Mehmet Özay 04.04.2019
foto:en.tempo.co |
Endonezya’da 17 Nisan’da
yapılacak başkanlık ve parlamento seçimleri yaklaşırken, iki başkan adayı ve
yardımcılarını televizyon kanalında canlı yayında buluşturan programlardan
dördüncüsü geçen hafta yapıldı.
Bu sefer, halen başkanlık
görevini sürdüren Joko Widodo (Jokowi) ile muhalefetin alternatif aday olarak
öne çıkardığı Prabowo Subianto kamuoyu önünde kozlarını paylaştı.
İdeolojik tartışma zemininde adaylar
Gündemde yönetim, güvenlik,
dış politika gibi gayet önemli konular olmasına rağmen, tartışmaya ve sonrasına
damgasını vuran ise hiç kuşku yok ki tarafların kendilerine yönelik ideolojik
temelli iddialara yanıtları oldu.
Bu ideolojik bağlamın yanı
sıra, bugüne kadar her iki adayın destekçisi olduğu söylenen kesimlerin öteki
başkanla ilgili gündeme taşıdığı söylem ve iddiaların her iki başkan tarafından
yalanlanmış olması da bir o kadar önemliydi.
Bu iddialar neydi diye
baktığımızda, iki temel argümanın öne çıktığı görülüyor. İlki Jokowi için ileri
sürülen ‘komünist’, ikincisi ise Prabowo için söylenen İslamcı, hatta ve hatta
halifeci olduğudur.
Bu iki kavramın, geniş seçmen
kitlesini etkileyebilecek öneme sahip olduğuna kuşku yok.
Ancak iddiaların her iki
başkan tarafından da benimsenmek bir yana, üzerlerine iliştirilmeye çalışılan
birer olumsuzluk olarak gündeme taşımaları siyasetçiler ile destekçileri
arasındaki farkın ne denli açık olduğunu ortaya koyuyor.
Jokowi’nin halkçı duruşu
Jokowiyi, komünistlikle
suçlama eğiliminde olanların ne türden politikalarını ve söylemlerini kanıt
olarak gösterdikleri meçhul.
Son beş yıllık temel
politikalarına baktığınızda karşımıza ülkenin birikmiş alt yapı sorunlarını
çözmeye yönelik projeleri gündeme taşıyan bir başkan görüyorsunuz.
Burada, ülkenin seküler bir
nizam üzerine temellenmesinin getirdiği özelliklerden hareketle, Jokowi’yi sekülerci
olarak addetmek mümkün olabilir, ancak komünistlik gibi uç bir ideoloji ile
örtüştürmek pek makul gözükmüyor.
Şayet iddia, Jokowi’nin
Müslümanlığını gündelik pratiklerine yansıtmayan bir lider olmasına
dayandırılıyor ise, bunun sorgulanabilir bir yanı olmadığı gibi, bu lideri
iddia edilen ideolojik kampa yerleştirmek için de yeter sebep değil.
Kaldı ki, -kamuoyu
yoklamalarının güvenilirliğinin sorgulandığını unutmamakla beraber-, geçen yıl
yapılan bir kamuoyu yoklamasında başkan adayları arasında dindarlığı ile öne
çıkan Prabowo değil, Jokowi olmuş ve bu hususu o dönemki yazımızda
paylaşmıştım.
Jokowi hükümetinin Çin’le
yakınlaşma eğiliminde olmasının, komünistlikle bir ilişkiye bağlandırılması
çabasına haklı bir gerekçe olmaktan uzak.
Öyle ki, Çin’in mevcut siyasi
ideolojisini ithal eden bir ülke olmadığı, aksine küresel kapitalizmin çarkının
içine önemli ölçüde çekilmiş bir ekonomik düzeni temsil ettiği aşikârdır.
Hal böyleyken, Jokowi
hükümetinin yakınlaşmasını, tıpkı diğer ülkeler gibi, mevcut ekonomik
kazanımlarından pragmatik olarak faydalanmayla izah edilmesi çok daha rasyonal
bir tutum olacaktır.
Bunlara ilâve olarak Jokowi’nin
halka yakın durması onu ‘halkçı başkan’ statüsüne çıkarması, siyasi bir
tavırdan öte geldiği toplumsal kesimle ilintilidir. Yoksul kesimlerin yanında
duran bir yaklaşım sergilemesi, başkan Jokowi’yi doğrudan sol ideolojiyle
bağlantılandırmaya yetmeyecek bir niteliktir.
Bu bağlamda, toplumsal
katmanlar özelinde dikkat çekmek gerekirse, ülkenin ekonomik anlamda aşağı ve
orta-aşağı katmanlarına yakın duran bir tavrın, kahir ekseriyeti Müslüman olan
ülkede Müslümanları memnun etmesi doğal bir sonuç olarak görülmeye daha yatkın
olsa gerek.
Prabowo’dan varoluşsal çıkış
Prabowo kendisine yöneltilen
halifelik yanlısı olduğu iddiasına oldukça ilginç ve bir anlamda varoluşsal bir
karşılık vererek yadsıdığını ortaya koydu. Hıristiyan bir anneden doğduğunu
hatırlatarak, halifelik gibi salt dini değil dini-siyasi bir bağlama kendisinin
oturtulmayacağının kanıtı olarak sundu.
Bu iddiayı çürütmeye yönelik
olarak gündeme getirdiği ikinci dayanak noktası ülkenin ideolojik temelini
oluşturan Beş İlke’ye (Panca Sila)
bağlılığına işaret etti.
Prabowo’nun ülkeyi 32 yıl
yönetmiş olan Suharto’nun üvey oğlu olması, orduda önemli görevler yapmış bir
komutan olması gibi faktörler de Beş İlkecilik olgusuna bağlılığının pratik,
somut göstergeleri olarak kabul edileceğini söyleyebiliriz.
Bu noktada, her iki liderin
kendilerine yönelik iddiaları kabul etmediklerini açık seçik beyan ettikleri
bir ortamda, iki lideri destekleyen kesimlerin kendilerini nasıl
hissettiklerine yönelik bir araştırma oldukça ilginç olacaktır.
Özellikle de, Prabowo
cephesinde yer alan ve kendilerini İslamcı olarak addeden veya böyle bir
görünüm veren ve hatta politikalarını buna dayandırma arzusunda olan koalisyon
partileri ve destekçilerinin Prabowo’nun “halifeci” ve/ya “İslamcı” olmadığı
yolundaki söyleminden sonra kendilerini nasıl bir anlam çerçevesine
oturttukları merak konusu olsa gerek.
Bunu söylerken, Prabowo’ya
herhangi bir negatif atıfta bulunduğum anlaşılmasın. Bir siyasetçi olarak tıpkı
diğerleri kadar ideolojik bağlamını ortaya koyma hakkına sahiptir.
Ancak burada temel sorun,
sıradan kendi halinde seçmen bir yana bazı cemaat yapılarının, dini-toplumsal
grupların ve de siyasi partilerin “halifeci/İslamcı Prabowo” söylemini nasıl
ürettikleri, Prabowo’nun hangi söylem ve eylemini dayanak noktası alarak bu
söylemin peşine nasıl takıldıkları ve bu duruşun kendilerini nereye götüreceği
konusunda ne kadar kafa yordukları meselesi gayet önem arz etmektedir.
Seçim arefesinde siyasal
ortamı ideolojik temeller üzerine inşa etmenin zararından ziyade, faydası olacaktır.
Nihayetinde siyaset bir ideolojik temeller üzerinden siyasal ve toplumsal
açılım hedeflemesiyle dikkat çekmektedir.
Ancak yukarıda dile getirilen
yaklaşımlara bakıldığında, ülkede ciddi bir ideoloji(leri) algılama ve anlatma
sorunu olduğu göze batmaktadır.
Seçimlere birkaç hafta
kalmışken, tarafların bu ideolojik algı bozukluğunu bertaraf etmelerini
beklemek elbette mümkün değil. Yapılacak en iyi iş seçimlerin olabilecek en
sağlıklı şekilde gerçekleşmesini beklemek.
Ardından tarafların kendilerini
sigaya çekecekleri bir ortamın oluşması umuduyla ideolojik talepler ile farklılaşan
pratikler, siyasal donanımsızlık ile çok bilmişlik acziyeti arasındaki farkı
kapatacak bir entelektüel çaba içine girmelerini beklemek en iyi temenni
olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder