kanaat hakimdi. Ve kısa bir süre
sonra, ABD tarafından Çin’den gelen çeşitli mallara ek yaptırımların
uygulanmaya başlanması iyimser beklentilerin pek de sağlam temeller üzerine
oturmadığını ortaya koyuyordu.
Trump, Osaka’da yaptığı
açıklamada yeni ticaret vergileri uygulamayacağını söylese de, şu ana kadar
uygulamaya koyduğu artırılmış vergileri indirmeyi de gündeme getirmedi.
Öte yandan, Trump’un, Çin
tarafıyla yaptığı görüşmeyi ‘mükemmel’ olarak tanımlamasına kanmamak lazım. Bu
tür ifadeler Trump’ın klasik söylemi içerisinde yer aldığından, biraz basına ve
küresel kamuoyuna görünmenin bir yolu olarak kabul etmek gerekir.
Toplantılar sonrasında
benzer bir noktaya gelinmiş olması nedeniyle, Osaka zirvesinin bu noktada
ticaret savaşlarını sona erdirme sürecine yapıcı bir katkısının olduğunu
söylemek biraz güç.
Statüko
devam edecek (mi?)
Anlaşılan o ki, taraflar,
gizli veya açık, mevcut statükonun bir şekilde devamı yönünde kararlılar. Bu
noktada, ABD tarafı arzu ettiği ticaret kurallarının Çin tarafından kabul
edilmesinde ısrarcı olmaya devam ediyor.
Çin tarafı ise, duruşunda
pek fazla değişiklik yönünde adım atma niyetinde değil. Bu durum, kimi çevreler
tarafından ileri sürüldüğü üzere, ticaret savaşlarının tam da ortasında
olunduğuna ve ortada hiç de iyimser bir atmosferin olmadığına işaret ediyor.
Bu yaklaşımı
destekleyecek bir diğer husus ise, Başkan Trump’ın dış politikada ve
uluslararası ilişkilerde sergilediği tutarsız politikalar.
Bir anlamda, hadi düşman
demeyelim, ancak rakip kabul ettiği çevreleri birden dost kabul eden ve bunu
abartılı mesajlarla duyurmaktan hoşlanan Trump’ın, kısa bir süre sonra tam aksi
istikamette mesajlarıyla gündemi birdenbire değiştirdiği ortada.
Dolayısıyla, son bir
yılda yapılan açıklamalar ve uygulamalara bakıldığında, Çin ile yaşanan ticaret
savaşlarında sürecin nasıl ilerleyeceğini konusunda kesin bir tahminde bulunmak
mümkün gözükmüyor.
Küreselleşmenin
hamisi Çin
İki başkan arasında
yapılan Osaka zirvesinde ortaya çıkan sonuç, tarafların yeni ticaret vergileri
uygulamaya koymama ve yeniden masaya oturulmasına karar vermekle sınırlı kaldı.
Bugüne kadar bu süreçte
olumlu ilerleme kaydedilememesi, Osaka zirvesi sonrasında alınan kararın
yukarıda zikredilen görüşme sürecinin devamından başka bir şey ifade etmiyor.
Burada kritik nokta, görüşmelerin nasıl ve hangi çerçevede yürütüleceğiyle
alâkalı -ki, bu konuda taraflardan herhangi bir ifade sadır olmuş değil.
ABD tarafına
bakıldığında, Çin’i kapitalizmin kurallarına tam anlamıyla uymaya zorlayan bir
ısrarın olduğu aşikâr. Çin yönetiminin bu iddiaya karşı çıkışı, ABD’nin küresel
ticaret kurallarının uygulanmasında tek başına karar mercii olamayacağı
yönünde.
Bu tabloda, ABD yönetimi,
durduğu konuma tezat teşkil edecek şekilde korumacılık vasfıyla öne çıkarken,
Çin ilginç bir şekilde küreselleşmenin hamisi kesiliyor.
Çin’in bu noktada yalnız
olmadığı da ortada. Japonya, Rusya ve Hindistan tarafından da küresel ticaret
yasalarının ve uygulamalarının tek taraflılığına yönelik eleştirel seslere
tanık olunuyor. Ve bu talepler, Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) reformunu içerek
kadar önem arz ediyor.
Trump’ın
açmazı: ulusal talepler ve küresel gerçekler
Trump’ın 2016’dan bu yana
amacı, daha seçim kampanyası döneminde ilân ettiği ABD lehine gelişen ticaret
açığını kapatmaya yönelik.
Bu konu, temelde onun seçimleri kazanmasını sağlayan
ve kendi içinde sağlam bir argüman olduğu kabul edilse de, kapitalist dünyanın
diğer üye ülkelerinin temsilcileri Trump’ın bu çıkışını, ekonomide içe
kapanmacı bir yönelim sergilemekle eleştiriyorlar.
G-20’ye ev sahipliği
yapan Japonya başbakanı Şinzo Abe, iki günlük toplantıların ardından, yaşanan
ticaret savaşlarının büyük etkisiyle küresel ticaretin devamlılığının önemine
vurgu yapıyordu.
Gelinen bu noktaya
rağmen, ABD’nin kendi kurduğu kapitalist sistemden vazgeçmesi mümkün değil.
Bugün olan biten ise, göreceli olarak belki de en çok ABD’yi etkilediği
anlaşılan sistemde baş gösteren bozulmanın nasıl düzeltilebileceğine dair
politikalar üretmekle bağlantılı.
https://www.dunyabulteni.net/makale-yorum-1/japonyadaki-g-20-toplantilarinda-statuko-mu-degisim-mi-tartismalari-h444700.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder