Mehmet Özay 30.06.2019
foto:kxan.com |
28-29 Haziran günlerinde Japonya’da gerçekleştirilen G-20 zirvesindeki
görüşmelerin önemine kuşku olmasa da, ABD Başkanı Donald Trump’ın zirve
sırasında Kuzey Kore’yi ziyaret edebileceği yönündeki mesajı en önemli
gelişmelerden biri oldu.
Amerikan başkanının Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile hem de Kuzey Kore
ve Güney Kore sınırında görüşebileceğini açıklamasının ardından gözler Osaka’daki
zirvenin yerine bir anda Kore Yarımadası’na çevrildi.
Trump’ın Kuzey Kore devlet başkanı Kim Jung-un’la görüşme mesajı, sadece
Kore Yarımadası özelinde değerlendirmek yerine, 2020 yılında ABD’de yapılacak
seçimlere yönelik kamuoyu oluşturma politikası çerçevesinde ele alınmayı hak
ediyor.
G-20 ve küresel
ekonomi
G-20 zirvesinde, konu kuşkusuz ki küresel ekonomiydi. Bu anlamda, dünya
çapında makro düzeyde yaşanan sorunların ötesinde, bir yandan bu sorunları
tetikleyen ve daha da derinleşmesine neden olan ABD-Çin arasındaki ticaret
savaşlarında tarafların iyi niyet gösterilerine rağmen, olumlu adımlar atılamaması
sürecin yavaş ilerlemesine neden oluyor.
Bu nedenle, zirvenin arzu edilen sonuçları doğurup doğurmadığı veya bu
yönde yakın gelecekte olumlu adımların atılmasına yol açıp açmayacağı konusu
belirsizliğini koruyor.
Trump’tan
tarihi ziyaret
Trump’ın mesajına Kuzey Kore’den olumlu yanıt gelmesinin ardından bugün
yani, Pazar günü Panmunjom’da iki liderin buluşması, taraflar arasında böylesi
bir görüşme yönünde beklenti ve hatta öncesinde bir görüş alışverişi olduğu
şeklinde bir düşünceyi akla getiriyor.
Viet Nam’da yapılan ve sonuçları itibarıyla başarısız olarak değerlendirilen
ikinci görüşme sonrasında bile, Kim Jong-un’un diyalog kapısını açık bıraktığı
hatırlandığında Amerikan ve Kuzey Kore yönetimleri arasında sürecin devam
ettiğini ortaya koyuyor.
Bugün gerçekleşen görüşmenin tarihi bir gelişme olduğuna kuşku yok. Bu
önem, sadece bir ABD başkanının ilk defa Kuzey Kore topraklarına ayak
basmasıyla bağlantılı değil.
Bunun ötesinde, Kore Savaşı’nın 27 Temmuz 1953 tarihinde ateşkesle
sonuçlanmasına rağmen, iki tarafın yani, Kuzey ve Güney Kore’nin masa üzerinde
halen savaş halinde olduğu kabul edildiğinde bu ziyaretle Trump’ın bir savaş
bölgesine adım attığı anlamına geliyor.
Daha önceki süreçlerde Kuzey ve Güney Kore liderlerinin buluşmalarına
konu olan bir teritoride, bugün küresel anlamda önemi olan bir görüşmeye tanık
olundu.
Hedef 2020
seçimleri mi?
ABD kamuoyunun, ticaret savaşları özelinde geçen ve pek de ilerleme
kaydedilemeyen Osaka’daki zirve görüşmelerinden mi, yoksa Trump’ın Kuzey Kore toprağına
ayak basmasından mı etkilendiği sorulabilir.
Hiç kuşku yok ki, verilen mesaj açısından değerlendirildiğinde, Trump-Kim
görüşmesinin G-20 görüşmelerinin önüne geçtiğini söylenebilir.
Trump’ın acil verilmiş bir karar gibi gözüken twitter mesajının ardından
gelen bu buluşma, Kore Yarımadası politikaları dışında, ABD’de 2020 seçimlerine
yönelik bir dış politika atağı olduğu konusu gündemde yer ediyor.
Trump iktidara geldiği 2016 yılından bu yana, ulusal ve küresel
kamuoyunda güven tesis etmeyen/edemeyen ve bu anlamda itibar edilmeyen bir
lider olarak kabul edildiğini söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Bununla birlikte, iç kamuoyunda Trump’a yönelik Cumhuriyetçilerin kayda
değer bir desteğe sahip olduklarını da unutmamak gerekir. Bu noktada, her ABD
başkanı gibi onun da ikinci dönem seçilme konusundaki siyasi arzusu olduğu
gözlerden uzak tutulacak gibi değil.
Trump’ın amacı, ülke içerisinde en azından sahip olduğu bu Cumhuriyetçi
desteği devamlı kılmak ve mümkünse artırmaktır.
Bunun da yolu, bugüne kadar gözlemlendiği üzere iç politikada, örneğin
içe kapanmacı olarak vasıflandırılan politikalarla -velev ki küresel ekonomi ve
ticari ilişkilerine ve anlaşmalarına muhalif te olsa-, Amerikan orta sınıf
ve/ya üretici sınıfının önünü açacak politikaları hayata geçirmektir.
Bunların yanı sıra, uluslararası arenada yeni hamle veya hamlelerle bu
konuda uygulamakta olduğu siyasetine destek sağlama ve kanıtlama uğraşındadır.
Trump’ın, ABD’yi örneğin Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA)
örneğinde olduğu gibi, küresel ticaret ve ekonomi ilişkilerinde içe kapanmacı
bir sürece taşımasıyla değil, aynı zamanda iklim değişikliği, nükleer
anlaşmalar vb. daha önce yapılmış ve bağlayıcılığı olan uluslararası anlaşmalardan
çekmesi, dış politikada içe kapanmacılığın göstergelerini oluşturmaktadır.
Bu gelişmelerin aksine olacak şekilde, Trump’ın Kore Yarımadası’nı
nükleer tehlikeden arındırma yönünde bir süredir gayret gösterdiği ortada. Önce
tehditle ve neredeyse Yarımada’da bir savaşa giden süreçte, belki de öngörülemeyen
bir manevra ile Kuzey Kore lideri ile görüşmesinin, ABD seçmeni üzerinde olumlu
bir etkisi olduğu düşünülebilir.
Özellikle de ABD ve ABD’nin bölgedeki müttefiklerini olası aktif bir
tehditten kurtarma adına bir tehlikeden
hiç kuşku yok ki, ABD seçmeninde bir şekilde olumlu bulacaktır.
Tabii bunları söylerken, Trump yönetiminin Kore Yarımadası politikasının
salt ABD dışişlerinin bir ‘başarısı’ olarak düşünmek yanlış olur. Yukarıda
değinildiği üzere, Yarımada’da Soğuk Savaş durumunun aşılmasında ve/ya bir sıcak
savaşın eşiğinden dönülmesinde ise Güney Kore lideri Moon Jae-in’in katkısı göz
ardı edilemez.
Trump’ın bölgede güç dengesini ABD lehine çevirme ve bu anlamda yeniden
dizayn etme yönünde gözü kara politikaları hatırlandığında, Güney Kore’nin
Yarımada’da barış görüşmelerini önceleyecek girişimi başlatan taraf olduğu
unutulmamalıdır.
Trump’ın Kore Yarımadası politikasında şu ana kadarki uygulamaları
dikkate alındığında, Kim ile önce Singapur’da büyük umutlarla başlayan,
ardından Viet Nam’da devam ettirilmeye çalışılan ve bugün Kuzey Kore-Güney Kore
sınırındaki buluşma ile uluslararası politikada önüne çıkan fırsatları
değerlendirebilmeyi öğrenmekte olduğuyla açıklanabilir.