Mehmet
Özay 11.07.2016
Filipinler’de yeni başkan 71 yaşındaki Rodrigo Duterte 30 Haziran’da
yapılan törenle altı yıllık göreve sürecine başladı. 8 Mayıs başkanlık ve
senato seçimleri sonrasında en yakın rakibi Manuel Roxas’u altı buçuk milyonu
aşkın oyla geçen Duterte, Filipinler’in on altıncı devlet başkanı oldu. Avukatlık
mesleğinden gelen Duterte, Başkanlık yarışındaki rakipleri gibi, ulusal siyaset
üzerinde on yıllarca hegemonya kurmuş ve feodal ilişkilere konu olan ‘köklü
ailelerden’ gelmese de, valilik ve belediye başkanlıkları yapan babası ve
kuzeni örneğinde olduğu gibi bazı aile bireylerinin ülkenin güneyinde Mindanao
ve Cebu Adası yerel yönetime nüfuzuyla dikkat çekiyor. Bu noktada, Filipinler
gibi uzun süreli sömürgecilik dönemi tecrübesine sahip ve farklı etnik
topluluklara ev sahipliği yapan bir ülkede geleneksel iktidar odakları ile
modern demokratik yapılaşma arasındaki fark bağlamında Duterte, ‘yerelden ulusala’
giden süreçte verdiği mücadeleyle öne çıkıyor.
Yerel’den ulusal’a Duterte
İdeolojik temelli bir siyasi duruştan öte, kendine özgü yöntemlerle
mağdur konumundaki geniş kitlelerin yaşamını yasadışı güç odaklarının
etkisinden kurtarıcı bir politikayı tercih ediyor. Bu anlamda Duterte’nin en
dikkat çeken ve ülkede ilk olma özelliği taşıyan politikalarından biri,
Belediye başkanlığı döneminde Davao’da sivil yaşam üzerindeki baskıları sona
erdirerek yeni düzenlemelerle bir model oluşturmasıdır.
Bunun yanı sıra, aralarında Moro Müslümanları da dahil olmak üzere
çeşitli azınlıkların yerel yönetimde temsili konusunda belediye başkan
yardımcılıklarıyla yerel politikada interaktif bir etkileşimi gündeme taşıdı.
Yerel yönetim düzeyinde ortaya koyduğu bu ve benzeri uygulamalara karşın
Duterte’nin Filipinler modern siyasal tarihi içerisinde yeni bir figür olarak
ortaya çıkmasıyla birlikte bu dönemde ulusal ve uluslararası arenada nasıl bir
karşılık bulacağı ise merak konusu.
Farkını fark ettiren bir başkan
Uzun yıllar Mindanao Adası’nda Davao şehri belediye başkanlığını
yürüten Duterte, ülke siyasal tarihinde daha şimdiden kendine özgü
nitelikleriyle dikkat çekiyor. Bunlar arasında geleneksel olarak ülkeye başkan
kazandıran Luzon Adası dışında, Mindanao Adası’ndan gelişi, ülke siyasal
yaşamına damgasını vuran ve feodal ilişkileriyle siyasal yaşamı şekillendiren
köklü ailelere mensup olmaması, Mindanao gibi görece geri kalmış bir Ada’daki
Davao şehrinde yedi dönem olmak üzere toplam 22 yılı aşkın bir süre belediye
başkanlığı yapması, bu süreçte gösterdiği olağanüstü ‘başarılar’ neticesinde
ulusal siyaset içerisinde yer alma yönünde yapılan tüm talepleri geri çevirmesi
gibi özellikler sıralanabilir. Ancak Duterte’nin ulusal siyasetin merkezinin
dışında olduğunu gösteren bu özelliklerin ötesinde onu ‘aykırı’ kılan husus,
ülkenin modern toplumsal ve siyasal yaşamının kanıksanmış devasa sorunlarına
çözüm olarak seçtiği yöntemlerde karşımıza çıkıyor.
Seçim öncesi adaylık yarışında pek öne çıkmayan Duterte, seçim
kampanyasında özellikle ülke siyasal yaşamına damgasını vuran Aquino, Marcos
gibi iktidar aygıtı üzerinde sürekli başat rol oynamış Ramos, Estrada, Marcos,
Aquino gibi köklü ailelerin yeni nesil temsilcileri karşısında pek de şans
tanınmayan bir adaydı. Ancak kampanya dönemi ilerledikçe kaybedecek bir şeyi
olmayan bir aday görüntüsü içerisinde Duterte giderek ağırlığını koymaya
başladı. Bu noktada onu öne çıkaran, özellikle ülkede geniş kitleleri etkileyen
sosyal ve ekonomik sorunlara yönelik olağandışı çözüm yöntemleriyle kamuoyu
üzerinde bir tür ‘şok terapi’ etkisi yapmasıydı.
Davao: Mafyanın tutunamadığı
şehir
Seçim kampanyası sürecinde ülke gündeminde yer tutan ‘asayiş’ konusunda
verdiği önemli mesajlarla birden popülaritesi artın Duterte, Filipinler için
sıra dışı bir başkan olacağının ipuçlarını da böylece ortaya koyuyordu. Uzun
bir dönem diktatoryal rejime konu olan Filipinler’de geniş halk kesimlerini
bezdiren mafyavari örgütlenmeler nedeniyle toplumsal huzur ve güvenin
yitirilmiş olması, halk nezdinde seçimlerde ‘radikal’ bir değişim talebi olarak
yansıdı.
ABD’de Trump’ın Amerika’da muhafazakâr kitleye yönelik çıkışlarını andıran kampanya yürütmesi nedeniyle
‘Trumpvari’ politikacı özdeşleştirilmesine konu olan Duterte’nin bu tavrı,
benzerlik konusunda doğruluk payı olmakla birlikte, aslında onun Belediye
başkanlığı dönemindeki icraatlarına dayanıyor. Çeyrek yüzyıla varan Davao
Belediye Başkanlığı döneminde şehirde istikrarın teminine yönelik icraatlarıyla
halk nezdinde kazandığı itibar onun en büyük siyasi argümanı oldu. Bu noktada,
Duterte ile birlikte Davao’da nelerin değiştiğine bakmak gerekir.
Ülkede asayişin en dibe vurduğu şehirlerden biri olarak bilinen Davao
şehrini aradan geçen sürede anarşiden arındırıp, en güvenli şehir kılmakla
kalmayan, şehir yönetimindeki kimi başarılarıyla peş peşe ulusal ve
uluslararası ödüllere hak kazanan, kimi araştırma şirketlerinin çalışmalarına
göre Güneydoğu Asya’nın en huzurlu şehri haline getiren Duterte’ydi.
Duterte’nin seçim kampanyasında adi suçlar ve anarşi karşısında üstüne basa
basa Davao’dakine benzer yöntemleri izleyeceğini ifade etmesinin geniş kamuoyu
kesimlerinde karşılık bulması da böylesi bir somut gerçekliğe dayanıyor.
Yeni Başkan-Temiz Toplum
Seçim kampanyası sürecinde başkan adaylarının gündeminde ülkede geniş
kesimleri ilgilendiren yoksulluk, mafyavari örgütlenmelerin halkı canından
bezdiren yaygın ‘kötülük ağı’ öne çıkıyordu. 1986 yılında Marcos’un
devrilmesinin ardından bölgedeki benzer ülkeler gibi 21. yüzyıla reform
sloganıyla giren Filipinler yönetiminde söz konusu çabalar karşılığını makro ekonomik
düzeyde bulsa da, izlenen liberal politikalar geniş halk kesimlerinin ekonomik
dar boğazdan çıkmasının önünü açmadı. Üstüne üstlük halkın ‘demokratik’ bir
yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biri olan ‘güvenlikli toplum’ inşa süreciyle
de tanış/a/maması üst üste gelen seçimlerde ülke siyasal hayatına damgasını
vuran ailelerin birbirleriyle olan bir tür ‘klan savaşı’ şeklinde gerçekleşti.
Aslında bu süreç yeni başkan Duterte’nin nelerle mücadele edeceğini de
ortaya koyuyor. Başkanlık yemininin yapıldığı günler ve hemen sonrasında sayısı
yüzlerle ifade edilen uyuşturucu örgütlerine mensup kişilerin polise teslim
olması Duterte’nin bu gruplara yönelik açacağını belirttiği savaşın ciddiye
alındığının göstergesi kabul edilebilir. Ancak bu kişilerin mafya organizasyonlarının
hangi boyutunda yer aldıkları da bir başka konu. Seçimlerin ardından
Duterte’nin başkanlığı kesinleştiğinde, hapisteki ‘uyuşturucu lordları’ başkan
Duterte’nin başına ödül koyduklarını açıklamaları ülkede önemli bir çatışmanın
yaşanacağını ipuçlarını veriyordu. Bu noktada, polise teslim olanlar ile
konunun öyle kolay kolay kapanmayacağı da bir gerçek. Ülkenin yakın geleceğinde
geniş boyutlu toplumsal sorunların aşılmasında ‘Temiz Şehir Davao’ örnekliğinin
ne kadar rasyonel bir çözüm olup olmayacağına tanık olunacak.
Duterte’yi bekleyen sorunlar
Seçim kampanyası ve sonrasında, mafyavari organizasyonlarla mücadele,
bölgesel özerklik/federal sistem, ekonomik kalkınma başlıkları altında
toplanabilecek iç gündemle ilgili konular öne çıkıyor. Duterte’nin kampanya
dönemi ve sonrasında yaptığı acıkmalarla bu sorunlara meydan okuyan bir üslup
kullandığı görüldü. Geçen çeyrek yüzyılda Belediye başkanı olarak tecrübesi bu
sorunların üstesinden gelme hususunda uygulamaya koyduğu ‘yargısız infaz’ yollu
yöntem onu kendinden emin kılarken, izleyeceği bu yöntemin ulusal ve
uluslararası arenada nasıl karşılık bulacağı ise merak konusu. Yerel yönetici olarak
söz konusu sorunları çözme noktasında uyguladığı ve yasalardan ziyade ‘mafyanın
dilinden’ kabul edilen bir yöntemi kullanması hukukun üstünlüğü, demokrasi,
insan hakları gibi kriterlerle gündeme taşınırken, suçlarla mücadelede
Dutertevari yöntemin ulusal düzeyde uygulanmasının yeni bir anarşi ve kaos
ortamına yol açacağı yönünde endişelere işaret ediyor. Bu anlamda, Duterte’nin
halk kesimlerini arkasına alırken, ulusal siyasette güç merkezleri, 1986’dan bu
yana yaşanan demokratikleşme ve özellikle makro ekonomik kalkınma süreci
nedeniyle ilgisine mazhar olduğu uluslararası çevreleri de ikna etmek durumunda.
Bölgesel sorunlar noktasında en önemli konu ise hiç kuşku yok ki,
Çin’le yaşanan Güney Çin Denizi’nde egemenlik sorunu. İki grup halinde ele
alınabilecek bu iki görünür sorunun doğrudan veya dolaylı yansıması ise,
Filipinler yönetiminin ‘toplumsal adalet’ duygusunu incitebilecek icraatları
karşısında, başta ABD olmak üzere Batının insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi
belirli yapısal hususlardaki eleştirilerinin artması olacaktır. İlgili
ülkelerce bunun ilk sinyalleri de, seçimden hemen sonra Duterte’nin daha da
kendinden emin açıklamaları sonrasında gündeme getirilmişti.
ASEAN içerisinde mevcut liderlerle karşılaştırıldığında ‘agresif’
duruşuyla gündeme gelecek olan Duterte’nin, Birlik içerisinde çeşitli
alanlardaki işbirliklerini, görüş ayrılıkları ve ittifakları noktasında nasıl
algılanacağı ise şimdilik belirsiz. Liderlik krizinin derinlemesine yaşandığı
ASEAN’da Duterte bir rol üstlenebilir mi sorusu gündeme getirilebilir. Bu
noktada, Birliğin başta Güney Çin Denizi konusu olmak üzere, ASEAN Ekonomik
Birliği, göçmen/insan kaçakçılığı gibi konularda acil ciddi yapılanmalara
ihtiyaç duyduğu da bir gerçek. Tabii, Duterte’nin ulusal politika kadar
uluslararası politika için de yeni bir ‘yüz’ olduğu hatırlandığında, böylesi
bir önemli temsil güçlü bir uzman kadrosuyla hareket etmesi gerekiyor.
Güney Çin Denizi Sorunu ve
Güçler Dengesi
ASEAN ülkeleri arasında Çin’le Güney Çin Denizi’nde egemenlik hakkı
bağlamında en çok cedelleşen ülke Filipinler olarak ortaya çıktı. Bir önceki
yönetim, yani Benigno Aquino döneminde, 2014 yılında Uluslararası Tahkim
Mahkemesi’ne açılan dava, açıkçası sadece Filipinler için değil, bölge için bir
dönüm noktası hükmündeydi. Kararın 12 Temmuz’da açıklanacağının ilan
edilmesiyle daha işin başından bu yana söz konusu mahkemenin kararını
tanımayacağını açıklayan Çin yönetimi, bir siyasi hamleyle Filipinlerin de
mahkeme kararına itibar etmemesi şartıyla ikili görüşmelerle sorunun çözümüne
gidilebileceği açıklaması yaptı.
1970’li yıllardan bu yana çözümü ileri bir tarihe ertelenen Güney Çin
Denizi egemenlik hakkı konusunda Çin ve Filipinler yönetimlerinin nasıl bir
yöntem belirleyecekleri merak konusu. Konunun sadece bu iki ülke ile sınırlı
olmadığı biliniyor. Bu çerçevede, bölgedeki diğer beş ülkenin de şu veya bu
şekilde konuya doğrudan taraf olması kadar, ABD başta olmak üzere Batılı
ülkeler ve bölgedeki Japonya, Avustralya gibi müttefiklerinin konuyu küresel
ticaret ve kıta sahanlıkları anlaşmaları noktasında ele almaları da bu su
yolunun önemini ortaya koyuyor. Duterte’nin bu sorunu ‘ABD’nin eğilimlerinin’
dışında Filipinler olarak ele alabilecekleri yönündeki açıklamasıyla
anlaşmazlığa konu olan bölgede, tıpkı 1990’lı yıllarda Malezya ve Tayland
arasında varılan anlaşmada olduğu üzere, ortak ekonomik yatırımlarla sorunun
barışçıl bir evreye evrilebileceği ihtimali de gözlerden uzak tutulmamalı. Bu
noktada, Çin’in askeri varlığının başat bir görünüm almayacağı yeni bir
yapılanmanın, ABD tarafından da kabule şayan olacağı düşünülebilirse de, bu
ekonomik yapının ABD için neye tekabül ettiği de bir başka husus olarak ortaya
çıkacaktır. Bölge ülkelerinin ABD-Çin arasındaki geleneksel güç dengeleme
siyasetinin bir örneğine, Filipinler’de yeni yönetiminde de tanık olunacaktır.
Çözüm ve Çözümsüzlük Arasında
Moro Sorunu
Duterte yönetiminin ilk günden itibaren çözmekle yükümlü olduğu ulusal
sorunların başında Moro-Mindanao Müslümanlarıyla yapılan barışın yürürlüğe
girmesi oluşturuyor. Yukarıda kısmen değinildiği üzere, Duterte gibi ‘kendine
özgü yöntemleri’ icraata dökmekte mahir bir yerel politikacının sadece ulusal
değil, uluslararası boyuta da evrilebilecek Moro sorununda nasıl bir yaklaşım
ortaya koyacağı merak konusu.
Bir önceki yani Benigno Aquino iktidarının, bölge ülkeleri ve
uluslararası düzeyde memnuniyetle karşılanan en önemli girişimi ülkenin
güneyinde Müslüman azınlığı temsil eden Moro İslami Kurtuluş Cephesi’yle (MILF)
barış anlaşmasını sağlıklı bir şekilde sürdürmesiydi. Bölgedeki diğer
benzerleri gibi yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde çatışma ve savaş ortamına
neden olan Mindanao Adası ve çevresindeki Müslüman azınlığa haklarının
verilmemesi, bölgesel ve küresel şartların zorlamasıyla barış sürecinde
kararlılığı ortaya çıkardı. Uzun ve kapsamlı görüşmelerde son noktayı koyması
beklenen senato onayının bir türlü çıkmaması, merkez yani Manila ve çevre yani
Mindanao’da Müslüman çevrede kaygıların artmasına yol açtı.
Bu noktada, Bangsamoro Temel Yasası’nın (BTY) üzerine bina edildiği
Çerçeve Anlaşması’nın Duterte yönetimi kadar, Senato ve Anayasaya Mahkemesi’nce
herhangi bir engellemeye maruz kalmadan uluslararası çevrelerce de tanındığı
haliyle sürecin devam ettirilmesi önem taşıyor. Bununla birlikte, Duterte’nin
ülke çapında yönetim reformu şeklinde gündeme getirmeye çalıştığı Federal
Yönetim bağlamında BTY’yi ‘asli’ yapısından uzaklaştırmaya matuf bir çabası da
gözlerden kaçmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder