Mehmet
Özay 9 Haziran 2019
foto: foreingbrief.com |
Singapur bu ayın başında,
Shangri La diyalog toplantılarının 18.sine ev sahipliği yaptı. Küresel güvenlik
işbirliği zirvesi olarak anılan toplantılar 40 ülkeden, başta savunma bakanları
olmak üzere üst düzey delegelerin katıldığı toplantılarda dünya güvenlik gündemini
meşgul eden konular ele alındı.
İçinde bulunduğumuz
yüzyıla “Asya yüzyılı” adını veren düşünce yapısının veya küresel aklın, bunun
içeriğini doldurabileceği mekânlardan belki de en cazibe merkezi olan
Singapur’u toplantı merkezi olarak seçmesi bir rastlantı değil. Ve bu anlamda,
bugün 18.cisi gerçekleştirilen toplantıların anlamlı bir gelenek oluşturduğu
söylenebilir.
Toplantıların bir Ada
ülkesi olan Singapur’da gerçekleştirilmesi, başbakanı Lee Hsien Lhoong’un da
dikkat çektiği üzere, dünya devleri karşısında küresel güç olmayan küçük
devletlerin neler yapabileceğine dair bir örnek teşkil ediyor.
Güvenlik
tehdidi artışı
Toplantıların yapıldığı Ada
devleti Singapur’dan hareketle, görüşmelere konu olan sorunların başında Kore
Yarımadası’nda nükleer tehdit ve Güney Çin Denizi’nde teritoryal haklar gibi
konular geldiğine kuşku yok.
Bununla birlikte, Hint
Okyanusu, Arap Yarımadası, Doğu Akdeniz, Doğu Avrupa ve NATO şemsiyesi
altındaki Avrupa ile son dönemde İran üzerinde yeniden belirginleşmeye başlayan
baskılar gibi çeşitli bölgelerdeki irili ufaklı güvenlik konuları da gündemde
yer aldı.
Bu çerçevede, ilgili
ülkeleri ve bölgesel yapıları tehdit algısı ile yaşamaya ve bunun zorunlu bir
sonucu olarak silahlanmaya zorlayan ise, uluslararası sisteme hakim kayda değer
belirsizlik ve kırılganlığa dikkat çekiliyor.
Örneğin, Avrupa Birliği
gibi, barış ve güvenliği tesis ettiği kanaati oluşturan ve bu değerleri dünyada
farklı bölgele ihraç etme çabası sergileyen yapının bile, son dönem gelişmeler
çerçevesinde köklü NATO çatısı bünyesinde yeni bir askeri yapılanmaya zorlanıyor.
ABD’de Donald Trump yönetiminin
NATO üyesi ülkelere bu konuda yaptığı baskıya en son örnek, savunma bakanlığı
görevini vekaleten yürüten Patrick Shanahan’ın Singapur’daki toplantılarda
yaptığı açıklama oldu. Shanahan, Asya’dan Avrupa’ya kadar ABD müttefiklerinin
savunma harcamalarında üzerlerine düşeni yapmaları konusundaki çıkışı, belki de
en çok AB’yi ilgilendiriyor.
Bu anlamda önümüzdeki
dönemde 288 milyar Dolar ile 357 milyar Dolara karşılık geleceği belirtilen
askeri alt yapı artırımı beklentisi tehdit algısının boyutlarını göstermesi
bakımından oldukça önemli.
Toplantıların bir diğer
önemi, söz konusu bu kırılganlıktan doğan sancılı bir dönemden geçtiğine kuşku
olmayan dünya düzeninin, başta güvenlik eksenli olmak üzere yeniden nasıl yapılandırılabileceği
üzerinde çeşitli görüşlerin ortaya konmasına imkân tanımasıdır.
Bu konuda, özellikle
Singapur başbakanı Lee Hsien Lhoong’ın açılış konuşmasında dile getirdiği bazı
hususlara aşağıda kısaca değineceğim.
Soğuk
Savaş sonrası huzur ihtimali
Soğuk Savaş’ın sona
ermesiyle dünyanın diğer bölgeleri gibi Doğu ve Güneydoğu Asya’ya barış ve
huzur geleceği yönündeki olumlu atmosfer, giderek yerini risklerle dolu zorlu
bir sürece bıraktığı konusunda ortak bir kanaat hakim.
Soğuk Savaş döneminin
bitmesiyle birlikte küreselleşme düşüncesinin sadece akademi dünyasında değil,
pratikte ulusal ve bölgesel bağlamları ile uluslarötesi kurumlar boyutunda bir
imkân olarak ortaya konmasından pek fazla süre geçmemiş olmasına karşılık,
bugün tehdit algısındaki artış gündemi belirliyor.
Öyle ki, artık Soğuk
Savaş yıllarının geleneksel meydan okumaları ve tehditleriyle kalmayan, üstüne
üstlük iklim değişikliğinden siber teknoloji gibi yeni ve/ya bir başka
adlandırmayla geleneksel olmayan tehdit yapılarının ortaya çıkması, kendini sadece
küresel güç olarak gören ülkeleri değil, dünya kamuoyunu doğrudan bağlayıcı bir
nitelik arz ediyor.
Singapur
faktörü
Shangri La
toplantılarının açılış konuşmasını yapan Singapur başbakanı Lee Hsien, içinde
bulunduğumuz dönemi ele alırken rasyonel bir şekilde ortaya koyduğu tarihi
referanslarla günümüz aktörlerinin ortak barış ve kalkınma hedefiyle ne tür
politikalar izlemeleri gerektiğine dikkat çekti.
Başbakan, bu söylemi ile
aynı zamanda bu bölgenin, yani Güneydoğu Asya’nın küresel barış ve kalkınma
için niçin bu denli önemli olduğunu da kanıtlama iddiası taşıyordu.
Bu anlamda, Başbakanın
belirttiği üzere toplantıların Singapur’da gerçekleştirilmesi, dünya devleri
karşısında küresel güç olmayan küçük devletlerin neler yapabileceğine dair bir
örnek olmasıyla da önemliydi.
Lee Hsien, toprağı bol
olsun babası Lee Kuan Yew’ı aratmayacak şekilde günümüz küresel sorunlarının
odağındaki iki ülke yani, ABD ve Çin ilişkilerini ve bunun neden olduğu küresel
yansımaları değerlendirirken oldukça eleştirel bir dil kullanması dikkat çekicidir.
Yukarıda zikredilen ve
temelde teritoryal egemenlik sahaları üzerindeki anlaşmazlıklar, nükleer güç
tehditleri gibi alanlarla birlikte, ABD-Çin arasında aktif olarak neredeyse bir
yıla varan ticaret savaşları da, güvenlik şemsiyesi altında yer alan ve/ya
doğrudan ilintili parametrelerden biri olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
Tek
kutupluluktan çok kutupluluğa
Başbakan Lee Hsien’in
konuşmasında tek kutupluluk ile çift kutupluluk ikileminden öte, çok kutupluluk
söylemini dillendirmesi aslında, söz konusu bu iki gücün dünyadaki farklı güç
alanlarıyla ilişkilerini yapılandırması konusunda kayda değer bir öneri anlamı
taşıyordu.
Bu anlamda, Lee Hsien
küresel aktörleri salt ABD ve Çin ile sınırlandırmıyor. Aksine bunlara Japonya
ve Avrupa Birliği gibi iki önemli ekonomi bloğunu da ekleyerek küresel ekonomi
ve güvenlik bağlamlarında çoklu aktör teorisi diyebileceğimiz bir bakış açısını
dile getiriyor.
Bu çerçevede, askeri
riskleri minimalize edecek ve küresel ekonominin sürdürülebilir gelişmesine
olanak tanıyacak ekonomi birlikleri hakkındaki görüş yine dile getirildi. ABD’de
Barack Obama döneminin ürünü olan Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA), 2016’dan
itibaren Donald Trump eliyle sonlandırılırken, başta Singapur ve Japonya olmak
üzere küresel ekonominin belirlediği koşullarda önemli aktörler olarak öne
çıkan ülkelerin TPPA’yı yeni bir yapılandırmayla hayata geçirme projesi halen
potansiyel bir değer olarak ortada duruyor.
Trump yönetimi siyasi
çabasının büyük bir bölümünü, içinde ekonomi ve ticaret alanı kadar, Güney Çin
Denizi örneğinde olduğu gibi çeşitli küresel suyolları üzerinde bazı ülkelerin
egemenlik iddiasında bulunması nedeniyle ulusal güvenliğini tehdit eden
unsurlarla mücadeleye adarken, son üç yılda gelinen noktada küresel tehdit
algısının ABD’den başlayarak genişleme gösterdiği de bir gerçek.
Bu gelişmenin neden
olabileceği olumsuzlukların önünü almaya yönelik olarak Başbakan Lee, ABD ve
Çin’e düşen sorumlulukları hatırlatırken, küresel ekonominin bölünmüş bir yapı
sergilemesinin tüm ülkeleri etkileyecek bir felaket olarak değerlendiriyor.
Sorunlara
gerçekçi yaklaşım
Kimileri, Singapur
başbakanının bu söylemini büyük çaplı teritoryal anlaşmazlıklara konu olmayan,
küçük bir Ada ülkesinin pembe rüyalar görmesi şeklinde değerlendirebilir.
Ancak unutulmaması
gereken bir husus var ki, sömürgecilik süreçlerinin önemli bir aşamasında, 1819
yılında atıl bir balıkçı köyünden küresel sermayenin önemli saç ayaklarından
biri haline gelmeye başlayan Singapur Adası’nın salt kendinden ibaret bir
siyaset ve ekonomiden ibaret değil.
Bağımsızlıktan yakın
geçmişe kadar Lee Kuan Yew gibi bir zekânın oluşturduğu siyaset ve ekonomi
yapılaşması, Ada toplumunu kendi ayakları üzerinde durmasını sağlarken, Çin’den
ABD’ye ve Avrupa Birliği’ne kadar çeşitli ülke siyasetçilerini küresel barış ve
ekonomik işbirliğine davette önemli yol haritası çizdiğini unutmamak gerekir.
Bu bağlamda, Singapur küçük
bir ülke olsa da, küresel aktörlere hitap edebilecek entelektüel ve bilimsel
kapasitesi ve tarihsel hafızası olan bir ülke olduğu unutulmamalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder