Mehmet Özay 28.09.2017
Myanmar’ın
Arakan Eyaleti’nde 25 Ağustos’da başlayan şiddet olaylarının ardından bir kez
daha büyük bir göç hadisesi yaşanıyor. Şu ana kadar beş yüz bin civarında Arakanlı
(Rohingya) Müslüman, başta Naf Nehri’ni aşmak suretiyle Bangladeş sınırının öte
yakasına geçti. 1997 yılında yaşanan göç hadiselerinin ardından dönem dönem
yaşanan şiddet olayları sonrasında yine benzer bir durum yaşanıyor.
Bu
süreçlerde ‘imkânını’ bulan grupların takalarla okyanusa açılarak hedeflerinin
özellikle Malezya olduğu biliniyor. Bir ayı aşkın bir süredir devam eden göç
hadisesinin ardından beklenen haber bugün manşetlere düştü. Aslında ortada
şaşılacak bir durumun olmadığı, bir kez daha bu haberle kanıtlanmış oldu.
Bölgenin önde gelen yayın organları Myanmar’dan başlayarak, en azından şu ana
kadar ki göstergeler ışığında Malezya ve hatta Endonezya’nın Sumatra Adası’na
kadar uzanan bir insan trafiği olgusunu yine gündeme taşıyorlar.
Arakanlı
Müslümanların sorununun başta siyasal tanınırlık olmak üzere çok boyutlu
nitelik taşıdığı ortada. Bununla birlikte, Arakanlıların ‘vatan’ topraklarında
karşı karşıya kaldıkları her şiddetin ardından, halkının çoğunluğu Müslüman
olan bazı komşu ülkeler dahil olmak üzere ayak basabilecekleri güvenli bir
toprak arayışını sürekli sürdürdüler. Ve bunu, ulaşım imkanları, maddi kazanç,
eğitim gibi yoksunluklarına rağmen, içinde bulundukları açmazların zorlamasıyla
önlerine çıkan her imkânı kurtuluş vesilesi sayarak ya da buna kendilerini
inandırarak yaptılar.
Zorunlu
göçe tabi tutulan bu halka, ne yanı başlarındaki Bangladeş, ne de uzak/yakın
komşu diğer ülkelerin ilk elden ve gönülden el uzatma çabası içerisinde
olduklarına tanık olunduğu söylemek mümkün. Aksine, yine bugüne kadar tanık
olunduğu üzere, ya günün getirdiği uluslararası baskıların zorlamasıyla ya da
iç politikada ‘zulme uğramış bir Müslüman kitleye yardımın’ sağlayacağı
popülaritenin getirisi bağlamında pragmatik çıkışlardan başka bir yaklaşım
görülmüyor. Bu halk, ya takalarla yaptıkları zorlu deniz yolculuğunun ardından
çıkabildikleri kara parçası üzerinde zoraki konuk edilme veya 2015 yılı Mayıs
ayında olduğu gibi, bizzat ilgili ülke sahil güvenliklerince okyanusa geri
gönderilme kaderini yaşadılar.
İlk
durumda yani zoraki kabul edilmenin şartlarını ASEAN kurallarıyla, ilgili
ülkenin Birleşmiş Milletler’in mültecilerle ilgili yasalarını kabul edip
etmedikleri çerçevesindeki yaklaşımları belirleyici oldu bugüne kadar. Ancak bu
durum, uzun vadeli sığınacak güvenli bir yer arayan bu kitle için anlık bir
çözümden öte bir anlam taşımıyor. Öyle ki, tıpkı Myanmar merkezi yönetiminin
vatandaşlık vermemesi nedeniyle kendi anavatanlarında varlık ile yokluk
arasında, bir başka deyişle aidiyet krizini hem mekân hem uzam noktasında
yaşayan bu halk, karaya çıktıkları andan itibaren yine benzer bir varoluş
sorunuyla yüz yüze kalıyorlar.
İlgili
ülke yetkilileri ve uluslararası kurumlar, bu insanların nasıl olup da onca
yoksulluk ve yoksunluk içerisinde derme çatma teknelere binebildiği, büyük tehlikeleri
göze alabildiğini sorgulama cesaretini gösteremiyor. Oysa bu insanları, daha
şiddete maruz kaldıkları topraklardan başlayarak, zorunlu mülteci konumuna düşdükleri
yanı başındaki ülkeden giderek daha fazla sömürü aracı kılınmalarına neden olan
‘hedef ülke/ler’de, adına insan kaçakçıları denilen bir mafia organizasyonu karşılıyor.
Sanki bilerek bu mafia organizasyonunu bizzat görünmez kılan hayaletimsi bir
varlıkmışcasına tanımlamaya çalışan da yine ilgili ülke yetkilileri ve
uluslararası kurumlar oluyor.
Oysa
güvenliği öncellediklerini her daim ilân eden, ellerinde ordu, polis, göçmen
bürosu gibi güvenlik birimlerine sahip ülkeler bu tür gelişmelerin önünü alma
konusunda sağlıklı bir politika geliştir/e/miyorlar.
Bölge
ülkelerinin, örneğin sahil güvenlik gibi birimlerinin yeterli olmayışı, alt
yapı imkânlarının kısıtlılığı gibi mazeretlerin zaman zaman gündeme taşınması
ise durumun felâketini ortaya koyan bir başka gösterge. Bugüne kadar takalarla
güneye seyreden Arakanlıların hedefinde Malezya olduğu herkesin malumu. Zaten
bunu Malezya’lı makamlar da dile getirmişti. Son yaşayan gelişme üzerine
küresel tepkiler Malezya makamlarını ‘olası göç dalgası için önlem almaya’
itmiş ve Malezya’nın bu insanlar için ‘geçiş noktası’ olabileceğini
açıklamışlardı.
Arakanlıların
hedefinde Malezya var demişken… Bununla ilgili olduğu düşünülebilecek bir örnek
vermekte fayda var. 2015 yılı Mayıs ayında Endonezya’nın batısında Açeli
balıkçıların yardımlarıyla karaya çıkabilen yaklaşık bin kişilik Arakanlı,
Endonezya merkezi hükümeti tarafından Açe’deki üç farklı kampta bir yıl boyunca
yerleştirilmelerine izin verildi. Ancak daha bir yıl dolmadan kamptakilerin
yaklaşık dörtte üçünün ‘kaçtığı’ belirlenirken, diğer geri kalanları da yıl
sonuna doğru ABD’nin Medan’daki konsolosluğunda mülâkata alındıktan sonra bu
ülkeye götürüldükleri yönünde haberler gündeme geldi. Kamplardan sorumlu
kişilerin ifadeleri kadar, bazı yayın organlarında da çıkan bu haberlerin
doğruluğu herhalde öncelikle birinci elden konuyla ilgili yetkilileri sarsmalı.
Çünkü kampların öyle gelişigüzel yerlerde seçilmediği, kamplarda kalanların
kendi başlarına bırakılmadığı zaten ortada(ydı).
Öte
yandan, bu ayın ortalarında, Malezya’nın Borneo Adası’ndaki Saravak Eyaleti
başbakanı, Arakanlı Müslümanların geçici olarak eyalete yerleştirilebilecekleri
yönünde çıkan bazı haberler üzerine yaptığı açıklamada, ‘Eyalet’te etnik
güvenliği tehdit edeceği’ gerekçesiyle böylesi bir olasılığın mümkün olmadığını
söylemişti. Ancak Malezya’nın bu ‘kararlı duruşuna’ rağmen, nasıl olup da
ülkede on binlerce Arakanlının barınabildiği sorusunu sormak gerekiyor. Sahil
güvenliği yetersiz kabul edilerek sınır geçişlerindeki ‘kolaylıktan’ istifade
eden Arakanlıları, oldukça modernize olmuş intibaı veren güvenlik birimlerinin
nasıl tespit edemediği de herhalde cevaplanabilir bir soru olmalı.
Ancak
Malezya makamları, aralarında Arakanlı Müslümanların da olduğu ülkedeki kaçak
göçmenlerle ilgili kapsamlı bir çalışma yap/a/mazken, ülkede faaliyet gösteren BM
Mülteciler Yüksek Komiserliği’nce Ağustos ayında yapılan açıklamada ‘mülteci
datasına’ sahip olduklarını gündeme getiriyordu. Bu açıklama, haliyle hükümet
yetkilileri ile BMMYK Richard Towle arasında bir gerginliğe de neden oldu.
Komiserliğin kayıtlarında mülteci ve sığınmacı olarak toplam 150.000 kişi
bulunurken, Towle, hükümetin kendilerine iki yıl önce BM’nin bu tür
çalışmasında yer almayacaklarını hatırlatması ise işi daha ilginç kılıyordu.
Tabii işin
Bengal Körfezi ve Malaka Boğazı boyutu öne çıkarken, insan tacirlerinin başka
bir rotası da Bangladeş’in batısından Hindistan’a ve oradan da Batı Asya
topraklarına doğru uzanıyor. Peki Arakanlılar bu tehlikeli ve meşakkatli
yolculuklara çıkabilecek maddi imkânı nereden bulabiliyor. İyi niyetli
düşünceyle hareket ederek, bu halkın zaten daha önce örneğin Malezya’ya gelip
yerleşmiş yapılabilecek en zor ve tehlikeli işlerden kazanılan paraların insan
tacirlerine aktarılması ilk sırada bulunuyor. Ardından ise belki de günümüzün
köle ticareti olarak da adlandırılabilecek bir yapı karşımıza çıkıyor ki, bunun
üzerinde durup biraz daha düşünüp gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder