Mehmet Özay 28.02.2019
foto: en.tempo.co |
Endonezya’da
seçimlere bir aydan biraz fazla bir süre kala başkan adayları arasındaki yarış
televizyonda yapılan tartışmalarla devam ediyor.
Tartışmalardan
ilkinde taraflara önceden verilen sorularla yapılandırılan ve bu anlamda sönük
geçen tartışmanın ardından, bu gelişmenin kamuoyunu tatmin etmediği yönünde
görüşler vardı. İkinci tartışma ise, gündemi hareketlendirmeye yetecek
iddialara konu oldu.
Böylece, geçen
yıldan bu yana tartışmaların seyri din üzerinden yürütülürken, son dönemde
gündem birdenbire sosyal adalet, eşitlik kavramları üzerinde seyir takip etmeye
başladı. Bunda da başkan adaylarından Prabowo Subianto’nun Açe ve Doğu Kalimantan’da,
toplam üç yüz elli bin hektarlık arazi üzerinde otuz beş yıllık kullanım hakkı
elde etmesi geliyor. Bu rakamın doksan bini biraz aşkın bölümünü Orta Açe’deki
topraklar oluşturuyor.
Prabowo’nun sahibi
olduğu şirketler üzerinde gözüken ‘geçici’ toprak sahipliği normal kabul
edilebilir. Ancak eski bir generalin, yani devlette çalışan üst düzey kabul
edilen bir memurun nasıl olup da ‘devasa’ şirketlere sahip olduğu ve yukarıda
ifade edildiği üzere azımsanmayacak bir devlet bahşına eriştiği hususu,
siyasette şeffaflık ve dürüstlük ile kamu vicdanını tatmin bağlamında üzerinde
tartışılması gereken bir konu.
Bir dönem adı,
insan hakları ihlalleriyle anılan eski general Prabowo’nun ne tür hizmetler
yapmak suretiyle devlet arazileri üzerinde hak sahibi olduğu konusunun ülkede
zaten var olan bir geleneği yansıtıp yansıtmadığı da herhalde ilginç bir
araştırma konusu olsa gerek.
Mevcut devlet başkanı
Jokowi (Joko Widodo), bir kampanya sırasında bu konuyu gündeme getirmesi
üzerine, Prabowo’nun gerekirse bu toprakları devlete vermeye hazır olduğunu
söylemesi herhalde kamuoyunda tebessümle karşılanmış olsa gerek. Öyle ki, geçen
yıl başkan adaylığı belirleme sürecinde aynı Prabowo, “Benden daha iyi aday
varsa başkanlık adaylığından çekilmeye hazırım” cümlesini sarf etmişti.
Bu bağlamda, Prabowo
toprak sahipliğinin sadece ekonomik değil, bundan da öte, devlet başkanlığı
gibi bir kamu görevine aday siyasetçinin varsıllığının ülkenin kahir
ekseriyetinin gelir düzeyi dikkate alındığında hak ve adalet duygularına
karşılık gelecek bir yorum dizgesine oturduğu anlaşılıyor.
Konunun sadece
kamu vicdanın da bir karşılık bulması ile sınırlı olmadığı, işin içine Yolsuzlukla
Mücadele Kurumu’nun adayların yıllık vergi ödemelerini en kısa sürede beyan
etmeleri çağrısı ile temiz siyaset yönelimli bir toplumsal zemin teşkiline ön
ayak olacak bir yönelime yol açtığı gözleniyor.
Temelde, yukarıda
zikredilen kurumdan önce seçim komisyonu tarafından, başkan adayları ve bölge yöneticiliği
için seçimlere katılan adaylar için vergi bildirimlerini açıklamaları yönünde
son beş yıldır uygulanmakta olduğu belirtiliyor. Aslında tam da bu konu,
Endonezya siyaseti özelinde sürekli dikkat çekmeye çalıştığımız bir konuyu
yeniden açığa çıkarmasıyla önem taşıyor.
Ülkeyi yönetme
iddiasındaki kurumların sahip oldukları mevcut yürütme görevleri çerçevesinde teori
ve pratik arasındaki uçurum ve yukarıdan aşağıya-aşağıdan yukarıya ülke
yönetiminde sürdürülebilirlik konusunda yaşayan sıkıntılar ve tüm bunların kamu
vicdanında açtığı yara politikacılara ve politika kurumlarına yönelik güvenin
yeterince zedelenmesine neden oluyor.
Başkan adayları
ikinci tartışma programında hasbel kader gündeme gelen bu konunun ardından
seçim kurulunun Nisan ayında yapılacak seçimlere aday olarak katılacak yaklaşık
üç yüz bin civarındaki adaydan vergi bildirimlerini beyan etmeleri konusunda
bir talep olmadığı yönündeki iddia ise, ülke siyasal yaşamının ne ölçüde
sağlıklı yasal uygulamalar ve siyaset etiği üzerine temellendirildiğine dair
bir fikir veriyor.
Başkan adayları
tartışmalarında gündeme gelen mülkiyet konusu, ülkede bir kez daha
yolsuzlukların ele alınmasına neden oluyor.
Bu çerçevede, ülkede
vergilerin sadece yarısının toplanabilmesi; vergilerini ödeyen vatandaşların
görece az bir bölümünün toplumsal statüsü görece yüksek iş sektörleri ve iş
çevrelerinden olması; öte yandan, sayıları binlerle ifade edilen iş çevrelerinin,
örneğin Panama gibi ülkeler üzerinden vergi, kara para aklama vb. finans
uygulamalarına konu olduğu ifade edilen şirketlere yönelmeleri gibi toplumsal
gerçekler bir kez daha gün yüzüne çıkartılıyor.
Bireysel gelir vergisi
ödemelerinde yaşanan bu hiç de iç açıcı olmayan durum, genel vergi gelirleri
içerisinde bu birimin karşılığının yüzde 10’lar civarında olmasıyla ASEAN
içerisinde ülkeyi en sırada olduğunu ortaya koyuyor.
Oysa, yukarıda
düne kadar ulusla siyaset gündeminde ilk sırada yer alan din eksenli
tartışmalara taraf olanların böylesine aşikâr bir ahlâki konuda sivil yetkili
ele alıp siyasetçiler ve kurumlar üzerinde kamusal baskı ile temiz bir toplum
ve siyaset için gündeme getirmeleri beklenirdi.
Yine düne kadar,
dini yönelimli tartışmalarda ucu açık tartışmalarda ülke gündemini belirleme
görevi üstlenmiş veya üstlendirilmiş olanların, diyelim ki, mensubu
bulundukları dinin en temel gereklerinden biri olarak adaleti ve ahlaki duruş
ve pratiği gündemlerine alıp bunu aidiyet hissettikleri siyasal kurumlardan
geniş kamuoyuna doğru yapılandıracak söylemler, politikalar ile gündemde yer
almaları çok daha anlamlı ve de hayırlı olurdu.
Bu konu, ülkedeki
bankacılık kanunu, kişisel bilgilerin/gelirlerin gizliliği vb. hususlar gündeme
getirilerek geçiştirilmek yerine, yolsuzluk gibi başat bir toplumsal sorunun
var olduğu bir yapıda bunu ortadan kaldırmaya yönelik yasa ve uygulamaların
hayata geçirilmesi makul bir sosyolojik duruş olacaktır.
Seçim arefesinde ulusal
düzeyde seyreden tartışmaların, siyasette şeffalık ve etik ilkeler üzerine
oturmuş olması önemli. Ancak bunun ne denli seçim sonuçlarına ve ardından yeni
oluşacak hem eyalet hem merkezi hükümette çözüm odaklı politikalara ve yapılaşmalara
yol açıp açmayacağı ise belirsiz.
Şu anki başkan ve
Nisan ayındaki seçimlerde adaylardan biri olan Jokovi, seçim kampanyası vizyonunu
‘Kalkınmış Endonezya’ (Indonesia Maju)
kavramı oluşturuyor.
Bir ülkenin kalkınmışlığının
göstergesi adına modernleşme denilen materyalist açılımlar üzerinden
gerçekleştirilen süreçlerden ibaret olmadığı, hele hele kahir ekseriyetini
Müslümanların oluşturduğu Endonezya gibi bir ülkede konunu en azından salt bu
bağlamıyla ele alınamayacağının birileri tarafından ortaya konulması gerekiyor.