Mehmet
Özay 30.04.2019
foto:straitstimes.com |
Hızlı sayım yöntemine
göre Jokowi ve yardımcısı Amin Ma’ruf oyların yaklaşık yüzde 55’ini alarak
seçimi önde bitirdi. Kesin sonuçların 22 Mayıs’ta açıklanacağı ilân edilmesine
rağmen, bazı itirazlar gündeme getirilse de, daha önceki seçimlerde de sağlıklı
bir şekilde sınandığı üzere, hızlı sayım yöntemiyle ortaya çıkan bugünkü
sonucun değişmesi beklenmiyor.
Bu seçimde, iki başkan
adayı ve bunları destekleyen partilerin oluşturduğu koalisyon bloklarına
bakıldığında, 2014 yılının bir tekrarı olduğunu söylemek mümkün. 2014 yılında
da Jokowi ve eski general Prabowo Subianto aday olmuş ve seçimi Jokowi
kazanmıştı.
Prabowo
ve destekçileri
2016 yılından itibaren
ülke siyasal ve toplumsal yaşamına bakıldığında, kimi çevreler farklı bir
sonucun ortaya çıkacağını tahmin ediyordu. Ancak Prabowo ve onu destekleyen
çevrelerin ortaya koydukları tüm argümanlara karşın, iktidardaki başkan yine
koltuğa oturma hakkını elde etti.
Geçen üç yıl zarfında
siyaset dilinin daha çok dini bağlama oturması önemli bir husustu. Kahir
ekseriyeti Müslüman olan bir toplumda siyasi partilerin ve başkan adaylarının Müslümanların
hassasiyetlerini dikkate almaları, hiç kuşku yok ki, ülkenin toplumsal
gerçekliğiyle örtüşüyor. Ve dinin siyasette ve siyasal kurumlarda
görünürlüğünün anlaşılabilir yanı olması da gayet doğal.
Son dönemde, mevcut
başkana ve bazı uygulamalarına karşı geliştirilen tepkisel çıkışları, ülkenin
seküler temeller üzerine inşa edilmiş olmasıyla birlikte değerlendirilmelidir.
Bu noktada, eleştiri
getiren çevrelerin İslami hassasiyetlerle hareket ettiği ileri sürülse de, ülke
siyasal yaşamındaki ilişkilerin griftliği nedeniyle her şeyin pek de göründüğü
gibi olmadığını ileri sürebiliriz.
Örneğin, bu çevrelerin
kendilerine, Prabowo Subianto gibi insan haklarından sorumlu tutulmuş eski bir
general ve ultra milliyetçi tezlere sahip bir siyasetçiyi lider olarak
belirlemeleri oldukça sorunlu bir duruma işaret ediyor.
Ulusal
siyasette dönüm noktası
Seçimin sona ermesi
nedeniyle, ülkede siyasal yaşamın nereden nereye evrildiği veya evrilemediği
konusunu kısaca ele almakta fayda var. Bu çerçevede, Endonezya siyasetinin son
yirmi yılı üzerinden bir değerlendirme yapılabilir. Bu dönemlendirme, bizatihi
kendi başına önem taşıyor.
Öyle ki, 30 Eylül 1965
tarihindeki darbeden itibaren general Suharto’nun üniformasını çıkartıp sivil
bir siyasetçi olarak 1998 yılı Mayıs ayına kadar kesintisiz olarak ülkeyi
yönetmesinin sona ermesiyle başlıyor. Bu uzun dönemi özetleyebilecek iki
olgudan bahsedilebilir. İlki, ekonomik kalkınma, ikincisi siyasal ve toplumsal
alanda sınırlı özgürlükler alanının oluşturulması.
Bu dönemde, ülkenin
ekonomik anlamda kalkınma sürecine konu olması, temelde Suharto’nun başarısı
olarak gösterilmesi ve bu anlamda bu başkanın ‘Kalkınmanın babası’ unvanıyla
anılıyor olması, Asya-Pasifik’te ve özelde Güneydoğu Asya ülkelerinde 1980’li
ve 1990’lı yıllarda yaygın olarak görülen ekonomik modernleşmeden bağımsız ele
alınamaz.
Öte yandan, siyasi ve
sivil özgürlükler noktasında yaşanan kısıtlılıklar, ülkede Müslüman kitlelerin
kendilerini temsil edebileceği siyasi partilerin de sınırlandırılması anlamı taşıyordu.
1997 yılına gelindiğinde,
bölgedeki diğer ülkeleri de etkileyen Güneydoğu Asya mali krizinin de
tetiklemesiyle artan toplumsal talepler neticesinde iktidarda değişimi zorunlu
kılarken, bu süreç adı bugüne kadar reform olarak anılan sürecin de başlaması
anlamı taşıyor.
Suharto’nun 1998 Mayıs
ayında görevi bırakmasının ardından birbiri ardına kurulan siyasi partiler
toplumsal bağlamda bir talep zenginliği olarak kabul edilebileceği gibi, bir
tür parti enflasyonu olarak da adlandırılabilir.
Bu süreçte, 1999 yılı
seçimlerine, kayıtlı 148 partiden 48’i katılma hakkı elde ederken, bunlardan
önemli bir bölümünü kendilerini İslami hassasiyetlerle değerlendirdiği
anlaşılan grupların inisiyatifiyle kurulan partiler oluşturuyordu.
Cava
ulusal siyasette egemen
İşte tam da bu noktada, bu
dönemde Endonezya siyasetinde neler olup bittiğinin anlaşılması gerekiyor. 1999
yılındaki seçimden başlayarak, eski ordu mensubu ve/ya ortanın sağında kabul
edilen, bir diğer deyişle Cava milliyetçiliği unsurlarını üstünde taşıyan
adaylar siyasal yaşama egemen konumdalar.
Geniş bir coğrafyaya
sahip ülkede, ulusal siyaset belli bir coğrafi merkez etrafında yapılandırılırken,
başkan adayları ve başkanlar özelinde bakıldığında, siyasal mücadele de
neredeyse tamamen bu bölgeden çıkan aktörler arasında geçiyor.
1998 sonrasında Megawati
hükümetinde ulusal güvenlik bakanlığında rol alan Susilo Bambang Yudhoyono’yu
2004 yılında Megawati’ye karşı başkan adayı olarak gördük.
2009 yılında Yudhoyono
bir kez daha başkan adayı olurken, Megawati özel kuvvetler özel komutanı
Prabowo, iş adamı ve Golkar eski başkanı Yusuf Kalla ise Wiranto ile başkanlık
yarışına girdi.
2009 seçimlerine
Megawati’nin başkan yardımcısı adayı olarak giren Prabowo 2014 ve 2019
seçimlerinde başkan adayı olurken, rakibi 2012 yılında kendi partisinin de
Cakarta valiliği için desteklediği Jokowi’ydi. 17 Nisan 2019’daki seçimde de bu
ikiliyi yine yarışta gördük.
Bir tür sistematik
ilişkiyi ortaya koyan bu süreç, ordunun şu veya bu şekilde ulusla siyasette yer
alma arzusunun bir yansıması olarak değerlendirilmek için kafi.
Reform
ama nasıl?
Reform dönemi olarak
adlandırılan son yirmi yıllık süreçte, bazı toplumsal kesimler siyasal yaşama
dahil olmakla birlikte, siyasal ve toplumsal dönüşüm için dayanak noktası olacak
sürdürülebilir bir siyasi ideolojinin ortaya çıkmaması, kuşkusuz ki temel bir
handikap.
1999-2004 yılları
arasında önce merhum Abdurrahman Wahid’in iki yıl, ardından Megawati
Sukarnoputri’nin üç yıl süren başkanlıkları reform sürecinin yönelimine dair
bir fikir veriyor.
Wahid’e yönelik, bir
anlamda iç darbe ile başkanlık koltuğu Megawati’ye kalırken, reformculuğu
sadece Suharto’nun yerinden edilmesine odaklamış bir siyasi partiyi iş başına
getirmesi, ibrenin reformcu yönelimden içe kapanmacılığa döndüğüne işaret
ediyordu.
Suharto sonrası bu ilk
tecrübenin başarısızlığı askerleri teşvik etmiş olmalı ki, yukarıda dile
getirildiği üzere birbiri ardına emekli askerler siyasal hayatta boy gösterdi.
Bu noktada, geçmişte ordu
içerisinde rol alan, emeklilikleriyle siyasal yaşama geçen eski askerlerin başını
çektikleri partilerin gerçek bir reform yanlısı olup olmadıkları ve kayda değer
öneriler sunup sunmadıkları meselesi de önemlidir.
2004 ve 2009 seçimlerini
kazanarak on yıl boyunca ülkeyi yöneten Susilo Bambang Yudhoyono’nun Demokrat
Partisi geniş kamuoyu için bir umut olurken, ikinci döneminde arzu edilen
gelişmeyi gerçekleştiremedi.
2005 yılında Açe’de barış
anlaşmasının imzalanmasında rolü ile küresel gündemde yer edinen Yudhoyono
hükümeti, önemli bakanlarının sonra yolsuzluklara bulaşması ile geniş
kamuoyundaki cazibesini giderek yitirmiş ve ardından küçülen bir parti oldu.
Diğerleri ile
kıyaslandığında sivilleşmeye daha yakın duran, uluslararası çevrelerle
ilişkilere açık tutum sergileyen Yudhoyono özellikle, ikinci dönem başkanlığı
sürecinde beklenen değişimleri sergileyemezken, diğer asker kökenlilerin olası
başkanlıkları döneminde süreci nasıl yönetecekleri gayet tabii ki şüpheyle
karşılanıyordu.
Yudhoyono’nun on yıllık
başkanlığının ardından, Prabowo adının başkan adayı olarak gündeme gelmesi, sürecin
yine asker emekliler üzerinden yürütüleceğine gönderme yapıyordu. Bu anlamda, birbirlerini
yakinen tanıyan Doğu Cava kökenli siyasal elit arasındaki stratejik rekabet
siyasal güç merkezinde kimin oturacağını belirliyor.
Jokowi
sürprizi
Bu noktada, Megawati’nin
başında bulunduğu Endonezya Mücadeleci Demokrasi Partisi (PDI-P) ile Büyük
Endonezya Partisi (Gerindra) tarafından desteklenerek Cakarta valiliğine
getirilen Jokowi’nin daha görev süresi dolmadan 2014 seçimlerine başkan adayı
olarak çıkartılması bir sürpriz oldu.
Bu hamle, artık başkan
olma şansı kalmayan Megawati’nin ve giderek eriyen PDI-P’nin siyasi varlığının
devamı olarak hayati öneme sahipti. Ve Megawati, bu hamlede başarılı olduğunu
her iki seçimi de Jokowi’nin kazanmasıyla kanıtlanmış oldu.
Tüm bu bağlamlar
içerisinde, 2012’den bu yana merkez siyasette yer alan Jokowi’nin ne tür bir
siyasal eğilim içerisinde olduğu sorusu önemli. Söylenmesi gereken ilk şey,
Jokowi’nin bir ideolog olmadığıdır.
Halka yakın duruşu, temiz
toplum özlemini dillendiren bir siyasetçi olarak Jokowi, kendi kadrolarını
kurabilecek bir lider değil. Politikaları arasında yolsuzluklara çare bulabilme,
bazı yapısal değişimleri mevcut insan kalitesiyle gerçekleştirme hedefi, onu
halk nezdinde kabul edilebilir kılmaya yetiyor. Büyük söylemler peşinde
olmaması da, onu PDI-P ve bu partiye destek veren siyasi elitin
yönlendiriciliğine açık hale getirebiliyor.
Son yirmi yıla damgasını
vuran ve Doğu Cava eliti arasındaki siyasi rekabet bağlamında geçen ‘reform’
sürecine müdahil olamayan, dışardan bakıldığında İslami hassasiyetlerle hareket
ettiği intibaı veren partilerin nasıl bir işlev üstlendikleri konusu üzerinde
düşünmeye değer bir husus.
https://www.dunyabulteni.net/dosya/endonezyada-secimler-ve-siyasal-aktorler-mehmet-ozay-h441662.html
https://www.dunyabulteni.net/dosya/endonezyada-secimler-ve-siyasal-aktorler-mehmet-ozay-h441662.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder