Mehmet Özay 26 Şubat 2015
'Uluslararası Af Örgütü’nce 2014 yılına ait, aralarında Malezya’nın da
olduğu 160 ülkeyi kapsayan insan hakları raporu yayınlandı. Bağımsız bir
‘organ’ olarak ülkeler düzeyinde insan hakları uygulamalarını inceleyen,
gözlemleyen ve raporlar düzenleyen bu kurumun, başta Birleşmiş Milletler olmak
üzere çeşitli uluslararası kuruluşlara ve de tikel ülkelere bir tür danışmanlık
yaptığı söylenebilir. Bir sivil inisiyatif olmakla birlikte, yapılan çalışma
kaydedeğer olduğuna kuşku olmamakla birlikte, içinde sübjektifliği de
barındırdığı söylenebilir. Bu kendi başına ele alınacak bir konu olduğundan
burada derinlemesine incelemeye gerek yok. Yazının asıl konusu tabii ki,
Malezya’da adına ‘insan hakları’ denilen olgunun neye tekabül ettiği
noktasında.
Tabii Türkiye’de, kimilerinin kısır gözlemlerine ve hiç de sosyo-kültürel
ve siyasi incelemeye dayanmayan epeyce yanlış aktarımının bir sonucu olarak,
Malezya denilince çoğunluğun aklına ‘kendi halinde, hanımları başörtülü ve rengârenk
entarili, beyleri ‘peçili’ mülayim mi mülayim bir Müslüman topluluk akla
geldiği konusunda bir izlenimimiz var. Bu yanlış gözleme bir de sanki
mevcutlarından çok da farklıymış gibi, İslamiyetin güçlü bir varlık sürdüğü bir
toplum yapısı olduğu kanısı ekleniyor ki, yanlış üstüne yanlış dense yeridir.
Şimdi bunların Uluslararası Af Örgütü’nün Malezya raporuyla ne ilgisi var diye
soranlar olabilir. Şaşırmayın ve kızmayın çokça ilişkisi var. Bu yazıda, söz konusu rapor çerçevesinde
alanlarında ülkenin önde gelen beş şahsiyetiyle yaptığım röportajlardan yola çıkarak
bir insan hakları haritası ortaya koymaya çalışacağım.
Malezya Birleşmiş Milletler nezdinde
insan hakları kurullarında temsil edilmekle birlikte, ülkede bu konuda bazı
sıkıntıların olması açık bir çelişki olarak duruyor. Bu noktada, Güneydoğu Asya’nın
gelişmekte olan ülkelerinin başında gelen ve 2020 yılında kalkınmış ülke olma
hedefini gerçekleştirme yolundaki Malezya’da insan hakları uygulamaları
konusunda bazı olumsuzluklar yaşanıyor. Örneğin son iki yılda giderek artan bir
şekilde uygulandığı gözlenen 1948 yılında dönemin İngiliz sömürge yönetimince
uygulamaya konulan ve halen uygulanan ‘İsyana Teşvik Yasası’ (Sedition Act) bunların başında geliyor.
Ülkede ifade, toplanma ve basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların yanı sıra,
azınlık dinlere mensup toplumsal gruplara karşı bazı engellemeler toplumsal
huzursuzluğu artıran neden olarak gözüküyor. “İsyana Teşvik Yasası” aktivistler,
sivil toplum çevreleri, milletvekilleri, üniversite öğretim üyeleri gibi
çeşitli toplum kesimlerini içine alacak şekilde uygulandığına tanık olunuyor.
Söz konusu yasa 1948 yılında İngiliz sömürgeciliği döneminde ingilizlere
isyanla ilgili olarak çıkartılmıştı. Ancak bağımsızlık sonrasında da yürürlükte
devam ediyor... 2012 yılında başbakan Necib Bin Razak, ‘İsyana Teşvik Yasası’nın
kaldırılacağını söylemesine rağmen, giderek artan bir şekilde uygulanması da
toplumda tepkiyle karşılanıyor.
Halkın Adaleti Partisi kurucularından ve Selangor Eyaleti milletvekili Dr.
Wan Azizan Wan İsmail, ülkede yaşanan sorunları “ifade ve toplanma özgürlüğü”
çerçevesinde dile getiriyor. Dr. Wan Azizah bu konuda şunları dile getirdi:
“‘İsyana Teşvik Yasası’ öncesinde ‘Ulusal İç Güvenlik Yasası’ (ISA) adıyla
bilinen yasa uzun yıllar muhalefeti sindirmek amacıyla kullanıldı. ISA
kaldırılmakla birlikte, yerine İsyana Teşvik Yasası ihdas edilmesi özgürlükler
konusunda kısıtlamaları gündeme getirdi. Bu noktada, hükümete yönelik herhangi
bir eleştiri karşısında bu yasa kullanılıyor. Bu yasa, temel hakları
sınırlayıcı olduğu gibi Malezya toplumunu tehdit eden bir yönü de içeriyor.”
Akademisyen ve aynı zamanda roman yazarı Dr. Faisal Tehrani ülkede azınlık
dini gruplarına yönelik ayrımcı yaklaşıma değinerek, bu konuda geçen yıl “Birleşmiş
Milletler Evrensel Periyodik İzleme Raporu”nda (UPR) Malezya ile ilgili
görüşlere yer veriyor. Dr. Faisal, bu raporda, ülkedeki kimi dini azınlık
gruplarına yönelik hiç de iç açıcı olmayan ifadelerin yer aldığını ve bunlar
arasında Katolik Cemaatin yayın organlarında ‘Allah’ adının kullanımının
yasaklanması ve Şia toplumuyla ilgili çekinceler geldiğine dikkat çekiyor. Dr.
Faisal, 2014 yılında BM konseylerinde yapılan toplantılara atıfta bulunarak,
örneğin Filistin, Sierre Leon gibi ülkelerin Malezya’dan, 1969 yılında
yürürlüğe giren “Uluslararası Irk Ayrımcılığını Önleme Sözleşmesi”ni (ICERD)
imzalaması yönünde talepte bulundu. Ancak BM’nin diğer bazı önemli sözleşmeleri
gibi Malezya bu sözleşmeyi de imzalama konusunda isteksiz.
“Liberty of Lawyers” adlı kurumun başkanlığını yürüten İnsan Hakları Avukatı
Eric Paulsen, ülkede İnsan Hakları konusunda yaşanan sıkıntıları üç madde halinde
gündeme taşıyor: “Malezya’da birkaç önemli sorunla karşı karşıyayız. İlki, 1957
yılından bu yana iktidarın tek partinin güdümünde olmasıyla bağlantılı olduğunu
düşünüyorum. Bu anlamda, olgun bir demokrasimiz olduğu söylenemez. Her şeyi
bildiğini söyleyen bir hükümet, her dört veya beş yılda bir yapılan seçimler
var. Ancak seçim sistemi, basın özgürlüğü ve insan hakları konusunda sorunlar
var. İkinci konu, polisin eylemlerinden sorumlu tutulup yargılama sürecine konu
olmaması. Çünkü emniyet kurumu oldukça güçlü. Göz altında hayatını kaybeden
insanlar var ancak bu kurumun hesap verilebilirlik noktasında bugüne kadar
ciddi bir adım atılabilmiş değil. Üçüncüsü ise, muhalefetin bir tür baskıyla
sindirilmesi. Örneğin en son gelişme muhalefet lideri Enver İbrahim’in uydurma
bir yargılama sonucu beş yıl hapis cezası alması oldu. Bu yargılama ne Malezya’da
ne de dünyada inandırıcı olmadı. Hükümete ve yargı sistemine yönelik eleştiriler
nedeniyle yirmiyi aşkın kişi, günümüz konuşlarıyla hiç de bağdaşmayan ‘İsyana Teşvik
Yasası’ bağlamında göz altı ve yargılamalara konu oldu ve olmaya devam ediyor.”
Lateefah Koya adlı avukat ise, Malezya’da insan hakları konusunun
her geçen gün daha da olumsuz bir yöne gittiğini ileri sürüyor. “Özellikle son
bir yılda, mevcut hükümete yönelik neredeyse tüm eleştiriler ‘İsyana Teşvik Yasası’
bağlamında değerlendirilerek bu eleştirileri yapanlar göz altı ve yargı sürecine
konu olması dolayısıyla insan haklari ihlâlinde ani bir artış gözleniyor. İngiliz
sömürge döneminden (1948) kalma ‘İsyana Teşvik Yasası’ ileri sürülerek, herhangi
bir kişinin verdiği demeç yetkililerce ‘isyan’ niteliğinde algılandığında, göz
altına alınıp yargılanması ve beş yıl hapis cezası verilebiliyor. Bu nedenle bu
yasayı son derece zalimce bir uygulama olarak değerlendiriyoruz.”
Malaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Dr. Azmi
Sharom İnsan Hakları konusunda Malezya’yı ne ileri düzeyde ne de çok gerilerde
kalmış bir ülke olarak görüyor. Bununla birlikte, uluslararası çevrelerde
1940’lardan itibaren benimsenmiş olan temel insan hakları konusunda alınacak
daha çok yol var. Bir öğretim üyesi olarak hukuk fakültelerininin ülkede insan
hakları kavramının geliştirilmesi konusunda önemli rol oynayabileceğini düşünüyorum.
Ancak üniversitelerin hükümetin sıkı kontrolü altında olduğu düşünüldüğünde
bunun ne kadar yapılıp yapılamadığı ise bir başka sorun. Şayet hükümet
çevreleri akademisyenlerin kendilerine yönelik eleştirel bir yaklaşım içinde
olduklarını düşündüklerinde mevcut bazı yasalar uygulamaya konuluyor. Bu nedenle,
akademik bağlamda insan hakları savunucusu olmak hayli güç. Örneğin, akademisyen
olarak insan hakları konusunda bilimsel makaleler yazıyor ve yayınlıyorsanız kimse
size karışmıyor. Ancak bir adım ötesine geçip, uzmanlık alanınızı toplumsal sahaya
taşımaya başladığınızda işte o zaman hükümetin öfkesini üzerinize çekebilirsiniz.
Bu durumda hükümet çevrelerinin elbette size karşı kullanabilecekleri yasaları da
mevcut.
Peki ülkede once
ISA ardından İsyana Teşvik Yasası ile sürgit devam eden ve demokratikleşme,
sivil toplum gibi değerlere zarar verdiği ileri sürülen yapının olumlu yönde
değişmesi mümkün mü? Bu soruyu yönelttiğimizde pek de iyimser olmamakla birlikte,
geleceğe dair neler yapılabileceği konusunda bazı ipuçları bulmak mümkün.
Bu konuda Dr.
Wan Azizah şunları söylüyor: “Parlamentoda
muhalefet gücüyle bu konuda bir şeyler yapmak mümkün. Ancak hükümeti oluşturan “Ulusal
Koalisyon” parlamentoda üçte iki çoğunluğu kaybetse de, hala güçlü bir yap
oluşturuyo. Muhalefet olarak mevcut sistemi değiştirilmesi noktasında almamız
gereken daha çok yol var. Aslında muhalefete karşı pek çok kez kullanılmış olan
‘Ulusal İç Güvenlik Yasası’nın (ISA) kaldırılmasında muhalefet partileri ciddi
bir rol oynadı. Ancak bunun yerine çok daha ağır bir yasa olan ‘İsyana Teşvik Yasası’
yürürlüğe kondu.
Dr. Faisal
Tehrani, ülkede yaşanan ihlallerin çözümlenmesi konusunda çeşitli kesimler
arasında diyalog olgusunu öne çıkartıyor. Buna ilâve olarak Malezya
Anayasası’ndaki temellerin yeniden dikkatle incelenmesini öneriyor. ‘Ulusal İlkeler’
diyebileceğimi ‘Rukun Negara’ adıyla bilinen seküler ideoloji, açıkça insan
hakları kavramına atıfta bulunmasa da içerik olarak ilintili olduğunu söylüyor.
İnsan Hakları Batı ürünü bir kavramlar bütünü değil.”
Öte yandan, çözüm
konusunda Eric Paulsen hiç de umutlu gözükmüyor. Paulsen, “Sivil toplum kesimleriyle hükümet çevrelerinin biraraya
gelmesi ve soruna çözüm bulmaları konusunda bir çabanın sergilenmesi son derece
güç. Hükümet, sivil toplum oluşumlarına karşı düşmanca bir tavır içerisinde. Bu
oluşumları hükümet karşıtı oluşumlar olarak görüyor. Bu yanlış bir yaklaşım. Çünkü
pek çok sivil toplum kuruluşu daha iyi seçim sistemi, insan hakları konusunda
gelişmiş uygulamalar ve yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi pek çok konuda Malezya
için yararlı çalışmalar yürütüyor. Hükümetin bu konuda STK’ların gücünü ve önemini
fark etmesini temenni ediyorum.”
Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Azmi Sharom ise, insan hakları
konusunda Batılı standartlara ulaşmanın olanaksızlığına değinirken, bunun hiçbir
şey yapılmayacağı anlamına gelmediğini söylüyor ve çözüm için mevcut yapı içerisinde
hareket edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor: “İlk yapmamız gereken şey, Malezya
Anayasası’nda neler olduğuna bir bakmak ve Anayasa’nın ruhunu yakalamak. Anayasa’da
‘insan hakları’ kavramı geçmiyor ancak hukuki sorumluluk Anayasa’da garanti altına
alınmıştır. Bununla birlikte, bu hükümler her geçen yıl giderek artan şekilde göz
ardı edildiğine tanık oluyoruz. Kimi zaman yargı da buna dahil. Bu bağlamda, uluslararası
standartlara ulaşmak zor tabii ki. Bu nedenle atılacak ilk adım elimizde neler var
buna bir bakmak ve bunu uygulamaya koymak.”
Malezya’da insan
hakları konusunda hükümet ile aralarında milletvekili, akademisyen, aktivistlerin
bulunduğu çevrelerin yaklaşımı arasında fark var. Malezya gibi çok dinli, çok etnikli
bir toplumsal yapıda insan hakları konusu da oldukça dinamik bir konu olarak dikkat
çekiyor. Bir yanda ekonomik gelişmişliği ile Üçüncü Dünya ülkelerine modellikle
öne çıkartılan, öte yandan, resmi çevrelerden ‘ılımlı İslam anlayışını’ dillendiren
bir ülkede, insan hakları konusu bir tür sınama alanı oluşturuyor. Ancak konuya
taraf olan tüm çevrelerin biraraya gelip konuyu enine boyuna ele almadan bir sonuca
ulaşılması da zor gözüküyor.